21 Aralık 2014 Pazar

Işık Tanrısı, Roger Zelazny



Uzak bir dünyada yeniden kolonileşmeye zorlanan insanlık, teknolojinin gücünü kullanarak tanrılaşmış ve özel yetenekler geliştirmiştir. Orijinal mürettebat teknolojik üstünlükleri elinde tutarak düşük teknoloji düzeyinde bir toplum oluşturmuş ve kendilerini ölümsüz tanrılar olarak taçlandırmışlardır. Aralarından bir tanesi, Sam, İblis tutan, Işık Tanrısı bu düzene son vermek istemektedir. Sürgün edildiği manyetik bulutsudan bilinci geri çağrılan Sam... Cenneti yıkmaya kararlıdır.



Hinduizmin tanrıları suretlerine bürünen elit kesim, zevk içinde dünyaya hükmetmekte. Yeniden yaşam döngüsünün olduğu Hinduizmin seçilmesi, teknolojik bir gelişme olarak kısmi ölümsüzlük sağlayan beden değiştirme ile desteklenmiş. Gelecek yaşamında kelime anlamıyla kurbağa veya köpek olabilme olasılığı insanları hizada tutmaya yardımcı oluyor. “Science fantasy’nin en güzel örneklerinden olan kitap, kavramlarını son derece dengeli kullanmayı başarmış.

Sam’ı geri getirmek için büyük kumar oynayan Gece tanrıçası Rarti ve Ölüm Tanrısı Yama, Sam ile beraber cennetten kovulmuş diğer tanrılar. Sam’in zihni manyetik bulutsudan çağrıldığında ete kemiğe bürünse de zihni hala uzaklarda, bunu aşmak için onun dünyevi zevklerle kuşatılması, tersine aşkıncılık ve hedonizm atıfları yapan öğeler olarak okurları gözüne çarpacaktır. Ölümlülüğünü hatırlamak adına ( memento mori ) gereksiz risklere giren Sam, sıklıkla bilgi ve ahlak felsefesine atıflarda bulunan nutuklar atıyor. Gnostik görüşlerin hakim olduğu ifadeler gece rahipleri üzerinden aktarılmış. Tanrılara yüksek frekanslı duaların yollandığı, duamatiklerin olduğu bir dünyada saf dindarlık ve göstermelik dindarlık bir böceğin yaşamı üzerinden tartışılmış. Kimi yerde çok ciddi sorular soran ( “düşünce / niyet mi suçtur yoksa eylem mi ?” ) metin altyapısının dolu ve kurgusunun sağlam olduğunu her sayfasında belli ediyor.



Psiko sondalar sayesinde mahremiyet kavramı yok olmuş, bu makinelerle zihin okuyan Karma efendileri, kişinin gelecek yaşamında giyeceği beden karar verme yetkisine sahip elit bir ruhban takımı olarak portre edilmiş. Zihin aktarımı, bedenleri sadece kıyafete çevirirken ruhlar göçebe olmuş ki çilecilikle desteklenen Hindusizm pantheonun beslendiği ana kaynak da bu. Bilgi felsefesinden çok güçlü argümanlarla epidemiyoojik açılımlamalar yapan metin,popülist postülatlarını Sam üzerinden yürütüyor. Devrim için gerekli olan şartların sağlanması için çileciliğin şekillendirdiği toplumun değişmesi gerektiğini fark eden Sam, Budizmi topluma katıyor. Aşkıncılıka gönderme yapan ifadeler Budist geleneğin ifadeleriyle aktarılmış.



Jan Olvegg, Tanrılardan ateşi çalan modern bir Prometheus olarak resmedilmiş. Yaşam kalitesi üzerinde kelime anlamıyla belirleyici olan tanrılardan biri olarak Yama etik sınırlamaları tanımayan bilim adamı olarak aktarılmış. Dünya’yı bir avlak ve geneleve çeviren tanrıların bir hediyesi olan beden değişimi, yaş, cinsiyet, toplumsal cinsiyet, aile ve evlilik kavramlarını ciddi biçimde erozyona uğratmış. Gandhi göndermesi, Sam’in pasif direnişi kullanmasında görülebilir ( Bhagavad Gita atfı olarak da algılanabilir tabi ). Gizli Kayıp Cennet atfı yapan yazar, Sam’in iblislerin -ki kendileri dünyanın yerlileri olan yaşam formları idi- zincirlerini kırıp cenneti işgal etmek niyetinde olduğu motifini başarılı bir şekilde kullanmış. Çok güçlü düalist argümanlar yürüten yazar, Taraka ve Sam’ın birbirlerinde hapis olması motifinde gizli Nietzsche atfında bulunmuş ve en başarılı motifini esaret pasajlarında kullanmış.



Doğa üzerinde tahakküm arzusu akıllı kent ve ormanların biyolojileriyle oynanmış canlılarına geçtiği pasajlarda görülebilir. Doğal seçilim döngüsünü kıran teknolojik üstünlükler, düzen ve medeniyet ile bağdaştırılırken, doğa kaos ve vahşi bir varoluş şekliyle tanımlandığı metinde Hobbesçu bir yaklaşım hakim. Jung atfı yapan yazar, esasen Hristiyan olan bir Kara tanrı kurgularken hoş bir ironiye yol açmış. Nirriti, aynı zamanda yaşayan ölülerin de efendisi. Keenset Savaşında teknolojik bilgilerin halk inmesiyle endüstriyel devrimin yolu açılmakla beraber, yeni yetme tanrılar, eskilerin gücüne denk değil. Cennetin gücündeki ciddi gerileme kara tanrının cennete yürümesiyle son buluyor. Tüm metin boyunca Cennete savaş açmış olan Sam’in Tanrılarla işbirliği yapması ve sakin bir geçiş süreci için pazarlık etmesi, metnin tüm argümanlarını suya düşürmese de okura soğuk duş etkisi yaptırabilir. Genelinde aldığı ödülleri sonuna kadar hak eden dolu, ve güçlü bir metin. Bilim kurgu hayranları “ Science fantasy” nin en güzel örneklerinden olan kitaptan ziyadesiyle keyif alacaktır.

13 Aralık 2014 Cumartesi

Vakıf İleri, İsaac Asimov



Seldon’un kaçışı ve Wye bölgesinde başarısız olmuş darbe girişiminden 8 sene sonra, Sterling Üniversitesi’nde Matematik bölüm başkanlığı yapan Hari, Yugo Amaryl ile birlikte psikotarihi geliştirmektedir. Yükselen bir hareketin lideri olan Joranum, psikotarihi açıkça talep eden tehlikeli bir demagog, fikirlerini ialn etmekten çekinmeyecek kadar  da kibirli. Popülist akımın demagog liderin yarattığı politik gerilimi istemeden de olsa üzerine çeken Hari, sessiz sakin kuramını geliştirmek için Demerzel’e yardım etmek zorunda kalır...

Raych’ın kimlik bunalımı ve rolleri arasında seçim yapamayacağı endişesi  ailevi gerilimi de metne bir motif olarak katarken, politikanın çirkin yüzünü alaya alan yazar, karalama kampanyaları gibi manevraları da  güldürü öğesi olarak kullanmış. Cleon’un krizi çözdüğü için Demerzel’in yerine Hari’yi başbakan ataması ortayaşlı tarihçiyi daha çok göz önüne çıkarmak dışında bir işe yaramıyor. Sadece bilgiye sadakat duyan ve sağlıksız biçimde, saplantılarına gömülen Yugo, genç bilim insanlarına ibret öğesi olabilir.Siphos atfında bulunan yazar, toplum mühendisliğinin ilk adımlarını atan hari üzerinden termodinamiğin 3. Yasasına da gönderme yapmış. Entropi her geçen gün Trantor’da daha çok kendini gösterirken yazar Ortaçağ’a özgü, hurafelere inanç ve dogmatizmle de dalga geçmiş.

Joranum’un sağ kolunun vahşi bir darbe planlıyor oluşu ve Namarti karakteri üzerinden Makyavellizm eleştirilmiş. Malthusçu önermeler, Trantor’un nüfus sorunundan bahsederken su yüzüne çıkmakta. Din ve mistisizm sorgusuna giren yazar, Mandell Grubar karakteri üzerinden bireyselcilik vurgusu yapmış ve tek bir bireyin her şeyi değiştirebileceğini belirtmiş. Projesi büyüdükçe akademik kıskançlık ve komplolarla da yüzleşmesi gereken Hari’nin torununun bir telepat olduğunun ortaya çıkmasıyla İkinci Vakıf’ın da temelleri atılıyor.



Çağının ilerisinde her bilim insanı gibi sözlü ve fiziksel şiddete maruz kalan Seldon, romantize edilen bilim adamı motifi olarak işlenmiş. Düalist ifadeler ve argümanlar Seldon Planı’nın Birinci Radyant’ında vurgulanırken metinde de yoğunlaşan entropi, karakterlerin yaprak dökümüne neden oluyor. Tuğla tuğla kurulan Vakıflar ve Seldon Planı’nın mirasıyla umut dolu bir kapanış yapmaya yeltenen yazar, yazdığı en hüzünlü Vakıf romanının etkisini henüz üzerinden atamamış okurlarına aktarmak istediği son vurguları aktaramıyor. Hari’nin son sözleri okuruna duygusal bir yumruk gibi iniyor. Böümlere ayrılmış olan roman, tanıdık karakterlere tek tek veda ederken okurunda güçlü bir iz bırakarak seriyi kapatıyor. Hard SF hayranlarına tam bir şölen.

12 Aralık 2014 Cuma

Vakıf Kurulurken, İsaac Asimov


Heisenberg’in belirsizlik ilkesine atıf yaparak metnini açan yazar, efsanevi karakter Hari Seldon’u zamanının imparatoru Cleon’un karşısına çıkarıyor. Seldon’un gençliğine tanık olduğumuz olaylar serisi Yerini güçlendirmek isteyen imparatorun geleceğin mühendisliğinin yapılıp yapılamayacağını öğrenmek istemesiyle başlıyor. Newtonyan fizik ve kuantum fiziğinin karşılaştırılması üstü kapalı olarak yapılırken statü sorgusuna da girmeyi ihmal etmeyen yazar, pastoral bir özlemi tasvirlerinde can bulduruyor.

 Elitizm eleştirisini Cleon üzerinden götüren Asimov, fazla bolluğu can sıkıntısı ve intihar  arzusuyla ilişkilendirerek Roma döneminin çöküşünü fazlasıyla dramatize etmiş. Hummin karakterini geçit bekçisi rolünde kullanan yazar, Seldon’un gözlerini açarak Galaktik İmparatorluğun çökeceği vaadinde bulunuyor. Metninde askeri harcamaların altyapı ve sağlık alanlarına kaydırılmasını sıkı şekilde savunan yazar, Sterling Üniversitesi gibi eğitim kurumlarını kutsal bir konuma taşıyarak devletin bu kurum üzerinde güçsüz olduğunu belirtirken sarsılmaz ve dokunulmaz bir bilim yuvası hayali kuruyor.



Statü derdi olmayan kıdem çatışması yaşamayan üniversite fikri gerçekten “fantezi” de kaçsa, yazarın kend hayatına atıf sayılabilecek motifler metnin kimi yerlerinde son derece ön plana çıkıyor. Aşırı uzmanlaşmanın bilgiyi ulaşılamayacak bir konuma getiridiğini savunan Asimov, meteoroloji ve “psikotarih” arasında bağlantı kurarken ikisinde doğaları gereği kaotik olduğu gerçeğinden yararlanmış. Küresel ısınma uyarısı ve çevreci endişeleri dile getiren yazar, Trantor’u yapay bir rahim olarak tanımlarken Freudyen imalarla donatsa da çok ciddi sorular sormayı ihmal etmemiş: Tamamen rastlantısal bir durum kurala dönüşebilir mi? Kaos kendi içinde düzenli mi? Buna benzer laf arasında geçen ifadelerle tuğla tuğla kurulan psikotarihi irdelemek hayranları için ayrı bir zevk olacaktır.

Seldon’un düştüğü paranoyayı gergin atmosferle destekleyen yazar, Psikotarih’i dah küçük ve yoğun bir imparatorluk modelinde bir metropolde ( trantor) denenebileceğini ifade ederken Einstein-Bose Yoğuşuğu’na atıfta bulunmakta. Konformizmin uç noktaları Mycogen’li tüysüz birörnek halkta işlenirken yazarın klostrofilik görüşleri bu bölümlerde su yüzüne ( ya da metin?? ) çıkıyor. Gizli Orwell atfında bulunan metin, determinizm ve özgür irade tartışmasını işlerken Dors Venabili özgür iradeyi temsil ederken, Hari Seldon ise determinizmİ savunma rolünü üstlenmiş ( çok ironik bir motif ) Marx alıntısı yapan yazar, yoksul ve düşkünlerin dini inançlarına bağlılığını irdelemiş. Hırçın bir di sorgusuna giren yazar, kültürel görelilik gibi konuları metninin dışında bırakmamış ve Laplace alıntısı ile son görüşünü şekillendirmiş. Erotik kurgu oyunlarına başvurmasında geç dönem eseri olduğu anlaşılan metin geç Viktoryen ahlak kalıplarına saldırmış.




Popülist argümanları Yugo Amaryl üzerinden yürüten yazar,Dahl’da kabaran isyan hareketi üzerinden Fransız Devrimi’ne atıfta bulunmuş ve devrim sonrasına dair postülatlar yürütmüş. Dahl polisinin kötü muamelesi, otorite ve adalet sorgusu motifine taban oluştururken , önemli karakterlerden biri hakkında ardında fazlasıyla ipucu bırakan yazar, hoş bir kurgu oyunu ve romantik bir sonla metnini kapatmış. Tam bir hard SF olan roman, psikotarihin yarıtanrısı Seldon’un kuramı ve maceralarını merak eden tüm Vakıf hayranlarını tatmin edecektir.

11 Aralık 2014 Perşembe

Mikrobun Keşfi, John Waller


Hippokrates ve Galenos’un yolundan giden 18. yy doktorları doğal olmayan etmenlerin, doğa yasalarını çiğnemesi sonucu vücut sıvılarının alt üst ederek hastalığı yol açtığını düşünüyordu diyerek metnini açan ve geçmişin tıbbi yaklaşımına ışık tutan yazar, tıbbın sahip olduğu kusturucu, idrar söktürücü ve müshil cephaneliğinin nedenini vücut sıvılarının dengelenmesi dogmasından çıktığını açıklıyor okurlarına. Dönem doktorlarının insan vücudunu hidrolik bir makine gibi gördüğünü bu yüzden enflamasyona savaş açmanın önemine inandıklarını vurguluyor. Doktorların farklı tıbbi geçmiş ve yaşam tarzına sahip hastalarında dahi etmeni içeride değil dışarıda arıyordu dolayısıyla her hastaya özel bir tıbbi neden uydurulduğunu belirten yazar, aynı zamanda aşağılık kompleksiyle desteklenen doktorların hasta ziyareti yapması, zengin hastaların başucunda saatler harcamaları ve sadece bir hastaya bakmaları gibi nedenlerden ötürü ortaya çıkan hastalığı fark edemediklerini  ve koşulları bireyselleştirdiklerini belirtiyor.



Zehirli inorganik parçacıkları “miasma” olarak tanımlayan tıbbın hala bulaşma kavramına uzak olduğunu ancak “Kara Veba” dan sonra bulaşma algısının oluştuğunu belirten yazar, Avrupa’da bilinen ilk bilinçli aşının 1721’de çiçek hastalığına karşı İstanbul’da öğrendiklerini uygulayan bir İngiliz aristokrat tarafından yapıldığını da eklemiş. 1700’lerde morgdan önceki son durak olan hastaneler, hastaların ölmeyi bekledikleri lağım çukurlarından farksız olduğunun ve Fransız Devrimi’nde varlıklı hastalar da can verdiği için doktorların hastane ziyareti yapmaya fırsat bulduğunu söyleyen yazar, modern tıbba okurun şükretmesini sağlıyor.

Hastaya gösterilen itaatin azalmasıyla toplumsal nezaket kurallarının aşındığını ve böylece fiziksel muayenenin ortaya çıktığını belirten yazar, her yıl yüzlerce kadavrayı kesip biçme lüksüne kavuşan doktorların hastalıkları daha yakından incelemesinin mümkün olduğunu ifade etmiş. Bulaşma savının kaydını tutan ve savunan ilk doktorun İskoçyalı Alexander Gordon ( 1789) olduğunu ekleyen yazar, İgnaz Sammelweis’in karşılaştırmalı araştırma yaparak loğusa hummasının ( kendi hastanesinde ) neden kaynaklandığını bularak bir adım daha ileri gitti diyen yazar, doğumların otopsi odasından doğruca doğumhaneye giden tıp öğrencileri tarafından yapıldığını da eklemiş. John Snow’un modern epidemiyolojinin temellerini atan çalışmasını açıklayıp Liebig ve Pasteur arasındaki yarışmaya geçmiş.

Isının kontrol edilmesiyle ve mayalanmanın organik bir süreç olduğunun ortaya çıkmasıyla üne kavuşan Pasteur’ün , ipekböceklerinin hastalığını incelerken  sekonder zararlanma ve eradikasyonu da keşfettiğini belirten yazar; 1870’lerin sonlarında doktor ve cerrahların bugün aşina olduğumuz sterilizasyon ve güvenlik önelmlerini kulanmaya başladığını ifade etmiş. John Lister’in karbolik asidi keşfetmesi, Robert Koch’un belirli mikroorganizmların belirli hastalıklara yol açtığını kanıtlamasıyla ağır darbeler alan “miasma” algısının parçalanmasının yakın olduğunu, Pasteur’ün şarbon aşısını Roux ( yardımcısı) ve Touissant( rakibi ) yardımıyla bulmasıyla iyice gözden düştüğünü  belirtmiş. Koch’un ünlü 4 postülatını aktaran yazar, lab kültürlerinin geliştirilmesi ve verem mikrobunun izole edilmesi gibi sıçrama noktalarını okuruyla paylaştıktan sonra, bir çok ölümcül hastalığın toplumun fakir kesiminde daha çok görülmesinin seçkin sınıfların hastalıkları tembellik ve kişilik zaaflarına yormasına bunların ahlaki bir ceza olarak görmesine neden olduğunu eklemiş. (“İnce hastalık” son derece zarif seçkin ve soylu insanları da hedef aldığı için bu görüş de aynı zamanda darbeler almış.)



Pasteur’ü yaşamını okuruyla paylaşan yazar, tifo araştırmaları sırasında bağışıklık proteinlerinin keşfedildiğini, birçok doktorun vücudun bağışıklık mekanizmasının ancak yaşayan bir mikropla aktive olacağı düşüncesine saplandığını ancak Richard Pfeiffer’ın bu görüşü yıktığını da ekleyen yazar, 20 yıl içinde ( 1879-1899) tıbbın hiç bu kadar derinden ve hızlı bir değişim geçirmediğini vurgulayarak tıbbın artık bir sanat değil bir bilim halini almasıyla değişim ve gelişmelere daha açk olduğunu ifade etmiş. Yazar, günümüzün tuvalet , sanitasyon, mikrop korkusu gibi konularına değinerek metnini kapatmış.

Bilim tarihiyle ilgilenen okurlar için tam bir şölen.