26 Ocak 2014 Pazar

Çalışmak Sağlığa Zararlıdır, Annie Thebaud-Mony


Politik partilerin, sendikaların, birlikler ve örgütlerin sömürünün modern biçimlerinin meşruiyet emellerini sorgulayacak bir muhalefet oluşturamadığını, çalışma hayatındaki ölümü veya yaralanmaları gösteren kelimelerin anlam açısından ağır olduğunu; insan öldürme, gasp, darp, yaralama denmediğini bunun yerine KAZA dendiğini belirterek metnini açan yazar, neoliberal vahşete savaş açtığını saklamıyor. Her bölümün başında konuyla ilgili ceza hukuku yasalarından alıntılar yapan yazar, stajyer veya " geçici statüde çalışan" kişilerin kaza geçirme oranlarının çok yüksek olduğunu vurguluyor. İş kazası mağdurlarının çektikleri acı yetmezmiş gibi bir de sosyal açıdan dışlandıklarını ifade eden yazar, taşeronlarda geçen iş kazalarının istatistiklere ve sosyal bilançolara yansımadığını belirtmiş.



İşletmelerin kendi çalışanlarının taşeron işçilere " yabancı" olarak baktığını, kendi istihdamlarının devamlılığına bir tehdit olarak algıladıklarını, meslek liseleri gibi okulların işveren ve yönetici suçlarına karşı okulun; sağlığını koruması için gençlere haklarını öğretmediğini, işyerindeki takdir yokluğunun ve bu yokluğun yarattığı tekinsizliğin kişinin kendisine yönelik bir şiddete dönüşmesinin ( intihar ) mümkün olduğunu vurgulayan yazar, Okulların istihdam için susmak ve boyun eğmek gerektiğini öğrettiğini vurgulamış. Güvencesizleştirme ve iş yoğunluğunun arttırılması süreçlerinin meşruluğu çalışanları intihara dek sürüklerken, İş Kanunun yükümlülüklerini yerine getirmeyen yöneticiler cezasız kalmaktadır diyen yazar, sanayi hastalıklarından silikozun anlamı ve tarihçesine geniş yer ayırmış. Çok sayıda mağdurun hayat hikayelerine ve ifadelerine yer ayırdıktan sonra, adaletin 2 vitesli olduğunu zenginler için yumuşak ve ağır, fakirler içinse sert ve hızlı işlediğini belirtmiş. Meşru suspayı olarak kullanılan tazminatın, tıpkı üretimdeki ESNEKLİK kelimesi gibi gerçekleri gizlediğini ( iş yoğunluğunun arttırılması, iş kolektiflerinin parçalanması, işten çıkarmaları, işsizliğin yapısallaşması, geçici iş uygulamalarıyla yaratılan erozyon gibi ) belirtmiş.

Emir vericilerin en düşük fiyat mantığını dayatmasına olanak veren ihalelerle taşeronlar dahi kendi içlerinde rekabete sokulduğunu böylelikle işçilerin işveren karşı birlik olmaktansa, müşterilerin beğenisini kazanmaktansa birbirleriyle mücadele etmeye başladığını belirtip nükleer santral bakım işçilerinin korkunç çalışma koşullarına değinmiş. İstihdamı alınan radyasyon dozuyla yöneten sektörün simsarlığı desteklediğini, taşeronların, işçi simsarlığının modern hali olduğunu, taşeron işçilere yasalara aykırı olarak ayrımcılık uygulandığını ( yıllık radyasyon limitin 20 katını tek seferde alan işçinin psikiyatri servisine beyin yıkama amaçlı gönderilmesi gibi örneğin )  belirten yazar, " VERİMLİLİK ARTIŞI" arayışının, işin sürekli yoğunlaştırılmasında ve çoğu kez işi kaybetme korkusuyla sessizce katlanılan onura saldırılarda kendini gösterdiğini; sömürü isteminin işletme cirosuna atfedilen kutsal değerin herkesin boyun eğmesi gereken bir çalışma prensibine dönüştüğünü ifade etmiş.


Sendikaların işçilerden çok istihdamın devamlılığını düşündüğünü, başkasını tehlikeye atmanın sonuçlarının parasallaştırılarak bir suspayına dönüştürülmesinin meşrulaştığını, iş teftişi memurlarının işinin sıradan bir polislik ve hakemlik dönüştüğünü, çalışma hayatındaki risklere karşı çalışanların değil işverenlerin korunmasına geçilidiğini gelişme ve insani yardım nutuklarının acımasız yeni sömürgeciliğin ( fabrikaların diğer ülkelere taşınması / outsourcing ) uygarlık maskeleri olduğunu belirten yazar, varolan şiddetin karar vercilerin politik seçimlerinden meşruiyet aldığını ve zorunluymuş gibi empoze edildiğinin de altını çizmiş. Asbeste hayır hareketinin kurucularından olan yazar, Amyant'la doygun "Celemenceau" adlı geminin kaderi ve Alang limanı ile ilgili tüm verilerini okuruyla paylaşmış. Sonsuza dek sürmesi istenen ekonomik büyüme taraftarlığının çalışma hayatındaki şiddeti maskelediğini, neoliberal politikaların yıkıcı sonuçlarının tüm ülkelerin çalışanlarının birbirleriyle rekabete sokulmasıyla kamufle edildiğini belirtip, yazarın kendi tecrübesine dayanan önerilerle ve metninin özetiyle kitabını tamamlamış. Üslubunu şahit olduğu vahşetlere rağmen bozmayan yazar takdiri gerçekten hak ediyor. Her çalışanın okuması gerektiği güçlü bir eser. Keyifli okumalar dilerim. Başka incelemelerde görüşmek üzere.







Anarşi - Felsefesi ve İdeali # 1,2 ; Pyotr Kropotkin


"Anarşistlerin geleceğe dair bir düş dünyasında yaşadıkları ve bugünün dünyasına gözlerini kapadıkları sık söylenen bir şeydir. Belki de bugünün dünyasını fazlasıyla görüyoruz, gerçek renkleriyle hem de, yakamızı bırakmayan bu otoriter önyargılar ormanından baltayla dolaşmamızın sebebi budur." ( Syf 35 )

"Ey güzel ütopya! Yöneticilerin, sıradan ölümlülerin zayıflıklarını neredeyse hiç tanımayan yüce bir kast oluşturduklarını kabul eder etmez kurulan sevimli Noel düşü!" ( Syf 37 )

Anarşi - Felsefesi ve İdeali, Pyotr Kropotkin


Yazar değişmezlik ve mutlaklık kavramlarını sorgulayarak metnini açmış, doğa bilimlerindeki kökten değişimlerin siyasi havadaki değişimlere de yansıyacağı öngörüsünde bulunmuş. Bireyciliği yücelten yazar, krallıkların bilimi olmuş tarihin halkların bilimi ardından ise bireylerin bilimi olmaya doğru evrilediğini ileri sürmüş. Düalist çıkarımlara başvuran Kropotkin, parçaların bütünlüğünden bahsederken Doğu felsefesinden izler taşıyan önermeler kullanmış. İktisadın insan toplumlarının fizyolojisi olmaya doğru ilerlediğini belirten yazar, anarşist toplum idealini açılımlamış.

Aşırı üretimin, sermaye ve devletin yoksulluğa mahkum ettiği emekçilerin alım gücünü aşan bir üretim biçimi olduğunu vurgulayan yazar, o dönemde dahi güvencesizleştirme ve iş gücünün geleceğine yönelik tehditlerin vahşi kapitalizmin can damarı olduğunu açık ve sade bir şekilde ifade etmiş: " Açlık tehdidiyle zorlanmadıkça kim iş gücünü alabileceğinden daha azı için satar?" Tembellerin tarih yazamayacaklarını ancak ona boyun eğeceklerini belirten yazar nasyonel sosyalizmi eleştirmiş ve Bolşeviklerin ortaya çıkaracağı distopyayı önceden görüp uyarmış. Emekçileri de eleştirelerine dahil eden Kropotkin, iktisadi ilişkileri emekçiden yana düzenlediği sürece her türlü tahakküme boyun eğmeye hazır olduklarını vurgulamış. Bir canavarı devirirken yerine yenisinin koyulabileceği uyarısından ( sermayenin reddinin ardından devlet tahakkümü / nasyonel sosyalizm ) sonra, sermayenin artı değerinin işçinin işgücünü satma zorunluluğundan kaynaklandığını belirtmiş.

Ürettiği zenginliğe sahip çıkan bir toplumun 4-5  saatlik çalışma saati süreleri ile herkese yeterli bolluğu kazandıracağının altını çizerek açıklayan Kropotkin, caydırıcıların varlığının mı sosyal ilişkilerin ve toplumun devamlılığını sağladığını yoksa insanların içlerinde getirdikleri topluluk olma güdüsünden mi kaynaklandığı tartışmasına girmiş : "Güvenlik hissinin nedeni polis sayısı mıdır? Yoksa cana kast edecek kimsenin olmadığını bilmek rahatlığı mıdır?" Hapishanelerin birer suç üniversitesi olduğunu, kurumların insanları olduklarından daha kötü kimseler haline getirdiğini belirten yazar, İherig, Darwin ve Bentham atfında bulunmuş. Herhangi bir otoriteye boyun eğmenin inisiyatif kaybına ve zihin köleliğine yol açtığını, her zaman için yönetici azınlıkların çıkarına tekellerin kurulmasına aracılık etmiş olan devlet örgütlenmesinin bunların yıkılması için çaba göstermeyeceğini ifade etmiş.

Anarşizmin tarihçesine giren yazar Godwin'den alıntılıyor : " Yasalar, atalarımızın hikmetinin değil, korku, kıskançlık ve tutkularının eseridir." toplumun yönetim olmaksızın da var olabileceğini güçlü bir şekilde savunan yazar, anarşizm ve doğa bilimleri özellikle de "evrim" arasında bağ kurmaya çalışarak anarşiyi bilimsel temellere oturtmaya çaba göstermiş. İktisadi reformlara fazlasıyla bel bağlayan komünistlerin bireyin özgürlük ihtiyacına dikkat etmediğini, nüfusun geçim araçları üzerine baskı yaptığı yönündeki küstah ve elitist inancın yanlışlığını net bir şekilde açıklayan yazar; iktisadi ve siyasi özgürlük taleplerinin anarşinin ortaya çıkmasına neden olduğunu ifade etmiş. 

Çocukluktan mezara tüm eğitim türlerinin yönetimin gerekliliğine ve yararlılığına yönelik bir inanç endoktrinasyonu olduğunu vurgulayan yazar, yönetimlerin başarılarını ve yenilgileri üzerine binlerce cilt yazıldığını ancak özgür cemiyetlere dair kayıtların azlığını göstererek özgür cemiyetlerin en ilginç özelliğinin önceden devletin kontrolünde olan konulara sürekli el atarak yetkinlik kazanmaları olduğunu ifade etmiş. Özgür anlaşmalarda zor kullanmaya gerek olmadığını, kamu ahlakının yasalar ve dinden çok daha önce var olduğunu belirten yazar, güçlü argümanlarla dolu olan metnini sade ve akıcı bir tonda aktarmayı başarmış. Başka incelemelerde görüşmek üzere.

18 Ocak 2014 Cumartesi

Cehennemin Tarihi, Alice K. Turner


Yazar, tüm büyük dünya dinlerinin kendi özel cehennemleri olduğunu ve asla tüm ruhların ebediyen alıkonmayacağını ifade ederek metnini açıyor, ardından hiçbir dinin Cehennem kavramına Hristiyanlık kadar önem atfetmediğini de ekliyor. Cehennemin' peyzajının  imgelem tarihindeki en büyük inşa projesi olduğunu ve bunun baş mimarlarının Homeros, Platon, Dante, Augustinus, Bosch, Milton, Goethe, Blake ve Michelangelo olduğunu vurguluyor. Kitapta Okültizim veya Demonolji bilgilerine yer vermeyeceğini başından belirten yazar, Cehennemin en büyük güçlerinden birinin "iğrenç fantezi" olduğunu, bu kavram sayesinden kurtarılmışların sevincinin lanetlilerin acısına dayandığını ifade ediyor. Ölüler ülkesie ait en eski yazılı kayıtların Sümerlere ait olduğunu, tüm dinlerin aynı motifleri ( Aşılması gereken dağ, nehir, kayık ve kayıkçı, köprü, kapı ve muhafızlar, yaşam ağacı vs. ) kullandığını eklerken Gılgamış destanının açılımlamasına giriyor.


"Cehenneme iniş" motifinin bilinen en eski kaydının Sümerlere ait "İnanna" olduğunu vurgulayan yazar, tüm dinlerde tekrar eden motifleri okuruyla paylaşmış. Kayıp tabletlerin bir tanesinde Gılgamış ve Enkidu'nun ölüler diyarına dair diyaloğunu paylaşan yazar tüm ölülerin o dönemde eşit olduğunu, henüz kurtarılmış veya ayrıcalıklı ruhlar olmadığının altını çiziyor. Bazı Mısır düşüncelerinin Hristiyanlıktaki yankılarını vurgularken Osiris ve Göksel İsa arasındaki benzerlikleri karşılaştıran yazar, Zerdüştçülük ve Veda inancı na dair bilinen verilere girmiş. Zerdüştçülük inancının modern Hristiyanlıkta olağanüstü kalıcı etkilerini olduğunu, kalisk Yunan edebiyatının ve Orpheus kültünün de aynı şekilde etkili olduğunu, helenistik dönemin sanatçılarının Orpheus'un niteliklerini İsa'ya atfettiklerini belirtiyor. Herakles'in Hades'e inişi mitinin, "cehenneme iniş" motifinin defalarca tekrarlanacak olan bir edebiyat türünün ne başı ne de sonu olduğunu gösteren yazar, cehennemi hicvetmenin Klaisk Yunan'da sakıncalı olmadığını çünkü kötülüklerin cezalandırılmasının ölümden sonraya bırakılmadığını belirtiyor.


Erken Dönem Yunan'da ölümden sonra yargılamanın olmamasını, merkezi yargı sisteminin olmamasına bağlayan yazar, yaygın Helenistik dönem kültlerinin Hristiyanlığı 7 büyük günah ve 7 rakamının önemi gibi formülasyonlarla beslediğini tüm bunların kökeninin Zerdüştçülük'e dayandığını ifade ediyor. Mitraik kültlerin aynı zamanda 25 Aralık, Tanrı'nın doğum günü de miras bıraktığını, Vergilius'un Aeneid ,destanının çok kapsamlı tasvirler içerdiğini ifade ediyor. Fiziksel diriliş ve ruhun dirilişi görüşlerini benimseyen gruplar arasındaki görüş ayrılıklarının nedenlerini tanımlayan yazar, bun'un cehennemi peyzaj olarak Yunan ve Roma öteki dünyalarında kabul görmediğini ancak Yahudi inancında mevcut olduğunu belirtmiş. Gnostisizm görüşüne geniş yer ayıran yazar, daha iyi bir dünyanın gölgesinde yaşandığı, gündelik hayatın esasen cehennemde geçtiği fikrini nedenleri ve kökenleriyle irdelemiş. Bu görüşün Platon'a değin dayandırılabileceğini belirten yazar, Geç Antik Çağ'da çileciliğe doğru bir eğilimin var olduğunu, Gnostisizm yorumlamalarının esasen çağa göre modern ve merhametli bulunduğunu belirtmiş. Manicilik, Mani'nin Zerdüşt dininden etkilenerek kurduğu dinin, kadını "karanlığın" bir yaratığı olarak tasvir ederken erkelerin daha "aydınlanmış" olduğunu ileri sürüyor. Maniciliğin Hristiyan manastır sistemini doğrudan etkilediğini belirterek Hristiyan inanışlarına geçiş yapıyor.


Düşüş'ün Hristiyan inanacında ( Cennet'ten Kovuluş / İlk Günah ) kilit metafor olarak rol aldığını Lucifer'in aslında "ışık taşıyan" anlamına geldiğini ve İsa'yı betimlemek için kullanıldığını ancak Ortaçağ'da Şeytan'a bu ismin yakıştırıldığını, Hristiyanların kefaret ve kurtuluşun önemini vurgulamak için ilk günahı fazlasıyla abarttıklarını belirtiyor. Evrensel kurutuluş ve Ayıklama görüşleri arasındaki çatışmayı detaylıca irdeleyen yazar, Augustinus'un İlk Günahı kaçınılmaz biçimde cinsellikle bağlantılandırdığını, Apokalipsis kelimesinin cehenneme yolculuk hikayeleri için üretilmiş bir sözcük olduğunu belirten yazar, Cehennemin peyzajının ve sakinlerinin çağlar değiştikçe nasıl farklılaştığını okuruyla paylaşmış. ilk apokalipsis öykülerinde Cehenneme hükmeden bir şeytan olmadığını, Azrail ve Uriel isimli meleklerin burayı Tanrı adına denetlediğini, erken çağ cehennemlerinin çoğunlukla cinselliğe odaklandığını ve Roma'nın çöküşüyle tüm edebi ve yazılı kaynakların kontrolünün dizginlerinden kurtulmuş Kilise'ye geçtiğini vurgulayan yazar; Görü edebiyatının yükselişiyle ve popülerlik kazanmasıyla Kilisenin de kazandığı gücün kat kat arttığını ifade etmiş.

Feodalizmin görü edebiyatındaki yankılarını irdeleyen yazar, sadakatsizliğin feodal düzendeki en büyük günah olduğunu, Dante'nin cehenneminin en dibinin hainlere ayrıldığını belirtmiş. Kefaret ve ceza kılavuzları çıkaran Kilise'nin, sanat ve şiiri tekeline aldığını, Ahlaki oyunların Ortaçağ'ın sonuna doğru ortaya çıktığını zamanla ceza veya cehennem korkusunun yerini Ölüm korkusunun aldığını alıntılarla okuruna kanıtlamış. Araf, kavramının ortaya çıkışı kilise'ye mezarın ötesinde güçler bahşederken, deizm ve ateizm güç kazanıyordu diye yazar; Bosch'un bazı resimlerinin açılımlamasına girmiş. Erasmus, Deliliğe Övgü; Milton, Kayıp Cennet; Bosch, Dünyevi Zevkler Bahçesi açılımlarını okuruna sunan yazar, optik ve saat yapımındaki gelişmelerin 17 yy da "akıllı tasarım ve "makanik evren" görüşlerinin doğmasına yol açtığını ifade etmiş.Marquis de sade'den sonra ahlaksal bağlanışarın son bulduğunu, sanayi çağında uyuşturuculara kolay erişimin görüleri daha ulaşılabilir kıldığını belirtip Goethe, Willam Blake, Percy Shelley, Coleridge, Baudelauire, Rimbaud alıntıları vermiş.


Victoria dönemiin kendi kültünü, hayalet ve gizem hikayelerini, korku türünü doğurduğunu belirten yazar, Mary Shelley, Frankenstein, Edgar Allen Poe, Bram Stroker, ve Stevenson atıflarında bulunmuş. Modern dünyanın 4 peygamberinin cehennem ve din üzerindeki görüşleri iyice zayıflattığını bu kişilerin Darwin, Marx, Nietzsche ve freud olduğunu belirtiyor. Joyce, Dostoyevski,, Sartre, T.S.Elliot atıflarında bulunan yazar, depresyon ve şizofreni olmak üzere çoğu kitapta delilik ve cehennem arasında bağlantılandırma yapıldığını belirtmiş. Cehennemin, dinsel öğretiden yavaş yavaş silineceğini veya değişime uğrayacağını ama metafor olarak değerini yitirmeyeceğini söyleyerek metnini kapatmış. Çoğu İncil alıntısı ve görüşlerin kıyaslanması bölümleri bazı okuyucuları sıkabilir ama detaycı ve incelikli bir derleme olan bu eser konuyla ilgilenen herkese çok şey sunacaktır diye düşünüyorum. Keyifli okumalar dilerim. Başka incelemelerde görüşmek üzere.






Mim

1. Şimdiye kadar okuduğunuz kitaplardaki en gerçekçi ikili ilişki hangi kitapta ve kimler arasında oldu?

Kaplan Kaplan / Alfred Bester, Gully Foyle ve Olivia arasında geçen, mahvolmaya mahkum ilişki... Okuyanlar hatırlayacaktır. Olivia, Foyle'un aşık olduğu kadın olmasının yanında onu canavara çeviren olayların emrini veren kişidir aynı zamanda.

2. Kitaplarda hangi tür insan tipinin daha çok yer almasını istersiniz?

Derin arka planları olan travmatik geçmişlere sahip karakterlerin, her zaman tutar.

3. Hangi iki kitap türünü birbirine karıştırmak istersiniz? ( bilimkurgu-polisiye vb.)

Macera / Bilimkurgu... Space Opera tarzında olması tercihim. Küçüklüğümden beri çok sevdiğim bir kombinasyondur. Bknz. Cobra : Space Adventure

4.Kitaplarda ana karakteri en gerçekçi kılan ve onu sevdiren özellik nedir?

Samimi olması, binlerce kez yazılmış ucuz sözcük dizinlerini ardı ardına kusmaması, yazarın geçmişi veya kişisel içgörüsünü de içeren görüşleri inandırıcı şekilde savunabilmesi bence onu en gerçekçi kılan motiflerdir.

5.Betimlemeler ne derece önemlidir?

Betimlemelerin yazarın edebi gücünü ve yaratıcılığını konuşturabileceği en önemli yerlerden biri olduğunu düşünüyorum. Ezber bozan, pastoral tanımlamaların dışında betimlemeler her zaman güçlü vurgular içeren motifler taşıdığını düşünüyorum. Bir örnekle açıklayayım : "trafik lambaları baktıkları sokaklara dar kafalı tanrılar gibi hükmediyorlardı." ( Öteki Dünya / J. G Ballard )

NOT: Mim atıp fikrimi sorduğun için çok teşekkür ederim. Umarım tatmin edici cevaplar verebilmişimdir.

10 Ocak 2014 Cuma

Beton Ada, J.G. Ballard


Robert Maitland, iş dönüşü kaza yapar ve 3 otobanın kesişim noktasındaki bir trafik adasına hapsolur. Onun geçmiş başarıları veya modern kimliği bu vahşi kara parçasında hayatta kalma mücadelesinde işe yarayacak şeyler değildir. Eğer hayatına geri dönmek istiyorsa, bu hurda cehenneminden kurtulacaksa daha derinlerdeki bir şeyi uyandırmak zorundadır: İçindeki vahşiyi...

Yazar, gene gerçek dışı görülebilecek kurgusunun gerçek olabilirliğine okurunu ciddi biçimde inandırırken muhteşem benzetme ve tasvirlere başvurmuş. Maitland'ın kazasının kasıtlı, öz yıkım edimleri çerçevesinde gerçekleşmiş olabileceği iması tüm metne hakim. Karakter üzerinden yazar, sorumluluklardan ari olmak için mahsur kalmaya ihtiyaç olduğu argümanını öne sürmüş. "Ada", fazlasıyla canlı imgelerle tasvir edilmiş, çok katmanlı imaları kendisinde toplayan bir motif: hem izole insan imasını hem çağın ruhunu temsil ediyor. Adadan kaçabilecek olmasına rağmen umudunu yitiren karakter, yaralarının da etkisiyle sosyal bağlamda geriliyor ve ilk ihtiyaçlara yönelirken içindeki vahşiyle tanışıyor.


Karısının adını kurtarılmaya muhtaç bir çocuğun duası gibi tekrarlayan karakter, içindeki suçluluk ve öfke gibi  enerji rezervlerine temas ederek adayla mücadele etmeye yöneliyor. kadınlara karşı gömülü kalmış bir nefretin psişik yaralarını taşıyan Maitland, Freudyen göndermelerin merkezinde karakter olarak sunulmuş. Animist çıkarımlara başvuran yazar, Adayla bir olmak arzusunu belli pasajlarda çok güçlü işlemiş. Vücudundaki enfeksiyonun ateşi , modern dünyaya ait bu adamı yakıyor, geriye yeni varoluşa aç bir vahşinin bedenini bırakıyor; yazar bu pasajları bir geçiş ritüeli tadında kurgulamış. karakterin Öz yıkımını paylaşan adanın diğer sakini Jane, karşılıklı bağımlılık zincirinin diğer parçasını oluşturuyor.Adamın sürekli istemeye ve talep etmeye, kadının ise nefret edecek birilerine olan ihtiyacı bu derbeder modern çağ kazazedelerini ham yakınlaştırıyor hem uzaklaştırıyor. Jane için 2 farklı adam olan Maitland karşıt temsilleri bünyesinde barındırmakta. Sado - mazo bir ilişkinin temellerini atan karakter, hakimiyet kurma yolunda Makyavellist edimler sergiliyor. 

Onanma ve yalnız kalma arzusunun çatışmaları, adanın diğer sakini Proctor'da vücut buluyor. Ada'nın diğer şahsiyetleri Maitland'ın psyche'sinin içindeki temaların açılımları olarak da yorumlanabilir. Ada, sadece varolarak, doğanın çağrısını, ilkelliğe dönüş çağrısını tekrarlıyor. Modern vahşinin zorunlu tatilini benimsemesi yoğun nevroz imalarında bulunurken, akan trafiğin kaza yapmış olan biri için bile durmaması yükselen kayıtsızlığın altında kalan Modern Batı'ya güçlü bir yergi olarak okurun karşısına çıkmakta. Katman katman yükselen imgeleri ve çarpık "soylu vahşi" motifiyle dolu başarılı bir roman. Keyifli okumalar dilerim. Başka incelemelerde görüşmek üzere.

NOT: Nickelodeon'un CatDog serisinin bir bölümü, " The İsland" bu kitaptan esinlenmiştir, aynı zamanda "Makinist" filminin ekibinin bu filmin çekimlerine başladığı söylentileri dolaşıyor... ilgililere duyrulur.



8 Ocak 2014 Çarşamba

Bonobo Ve Ateist, Primatlar Arasında İnsanı Aramak; Frans De Waal


Yazar, metnini Kitap boyunca sıklıkla alıntılayacağı Bosch'un "Dünyevi zevkler Bahçesi" yorumlamaları ile açıyor. Evrim konusundaki çatışmanın gerçeğin kendisi ile değil onunla ne yapılacağıyla ilgili olduğunu belirten yazar, Dostoyevski ve Karamazov kardeşler atfından bulunmuş. Memelilerin birbirlerinin duygularına karşı duyarlı olduğunu, kuşların dahi birbirlerinin acısını hissettiğine dair kanıtlarıyla sunan yazar, bir hayvanın ne kadar az sayıda yavru dünyaya getirirse onlara o derece iyi bakacağını ifade etmiş. Yerkes atfından bulunduktan sonra Matriyarşi ile yönetilen evrim edebiyatının kara koyunları olan bonobolara geçiş yapmış. Okurlarının tahmin edebileceği gibi ataerkil edimleri hayvanlar üzerinden onatmak isteyen bilimadamlarının pek hoşlanmadığı bir tür bu.

İnsanların başkalarının ne düşündüğüne çok fazla önem verdiğini, davranışlarını düzeltmeleri için duvara yapıştırılmış bir çift göz resminin dahi yeterli olduğunu ifade eden yazar, dinin bunu çok uzun zaman önce keşfettiğini bu yüzden Tanrı'yı sembolize etmek için her şeyi gören göz imgesini kullandığını belirtmiş. Ahlakı bir grup değişmez ilke veya kanun olarak görmenin dinden kaynaklandığının altını çizen yazar, hominidlerin empati kurabildiği argümanını güçlü bir şekilde savunmuş.Huxley, kropotkin atıflarında bulunana yazar, esas çatışmanın doğa vs. medeniyet olduğu bir kulvara girmiş ( nature vs. nurture ). Haidt'e göre kararı duygularımızın verdiğini, insan mantığı bu kararı akla uygun hale getirmek için elinden geleni yaptığını belirten yazar, Medawar'ın çıkarımlarından bihaber gözüküyor. Toplulukçu mirasa ait deliller , mevcut din ve medeniyetlerden 100 bin yıl öncesinde ahlakın geliştiğini vurgulamakta.

Primatlarla ilgili bilgilerine dönen yazar, çoğu cinayetin maymunlarda sınır kavgalarında işlendiğini ancak bonoboların sınırlarda dış gruplarla seviştiğini ifade etmiş. Lorenz atıflarında bulunan yazar, avcılık ve saldırganlığın sıklıkla karıştırıldığını vurgulamış. Clarke ve Uzay Macerası 2001 atfı yapan yazar, bonobo cinselliğinin ilginç yanının tümüyle rastgele ve sosyal hayatla içiçe olması olduğunu belirtmiş. rosseau ve "soylu vahşi" konseptine atıfta bulunan yazar, amigdala ve ön insula gibi başkalarının üzüntüsünü algılamakla ilgili bölümlerin bonobolarda da çok gelişmiş olduğunu belirtiyor. "Militan ateistler" e ( Bknz Dawkins ) sıklıkla saldıran yazar tüm kitap boyunca ateizm ve dini barıştırmak gibi uç bir ideal peşinde koşmuş. Bu çatışmanın din tarafında olduğunu sıklıkla sergileyen Waal ne yazık ki erkek sünneti ve kadın sünnetini bir tutan bir biyolog.

"İnsanın geride dinin ateizm tarzını da belirlediği" yönünde bir itirafta bulunan yazar, akademik yobazlık eleştirilerinde bulunuyor ve Garcia etkisinden söz ediyor. Kendini içinde dahil etmediği " rasyonel elitleri" bolca taşa tutan Waal'ın tüm metnine " Kanıt yokluğu, yokluğun kanıtı değildir." argümanı sinmiş. kimi yerde insanmerkezci postulatlar kuran yazar, Ekman'ın mikro ifade deneylerine atıfta bulunuyor. Öncelikle Makak maymunlarında  keşfedilen ayna nöronlar üzerinden empati ile ilgili argümanlarını geliştirmeye devam etmiş. Sinirbilimin, insan ve hayvan duyguları arasında kesin bir sınır çizemediğini, bilinçdışı olduğu için empatinin beden kanalını görmezden geldiğimizi ifade etmiş. Dinbilim öğrencilerine yapılan ünlü " İyi Samiriyeli" deneyinden bahseden yazar deneyi anlatmış ama deneklerin dinbilimci olduklarından bahsetmeyi unutmuş???



 Sosyal hiyerarşi sogusuna ve Lorenz'in "gagalama sırası" ( pecking order) a atıfta bulunan yazar, sosyal beriyerlerden bahsetmiş. Ünlü marshmallow deneyi anlatan yazar Bosch'un Bahçe'sinin cehennem kısmını detaylı olarak yorumlamış. Akıllı tasarım ve "gözün evrimi" tartışmasına dahil olan yazar, bu konuda dawkins'in hakkını vermiş. Kitty genovese gibi sosyal psikoloji dair güncel verilerden habersiz olan yazar, tozpembe ve romantik bir toplum idealini primatoloji bilgileri üzerinden onatmaya çok uğraşmış. Peter Singer'ı faydacılıkla itham eden yazar, hayvanların kaybı ve ölümü anladıklarına dair anekdotlar paylaşmış. Dinin animist kökenlerini maymunlar seviyesine kadar indirmeye çalışan yazar ne yazık ki nasyonel sosyalizm ile komünizmi karıştırmış. Bekoff atfında bulunan yazar, sosyal medyada son derece ünlü olan "Kapuçin haksız ödeme deneyi" ni yapan waal adalet duygusunun sadece bize ait olmadığını sürü veya topluluk oluşturan canlılarda var olduğunu açıkça gösteriyor. Grup hayvanları olarak evrimleştiğimizi, dünya vatandaşları olarak değil değil diyen yazar, son bölümünü bir bonobonun ağzından metninin özeti olarak kurgulamış ve kapatmış. Fikir siyasetinde zayıf, davranış bilim konusunda ortalamanın üzerinde argümanları olan bir metin. başka incelemelerde görüşmek üzere.

Aşağıda Kapuçin maymunlarının sosyal adaletsizliği bakış açısını bulabilirsiniz:




3 Ocak 2014 Cuma

Öteki Dünya, J.G.Ballard


Richard Pearson, babasının vahşi bir cinayete kurban gitmesi üzerine otoban kasabalarından biri olan Brooklands'a gider. Evliliği ve kariyeri yeni bitmiş olan Richard, ölü bir adamla yakınlık kurmak için onun yürüdüğü yollarda yürüyecek, yatağında uyuyacak ve kasabaya hakim olan garip olaylara dalacaktır. Bilmediği ise çürümenin onun gelmesiyle tavan yapacağı ve kasabanın patlamaya hazır bir cep kıyameti taşıdığıdır...

Yazar akılda kalan ve ezber bozan benzetmeleriyle okurunu şaşırtırken edebi gücünü sergilemekten kaçınmıyor. hayal satmak ve reklamcılık arasında kurulan bağıntılar ve yergi dolu iç muhasebeler son derece çarpıcı. Cenazede bile pazarlama yapmaya çalışan müşteri temsilcileri özellikle güçlü vurgu sunuyor. yazarın kurguladığı kasabadaki iç grup St. George haçı bezeli Tshirtlerle kendilerini tanımlıyor. Kasabanın merkezinde dikilen Metro- Centre bir tüketim katedrali olarak kendi Tv kanallarına, otellerine ve akla gelebilecek her türlü ihtiyaca hizmet verebilecek tesislere sahip devasa mimarisiyle dini bir vecd hali ile alışveriş yapan "tüketiciler"in kendilerini ve ihtiyaçlarını bulduğu bir mekan. Vahşi milleyetçilik ve kafatasçılığın banliyölerde kol gezmesi, yazarın "Süper Kent" romanın kıyısına değin geldiği ama girmediği ırkçılık ve nefret suçlarının açıkça işlendiği yeni bir motif olarak okurunun karşına çıkmakta.


St.George Haçı, ırkçılık çağrıştıran imaları ile son derece güçlü bir motif. Metro- Centre ise insanın benlik duygusunu elinden alan bir neon ve jelatin cehennemi. Nesne- özne algısının karışmış olması tüm eser boyunca kitapta en çok üzerinde durulan motiflerden biri. Metro - Centre 'daki saldırıda ölen ve yaralanan çok sayıda kişi varken, tükeicilerin AVM'nin maskotu olan robot ayılara üzülmesi, önlerinde mum yakması gibi kurgu oyunları bu motife yapılan sağlam vurgular. Bir yerde AVM tanrılarına adanmış bir türbe görevi gören ayılar, aynı zamanda dini vecd ve alışveriş yaparken kendinden geçen insanların durumları arasında bağ kurulmasını kolaylaştırmakta. Yaşanmamış bir hayata özlem duyan Richard, babası öldükten sonra tanımaya çalışıyor. Geçmişin hayaletleri ile yatıp kalkan Richard, tüm distopyalarda bulunan "yabancı, toplumdışı kimse" rolünü üstleniyor. Onun yaşadığı kültür şokları üzerinden okurun kurduğu bağlantılar, özellikle kabile tanımlaması ile altı çizilen pasajlarda ortaya son derece güzel konmuş.


Modern çağın tamtamları Nissan ve Renault'lar, her maçtan sonra kollektif vahşiliklerini ortaya dökmek isteyen holigan ve kafatasşçıların dövdüğü nesneler. Edebi açıdan çok güçlü pasajlar ortaya koyan yazar, şiddet hayalleri kuran küçük bir kasabanın kendi kendine tezgahladığı devrim denemelerinde Le Bon imalarına başvurmuş. Stevenson ve Define Adası atfından bulunan yazar, AVM'nin nevrotik tanrısı olarak kullandığı David Cruise karakteri üzerinden konformizmi eleştirmiş. Tüm bir kasabanın Stockholm Sendormuna itilmesine  neden olacak bir plan "kar marjı" üzerinden tanımlanmış. Kollektif bir şiddet düşüne kreatif direktörlük yapan karakter, Jung ve Freud imaları ile dolu pasajlarda göz dolduruyor. Kabusu dizayn edenlerin kıyamet patlak verdiğinde "sıfır noktasında" toplanmış olması, Bireyden topluma, özelden genel bir gönderme atfı taşımakta. Kuşatma altında bastıran Stockholm'u muhteşem aktaran yazar, Sangster karakterini klinik kayıtsızlığı temsil eden, kendi dizginlerini yitirmiş bir sosyal deneyci olarak kurgularken, davranışçı ekolün tanrılarını alttan alta taşa tutmuş.


Yabancılaşmanın son noktalarını bir mesih edasıyla öngören Ballard, rüyasında tükecileri gören Metro- Centre'nin müritleri olarak kişilerin benliklerini yitirmelerini ve nesneleşme yönünde gösterdikleri çarpık çabayı güzel betimlemiş. dayanıklı tüketim malı haline gelmek isteyen kişiler müşteri sıfatlarını geride bırakıp ellerine barkodlar yapıştırarak, reklam cingıllarıyla dua ederek kollektif deliliğe teslim oluyor ve bunu gönüllü bir şekilde yapıyorlar. Düşmüş tanrılarını diriltme arzusuyla mantığın son kırıntılarını geride bırakan tüketiciler, bir cesede mağaza turu yaptıracak kadar ileri gidiyor. Ana motifi olarak çürümeyi kullanan Ballard, tıpkı Gökdelen adlı eserinde olduğu gibi, tekrar tekrar patlamayı bekleyen delilik bombaları kehanetinde bulunmuş. Başından sonuna değin protest bir yazarın en iyi eserlerinden biri olduğunu her haliyle belli eden kitap kesinlikle "Tüketimcilik" kültürüne yöneltmiş en güçlü eleştirileri ve gri alanlarla dolu kurgusuyla okunmayı hak ediyor. Keyifli okumalar dilerim. Başka incelemelerde görüşmek üzere.




2 Ocak 2014 Perşembe

Öteki Dünya # 1,2,3,4,5,6,7,8,9,10,11,12,13 ; J.G.Ballard


"... her şeye sahip olmuş, paranın satın alabileceği tüm düşleri kelepirden bulduğunu sanarak satın almış halde uyuyan kişileri nasıl uyandırmalı?"  ( Syf 5 )


"Ben orada kendimi arıyordum fakat onun yaşamında bir rolümün olmadığı gayet açıktı."  ( Syf 21 )


"... bu geçici hazinelerle çevriliyken, ölüm tehdit edici gücünü yitirmiş ölçüsü sütyen bedenlerinden ve kilobyte kapasitelerinden daha korkunç bir şey olmaktan çıkmıştı." ( Syf 46 )


"Hiçlik hiçlikle değiş tokuş ediliyordu. Bu delice para dolaşımının ardında devasa bir can sıkıntısı hüküm sürüyordu." ( Syf 70 )


"İki yüzlülük orta sınıf hayatının öylesine büyük bir parçasıydı ki, dürüstlük ve doğru sözlülük en dalavereci stratejilermiş gibi geliyordu. En büyük yalan gerçeğe en çok yaklaşandı." ( Syf 87 )


" Tüketicilik bir araya gelmenin kutlanması. Paylaşılan düşler ve değerler, payaşılan umutlar ve zevkler. Tüketicilik iyimserdir ve geleceğe dönüktür. Doğal olarak çoğunluğun iradesini kabul etmemizi ister. Tüketicilik, kitle siyasetinin yeni bir biçimidir. Çok teatraldir, ama biz ondan hoşlanırız. Heyecanlar yönlendirir onu, ama vaatler hep ulaşılabilir şeylerdir, boş retoriklerden ibaret değildir. Yeni bir araba, yeni bir elektrikli cihaz, yeni bir CD player."
...
" Tüketicilik, denklemin pozitif tarafının kutsanmasıdır. Bir şey satın aldığımızda, bilinçaltında bize hediye verildiğini sanırız."
"Ve siyaset, sürekli bir hediyeler seli talebidir değil mi? Yeni bir hastane, bir okul bir otoban?" ( Syf 93 )


"Televizyon reklamı sıçrayıp, gerçekle yanılsamanın arasındaki boşluğu geçer, sahtenin gerçek ve gerçeğin sahte haline geldiği bir dünya yaratırdı." ( Syf 101 )


"Delilik...tabi." Maxted bu sözcüğün tadına vararak divanda arkasına yaslandı ve kalın ensesini siyah deriye dayadı. "Asıl çekici olan da bu, değil mi? Kontrolünü bilerek yitirme özgürlüğü." ( Syf 107 )


"Yozlaşma belli bir derece masumiyet gerektirir." ( Syf 112 )


" Delirmek onlar özgürleştirceekti, ve Hitler'i  seçtiler av partisine  liderlik etsin diye. Sonuna kadar  ayrılmamalarının nedeni budur. Onlara tapınılacak psikopatik bir tanrı gerekiyordu ve bir hiçi tutup yüksek altarın tepesine koydular. Büyük dinler binlerce yıl hep bunu yapmış."
"Gönüllü delilik halleri mi yani? Hristiyanlık? Müslümanlık?"
"Milyonlarca insanı katletmiş, haçlı seferleri başlatmış, imparatorluklar kurmuş muazzam psikopatik delilik sistemleri. Büyük dinler felaket tellallığı yapar. Bugün insanlar kendine geçmişçesine inanıyorlar, ama Tanrıya ancak psikopatoloji yoluyla varabilirler.
...
İnsanların tanrıdan başka inanacak hiçbir şeyleri kalmadığı zamankinden daha tehlikeli hale geldiği bir durum asla yoktur." ( Syf 113 )


" ... Tüketici toplumu bir tür yumuşak polis devletidir. Seçme şansımız var sanıyoruz, fakat aslında her şey zorunlu." ( Syf 114 )


"Birdenbire kazanılacak bir zafer için en kötü hazırlık," derdi bana sık sık, " başarısız yıllar." Peki ya en iyi hazırlık? " Başarılı yıllar." ( Syf 165 )


"Hiçbir şey doğru değildi, ve hiçbir şey yanlış değildi. Ama gerçek, gerçekdışı olanın karşısında ufak bir başkaldırı halindeydi." ( Syf 218 )