30 Ağustos 2014 Cumartesi

Zaman Makineleri, Paul J. Nahin



Yazar samimi önsözüyle metni açarken kitabını okumak isteyen kimselerin fizik veya matematik dehası olmasına gerek olmadığını belirtiyor. 2100’den fazla makaleyi inceleyen yazar kitabı tam olarak 2 bölüme ayırmış, herkesin okuyabileceği 400’ün üzerinde sayfa ve teknik notlarla desteklenmiş kuram ve şematiklerin bulunduğu 300 sayfa olarak.

17 ve 18 yüzyılda “ hayal yolculuğu veya “ olağanüstü yolculuk” motifleri bilim kurgunun ( şimdiki adıyla ) ana konusunu oluşturduğunu, bugünün dergi anketlerini yanıtlayan kimselerin geçmişi romantik bir yer olarak hayal ettiğini ifade eden yazar, kitabın konusunu belirten William Blake’den  son derece yerinde bir alıntı yapıyor : “ sonsuzluğu ve ölümsüzlüğü bir saatliğine avucunda tutmak “. Burada bahsedilemeyecek kadar çok atıf ve özet veren metinde, zaman yolculuğunun insanların sihirli dünyasını yeniden kurma, ait olma hissini yeniden kazanma ve dünyayı yeniden güzel bir haline getirme girişimi olduğunu belirtiyor. Distopik gelecek manzaraları ve işlendiği romanlara örnekler veren yazar, insan ırkının sonunu görmek için geleceğe gitmenin çoğu bilim kurgu romanında kullanılan ortak bir tema olduğunu, rüyalar yoluyla zaman yolculuğu yapmanın asıl amacının toplumu eleştiren alt metni destekleyen hikayelerde yaygın bir anlatım biçimi olarak kullanıldığını, düşüncenin zaman ile sınırlı olmadığını belirtiyor.

1940’larda uykuyla geleceğe yolculuk motifi o denli yaygınlaşmış ki tembelleşen yazarların, kullandıkları yöntemi açıklamayı dahi boş verdiklerini söyleyen yazar, dondurularak “ geleceğe yolculuk” yapan karakterlerin esasında “zaman yolcusu “olmadıklarını, sadece zamanın dışında kalmış kişiler olduklarını ifade etmiş. Çeşitli uyuşturucular aracılığıyla zaman algısının bozulmasını içeren hikaye veya romanları incelemeyen yazar bunların zaman yolculuğu olmadıklarını vurgulamış. Zihin yolculuklarını yerinde ve kimi yerde mizahi eleştiriler getiren yazar, zaman yolculuğu temalı çoğu popüler yapıtının elektrik arkları kullandığını bu sayede daha teknolojik bir algı yarattıklarını belirtmiş. Kurgu roman ve bilim kurgu ekolü arasındaki farkları işleyen örnek verdiği hikayeler üzerinden irdeleyen azar; en önemli farkın kurgunun içindeki “ bilim “ ( açıklama ve tutarlılık eksikliği ) yetersizliği olduğunu vurguluyor.



 Yazar,ilk kez Mackaye’nin Panchronicon’da geçmişi değiştirme, nedensel döngüler, kendiyle karşılaşma gibi çelişkilerin belirgin biçimde işlendiğini, Wells’in Zaman Makinesi’nin yayınlanmasından çok önce bu konuların irdelendiğini, bu eserde zamanda geriye giden kişinin gençleşeceği gibi yanlış iddialar reddedildiğini ifade ediyor. Einstein’ın hesaplarını farklı biçimde şematize eden Kurt Gödel’in kendi üzerine kapanan zaman döngüleri ile zamanda geriye yolculuk gibi temalara fiziki altyapı tanımladığını ( fark etmeden de olsa ) belirten yazar, modern anlamda zaman makinesinden söz eden ilk kişinin Wells olduğunu belirtiyor. Tüm kuramsal modellerin aynı zamanda uzayda yer değiştirmeyi de gerektirdiği vurgulayan yazar, okura ilginç bir çelişki de sunuyor: Sabit bir zaman makinesi çalıştırıldığında zamanda geriye giderse 1 saniye önce bulunduğu yerde “kendisiyle” çarpışmaz mı? Ortaya çıkan tahribatın dolayısıyla nedenselliği de yok edeceğini ifade eden yazar, araç çalıştırılmadan önce bu yıkım ortya çıkıyorsa araç nasıl çalıştırılıyor ( baş ağrıtabilir ) diye soruyor.  Konu hakkında yazan çoğu ilk dönem bilim kurgu yazarlarının bu sorunsaldan tamamen habersiz olmakla suçlayan yazar, çok yerinde noktalara dikkat çekiyor. Bu koşullardan Dünya’nın kendisinin Güneş çevresindeki hareketinin de yok sayıldığını da ekliyor. Başka bir açıdan bakılırsa geçmişteki Dünya’nın evrenin genişleme hızı da göz önüne alınırsa milyarlarca km uzakta olacağını vurguluyor metin.



Global zaman ve özgün zaman kavramını başarılı ve basit bir örnekle aktaran yazar, çok yüksek hızlarda yolculuk yapabilmek için zaman yolculuğunun sırrının çözülmesi gerektiğine dikkat çekmiş. Geçmişte üstünlük sağlamak için geleceğin bilgisinin kullanılması düşüncesinin erken bilim kurgu edebiyatının önemli motiflerin olduğunu ve sıkça kullanıldığını belirten yazar son derece ilginç örnekler vermiş. Uzayda hareket etmenin getireceği yaraların zamanda hareket etmenin getireceği faydalarla artmasını dilediğimizi, ileriye veya geriye dönük zaman yolculuğunun askeri, politik, turistik, eğlence ( film vs. ) veya bilim adına yapılan çeşitlemelerle dolu olduğunu belirtiyor. Zamanda geriye yapılan yolculuğun, mezarlarından dirilerek canlanan ölülerle dolu bir geçmişi geri getirmesi sözü edilmeyen dehşet verici bir durum olduğunu da ekliyor. Dolayısıyla zamanda yolculuğun büyük duygusal sarsıntılar tehlikesi barındırdığını, kişisel veya toplumsal sorumluluk kavramlarını da çürüteceğini belirtiyor.

Çoğu bilim kurgu yazarının zaman yolculuğunun imkansızlığını kanıtlamak için çok uğraştığını hatta Larry Niven’ın bunu bir metafizik yasası haline getirdiğini alıntısıyla vurguluyor: “ konuşulan evrende zamanda yolculuğun ve geçmişin değiştirilmesi mümkünse, bu evrende bir zaman makinesin hiç icat edilmeyecektir.” Dede-torun paradoksu ve nedenselliğin doğasına giriş yapan yazar, geçmiş olayların değiştirilemez olması konusundaki sorunun, ilahiyatçıların özellikle ilgisini çektiğini doğasında determinizm ve özgür irade tartışmasını içerdiğini ifade ediyor. Bilim kurgu romanlarının, geçmişi değiştiren paradokslardan sakınan bir sınırlama biçiminde sadece geçmişi gören aletlerle dolup taştığını; çoğumuzun geçmişteki önemsiz ayrıntıların bütün geleceği değiştirebileceği şeklindeki metafizik yanılgıyı benimsediğimizi belirtmiş.  Romanlarda kullanılan Kurt deliklerinin esasen 4 boyutlu uzayın 5. Boyuta katlanması olduğunu, gerçeklikteki çatlakları belirtmek için “kapı”, “geçit”, ve “ayna” motiflerinin sıklıkla kullanıldığını ifade eden yazar, 4. Boyutun genellikle hayaletler, cinler, periler gibi doğaüstü motiflerle ilişkilendirildiğini aktarmış.



4 boyutlu uzay-zamanın blok evren yorumunda asıl felsefi sorunun fiziki görünen kadercilik olduğunu, bunun bir matematikçinin özgür iradeyi reddetmesinin geometri ile süslenmesi gibi algılandığını ifade eden yazar, blok evren modelinin bilim kurgu yazarlarına bilimsel bir temel oluşturduğunu ancak bazı yazarların zaman yolculuğunun evrensel kütle-enerji korunumu yasasını açıkça ihlal ettiğini savunduğunu da eklemiş. Dilbilgisine dayandırılarak yapılan tartışmaların çoğunun  haklılık kabul edilene değin kendini tekrarlama taktiğini kullandığını, tüm düşünürlerin zaman yolculuğunun dilbilimcileri, teoloji alanlarının değil matematik ve fiziğin bir sorunsalı olduğunu vurgulayan yazar, paralel evrenler, kendi içinde tutarlılık ilkesi ( igor Novikov ) gibi farklı yorumlara da kitabında yer vermiş. Nedensel döngülerin tek bir kez yaşandığını, sonsuz zaman döngülerinin ( time loop ) fiziken imkansız olduğunu ancak zaman yolculuğunun statik bir evrende ( blok evren modeli ) kendi içinde tutarlı olduğunu Feynmann ve Wheeler’ın gösterdiğini söyleyen metin, zaman makinesinin ciddi felsefi, sosyolojik, teolojik, tarihi ve psikolojik sonuçları olacağını vurgulamış. Şu açıdan bakılacak olursa tüm tarihin kelime anlamıyla yeniden yazılacağı öngörülebilir: Önemli tarihi kişiliklerin hayatını gözleyebilseydiniz?  Zamanda geriye gidip tüm önemli ülke liderleri, dini ve sosyal figürleri inceleyebilseydik... o zaman ne düşünürdük?

Akıcı ve anlaşılır bir metin kaleme almış olan yazar, antoloji sayılabilecek denli çok sayıda alıntı ve referans vermiş. Son sayfalardaki notlar ve referanslar bölümü de teknik not içermediği için matematik veya fizik arkaplanı olmayan kişiler tarafından da okunabilir. Yüzlerce sayfa boyunca kesin bir şey söylemekten çekinen yazar, olası kuramların geçerliliğini ve nedenselliğe zarar verip vermeyeceğini sorgulamış. Son derece zekice çıkarımlar sunan çok sayıda argüman okuru sıkmayacak şekilde aktarılmış. 

26 Ağustos 2014 Salı

Okçu, Kırık Ok ; Paul Kane


Okçu

Salgından sonra fırsatçılığın ve gaspın hortladığı bir ortamda polis memuru Robert Stokes, eşinin ve oğlunun vefatından sonra Sherwood ormanına kaçmış ve orada insanlıktan geriye kalanlardan uzakta ölümü beklemeye başlamıştır.Devlet görevlilerinin naaş yakma konusundaki duyarsızlığı Robert'ı psikolojik olarak yaralamış ve insanlıktan uzaklaştırmıştır. Ancak ormanın yakınında kurulan pazara şans eseri uğraması ile başlayacak olan olaylar, özenti bir Napolyon'un sefere çıktığı İngiltere'nin kurtarıcısı rolünü üzerine yıkacaktır...

Salgın öncesi ve sonrasının tezatlığının vurgulanmasını son derece başarılı şekilde yapan yazar, yerinde bir "Kara veba" benzetmesi kullanmış. Kaos ve belirsizliğe karşı dini determinizme sarılan insanların hala varolduğu bir dünyada artık İT elemanlarına, muhasebecilere ve emlakçılara ihtiyaç kalmamış. Silah kaçakçısı ve kral özentisi De Falaise'in Nottingham kalesine yerleşmesiyle çarpık bir post feodal düzene geri dönüş yaşayan İngiltere'yi anlatan yazar, zayıf konformizm uyarılarında bulunmuş. Klişe dolu olan metinde ana karakterin sergilediği post travmatik stress sendromu, hayatta kalanın suçluluğundan kaynaklanıyor. Robert'in rüyaları mistik bir yan taşıyor ve ormanla olan bağlantısı metni fantastik bir temaya taşıyor. Robert ve Robin Hood arasında çokça bağlantı kurulmuş, De Falaise ve Hood arasındaki  denklem dualist önermelerle dolu. " Tarihin tekerrür edeceği" şeklinde ifade edilen determinizm sıklıkla karakterlerin ağzından onanıyor. Büyüklük düşleri içinde kaybolmuş vahşi bir Napolyon olan De Falaise, materyalizmin üzerinden sorgulandığı karakter. Yazar, Gustave Dore, İlahi Komedya, Frankestein'in Canavarı, Yüzüklerin Efendisi ve Matrix atıfları yapıyor ve çok da tatmin edici olmayan bir sonla metnini kapatıyor.


Kırık Ok


De Falaise'in tahttan indirilmesinden sonra gittikçe genişleyen Korucuları yönetmek zorunda kalan Robert, ormandan ve rüyalarından kopmuş. Doğu'da yükselen yeni bir tiranın tehdit ettiği İngiltere Satanist bir tarikatın da saldırılarına maruz kalmakta. Tek istediği, evlatlık oğlu ve yeni eşi ile huzur içinde yaşamak olan Robert bu tehditleri ortadan kaldırmak için gene sefere çıkmak zorunda kalacaktır..

 Rusya'daki Çar'ın vahşi yönetimi altında gladyatör dövüşleri geri dönmüş, De Falaise'in adamı olan Tanek'in onun ringinde ortaya çıkması olayların başlangıcı oluyor. Rahip Tate'in Gwen'in kefaretini onun yerine ödemeye çalışması ve inanç sorguları ile çeşni katılmaya çalışılan metin yeni hiçbir çıkarım veya ifade sunmuyor. Kayıtsızlık uyarısının Tanek üzerinden yapıldığı metinde aynı zamanda çıkarcılık da irdelenmiş. Bu kıyamet sonrası dünyanın aslında başka bir dünyanın cehennemi olabileceği düşüncesi agnostik imalar taşıyor. Yazarın temel fiyolojiye meydan okuduğu metin çok sayıda tutarsızlık içeriyor, örnek vermek gerekirse sıfır mesafeden pompalı tüfekle göğsünden vurulan karakterin şans eseri ölmemesi gibi... Robert 'ın karşısında birleşen Çar'ın ordusu ve Satanist tarikat için Hz. Davud ve Calut benzetmesi yapılmış. Rezervuar Köpekleri ve Star Wars atfı yapan yazar, basit kurgu oyunları içeren tutarsız ve kendine haklı bir metin kaleme almış.



25 Ağustos 2014 Pazartesi

Anavatan Operasyonu, Çocukların Savaşı ; Scott K. Andrews


Lee Keegan, salgın sonrası dünyada babasını aramak amacıyla Basra’ya gitmiştir. Uçağı çakıldıktan sonra esir alınan Lee, savaşı henüz bitirmemiş Irak’ı işgal eden İngiliz kuvvetleri ve çılgına dönmüş bir dünyayla yüzleşmek zorunda kalacaktır...

Önyargılı,umarsız ve düşüncesiz Lee karakteri, kör talihin yardımıyla hayatta kalıyor. Kıyamet, ırak’a tedirgin bir barış ortamı sağlıyor, grup çatışmalarının sona erdiğini ortamda savaşacak savaşı kalmamış olan askerler kendi savaşlarını icat ediyorlar. Militarzmin donuk akıllı konformizmi, kıyametten sağ çıkmış ve silahsız sivilleri topluca katledecek kadar zıvanadan çıkmış durumda. Çocuklara işkence yapacak kadar delirmiş olan askerler koşullara uyum sağlamışlar. Bu çağın çocukları artık çocuk değil: Lee saf bir ölüm makinesi. Amerikalıların ele geçirdiği Irak’ta Hannah Arendt’in “Kötülüğün Sıradanlığı”’nı hatırlatan “emirlere uyma argümanı” sıklıkla kullanılmış. Vahşet ve cinayete meyilin aileleri içeriden parçaladığı bu dünyada sıklıkla Freud’un Thanatos’un imada bulunulmuş.



Lee, içten içe şiddete aşık ve ciddi sadistik eğilimler sergiliyor. Eski zaman ve salgın sonrası iögelerinin çatıştığı metinde yazar, okurun suratına sıvarcasına Freudyen imaları, libido ve Thanatos’u sıklıkla kullanmış. Rusya Çarlık dönemine gerilerken, muhfazakar dini liderlerin emirleri altındaki Amerikan ordusu ise dünyayı ele geçirme planları yapıyor. Pragmatist ve makyavellist önermeleri çokça kullanan yazar, koşullardan ziyade vahşete odaklanmış. Lidersiz ve kanunsuz kalınca makineli tüfekleri olan mağara adamlarına dönüşeceğimizin öngörüsünde bulanan yazar, Anavatan Operasyonu’nın halkı silahsızlandırdığı ve tüm kaynaklara el koyduğu metinde , İngiliz ordusunun kendi ülkesini işgal ettiğini kurguluyor.  Kaynak arayışının ve tehdit yönetiminin ön planda olması gereken bir metinde, sadece şiddeti anlatmayı uygun görüyor. Zayıf bir kıyamet sonrası romanı. 


Amerikan ordusunu İngiliz topraklarından silen St. Mark öğrencileri, çevredeki çocukların kaçrılıması söylentilerini ciddiye alacak tek organize ve silahlı grup oldukları için çocuk kaçıranlara savaş açıyorlar. Lee ve Kate güvenliği sağlamak için huzurlu yaşamlarını, Salisbury’nin yaraları henüz zihinlerde tazeyken geride bırakıyor ve sefere çıkıyorlar...

 Caoline üzerinden saf bir militarim eleştirisi yürüten yazar, giriş bölümünde cinayet psikozunun pragmatist argümanlarla irdelenmesini kaleme almış. Çocukça ve çok zayıf kalan argümanları ve kıyamet sonrasına dair yapılan zekice çıkarımlar anlamsız vahşet altında boğulup gitmiş. Pratiklik sorgulanmamış, tıbbi malzeme ve yiyecek temini tamamen havada kalan sorunlar. Vıcık vıcık bir Oedipus iması yapan yazar Freudyen önermeleri okurunun suratına sıvarcasına kullanmış. Lee’nin vahşete olan sevgisi, akıl sağlığını yavaş yavaş kaybettiğini vurguluyor. Teleevangelistler bile kıyamete uyum sağlamışlar: Animist bir ritüelle hayatta kaldığını iddia eden vampir özentisi bir piskoposla aktarılmış.



Robert Stokes ( Robin Hood ) ve Lee Keegan’ın kesişen yolları, Lee’nin elinden sıyrılıp giden akıl sağlığını geri kazanması için gittiği bir diplomatik görevde yaptıkları huzursuz ittifak ile sonlanıyor. Kate Ve Örümcek ( Başrahip ) ‘in kapanmamış hesapları, kıyamt öncesine bir persona ve ömür öncesine dayanıyor. Kate Booker’ın ölümü Jane’in vaftizi ile vurgulanıyor. Cooper karakteri vahşi bir materyalizm ve pragmatizm karikatürü. Özne-nesne teması kayması bu karakter üzerinden irdelenmiş. Çocukça bir harem ve iktidar fantezisi içinde yaşayan Örümcek, diğer tüm karakterler gibi izole ve yabancılaşmış. Küçük toplulukları saran paranoya olası müttefiklerin sokak ortasında infazına dahi neden olacak kadar şiddetli geri tepmeler yaratıyor. Jane’in intikam arzusu ve bencilliği korumaya yemin ettiği çocukları ve dostlarını tehlikeye atıyor. İç grup ve dış grup çatışması St. Mark ve Nottingham Korucuları üzerinden işlenmiş. Güney İngiltere’deki tüm tehditlerin sona ermesiyle kapanan metin çok sayıda grafik detay verilen vahşet sahnesine sahip. Kıyamet sonrasında ebeveynlerine trip atamayan ergenlerin silahlı müttefiklerine ebeveyn muamelesi yapması okurun canını sıkabilir.



23 Ağustos 2014 Cumartesi

Doğuştan Yalancı, İan Leslie



Yazar metnini genel anlamda yalan anlayışımızı irdeleyerek açmış. Yeni tanışan kimselerin 10 dakika içinde ortalama 3 yalan söylediğini, yalancının hep bir başkası ( kesinlikle biz değil ) olduğunu ve gerçeği içinde bulunduğumuz arkaplana göre sürekli yeniden yarattığımızı, esas kültürel normdan uzaklaştığı zaman ifadenin yalan sayıldığını belirtmiş. Kutsal kitaplara kelimesi kelimesine inanılacak olursa en büyük yalancının Tanrı olduğunu belirtip açıklamış: “Adem ve Havva’nın ölmeyeceklerini bildikleri halde onlara öleceklerini söylemiştir. Tanrı ikiyüzlüyse insan neden olmasın?”

Daniel Defoe ve Robinson Crusoe atfı yapan yazar, Humprey’e göre insanın evrimleşmesinin nedenin alet kullanımı olmadığını, toplumsal hayatla baş etmeyi öğrenmenin doğayla mücadeleden daha zorlu olduğunu bu yüzden insanın sosyal arkaplanın evrimleşmesinde kilit etmen olduğunu vurguluyor. Jane Goodall ve orangutanlarla yaptıkları çalışmalara değinen yazar, atalarımızın yaşadığı çevrede hayatta kalmanın ancak başkalarına karşı olan davranışların etkilerini sezerek mümkün olacağını ve bu sayede aldatılan ve aldatan arasında evrimsel bir silahlanma yarışı başladığını aktarmış. Hayvanlar aleminden aldatma davranışlarına örnekler vererek Frans De Waal atfı yapan yazar, beynimizin büyüklüğünden yola çıkarsak 150 kişilik bir sosyal grupla etkileşime girebileceğimizi ifade etmiş. Aldatma sıklığının türün neokorteks büyüklüğüyle ilgili olduğunu da vurgulamış.



Jean-Paul Sartre ve J.D Salinger atfından bulunan yazar yalan iki şekilde tepki verdiğimizi belirtmiş: Huzursuzluk , kurnazlık ve zekaya gösterilen hayranlık. Montaigne, Darwin, Kant, Nietzsche,Homeros atfı alıntıları yapan yazar, insan dışı primatlar ve küçük çocukların davranışlarındaki benzerlikleri gözler önüne seriyor: Muziplik, Rol yapma, Örtbas etme, Dikkat dağıtma. Küçük çocukların yalanlarının basit ve savunmaya yönelik olduğu itirafın çabuk geldiğini belirten yazar, bu koşulların 4 yaş civarında değiştiğini söylemiş. Çok küçük yaştaki çocuklar için onların zihninden geçen diğer herkesin zihninden geçen aynı olduğunu, çocuğun diğer insanların kendi zihni olduğunu algılamasının 3-4 yaşları arasında denk geldiğini belirtmiş.

Yazar en iyi yalancıların insan davranışlarını en iyi şekilde okumaya eğilimli kişiler olduğunu, bu nedenle otistik çocuk ve yetişkinlerin yalan söyleyemeceğini aktarmış; yalan söylemenin  ileriyi düşünme,strateji kurma ve akıl yürütme gerektirdiğini ; çocukların büyüdükçe yalan söylememeyi değil ne zaman söyleyeceğini öğrendiğini belirtmiş. Lincoln ve Jane Austen atfı yapan yazar, çocuğun sürekli karakterinin sorgulandığını hissettiği durumlarda aldatmayı arkasına saklanılacak bir şey olarak göreceğini okuruyla paylaşmış. Konfübülasyon hastalarından bahsedip, William James, Antonio Damasio, David Hume ve Robert Louis Stevenson atfında bulunan yazar, sanatsal hikayecilik ve yalancılığın birbirine çok yakın olduğunu vurgulamış. Sanatın gizli bileşeni yalan olan bir hakikat olduğu çıkarımını yapan yazar, psikopatların doğru ve yanlış arasındaki farkı bildiğini ancak hissedemediğini ifade etmiş.

Yaygın inanışın, diğerlerine güvenmeye eğilimli olanların kolay av olacağı, yüksek güvenin saflıkla bağdaştırıldığı ancak bu görüşlerin yanlış olduğunu belirten yazar, kolay aldanmak ve kolay güvenmenin çok farklı şeyler olduğunu vurguluyor. Yalan makinesinin tamamen tutarlı ve güvenilir sonuçlar verdiği inanışının ve reklamının da bir yalandan ibaret olduğunu aktaran yazar, adalet ve toplumun gözünü boyama arasındaki farkı irdelemiş. Sahte itirafların yoğun polis sorgusu altında verildiğini, sonuca ulaşma konusunda baskılanan polisin suçladığı kişide itirafta bulunmasının kendisi için daha iyi olacağı fikrini doğurma konusunda uzman olduğunu aktarmış. Hafızanın şaşmaz bir bilgi deposu olmadığını boşluk olan yerleri kendimizin doldurduğunu belirten yazar, yalan makinesinin mucidi ve Dc Comics’in Wonder Woman karakteri arasındaki ilişkiyi de okuruyla paylaşmış.



Paul Ekman’ın ünlü “Mary” anekdotu üzerinden mikro ifadelere giriş yapan yazar, Darwin’in yasaklı kitabına ve ifadeleri ilk kez anatomik olarak tanılamaya çalışan Duchenne’e atıfta bulunmuş. Başkalarını olduğu kadar kendimizi aldatmaya da yatkın olduğumuzu, çoğu zaman harekete geçip ardından motivasyon ve nedenler kurguladığımızı aktaran yazar; hukukun büyük çoğunluğunu yetersiz kanıtların oluşturduğunu ifade ederken modern hukuk sisteminin güvenilirliğini sorgulamış. Güçlü telkin ve konformist baskıların işlenmemiş suçları bile itiraf ettirdiğini de eklemiş. Beynin sağ ve sol yarıkürelerinin ve Corpus Callosum’un işlevlerini belirten yazar, yabancı el sendromunu, bilişsel uyumsuzluk teorisini açıkladıktan sonra, Freud, Coleridge, Schopenhauer, Camus atfında bulunmuş. Matıksallaştırmanın nefes almak kadar doğal olduğunu kendimizi özellikle “ideal imajlar” kurgulayarak kandırdığımızı ifade edip normal insan beyninin gerçekliği belirgin şekilde iyimser bir filtreden geçirerek işlediğini söylemiş. Çeşitli çalışmaların orta seviyede depresif kişilerin gerçekliği daha net algıladığını gösterdiğini ifade ettikten sonra uyarmış: “Kendini veya başkalarını aldatma bir kişi veya grup için faydalı olabilir ancak türümüzün geleceği için ölümcül olma riski taşıyor.”  Yazar, en iyi yalancıların kendine daha iyi yalan söyleyebilenler olduğunu belirtip yalanın farklı alanlardaki kullanımlarına geçmiş.

Plasebo’ları açıklayan yazar, bir yalan tedavi edebiliyorsa bunun sebebinin bir anlamı olmasından ileri geldiğini; anlamın da insanlar arasında oluştuğunu içlerinde oluşmadığını; ona inanmadığınız sürece bir yalanın sizi iyileştiremeyeceğini ifade etmiş. Şifacının kötü bir şeyi ( ruh, tümör, böbrektaşı vs. ) bedenden çıkardığı şeytan kovma ya da kesip atma metaforunun tıbbın yararlandığı en güçlü cephanelerden olduğunu aktaran yazar, ardından reklam sektörüne geçmiş. Reklamcılığın sadece bilgiyi iletmek değil aynı zamanda tüketicinin almaya razı olacağı sembolik bir değer üretmek  olduğunu ve anlamın tükenmez bir kaynak olduğunu okuruyla paylaşan Leslie, yüklediğimiz anlamların en temel fizyolojik etkileri bile derinden etkilediği gösteren örnekler sunmuş: Bir asker ve sivil aynı yaralara sahip olabilir ama farklı şekilde tecrübe ederler. İlaçların basit bir farmasötik kapsül değil, aynı zamanda değişken bir hikayeler evrenine dair semboller oldukları çıkarımını yapan yazar bu bölümü kapatıp yalanın etikle ilişkisine geçiş yapmış.

“Kapıdaki katil” motifini okuruna açıklayan yazar yalanın doğasını sorgulamış: Yalanın kendisi kötü müdür yoksa nasıl kullanıldığına göre bu durum değişir mi? Silahlı bir adam kapınızı çalıp içerideki arkadaşınızı sorsa... sofuluğunuzdan ötürü arkadaşınızı ( tıpkı İmmanuel Kant gibi ) açık edip kaderini mühürler misiniz yoksa hiç tanımadığınız ve amaçları bilmediğiniz bu tehlikeli kimseye ( pragmatik amaçlarla ) yalan söylemeyi mi tercih edersiniz? Modern yalan anlayışını Aziz Augustinus’un yaratığını, 8 maddelik bir yalan hiyerarşisi dahi oluşturduğunu  ifade eden yazar, yalan beyanın tarihçesini okuruyla paylaşmış. Batı’nın yalanı yasaklayışının ardından o toplumda bireyin yüceltilmesinin yattığını Batı ve Doğu’nun yalana çok farklı gözlerle baktıklarını aktarırken yazar, kültürel arkaplanlarında etik ve sosyal kabuller üzerindeki esnekliğini gözler önüne sermiş. Beyaz yalanları, gündelik sosyal sorunların açtığı yaraları kapatan yara bantlarına benzeten Leslie, küçük yalanların biraraya gelip büyük kamusal yalanlar oluşturabileceğini, modası geçmiş gelenekleri sosyal uygulamalarının insanlar onlara inanmayı bıraktıktan sonra da sürmesini sağladığını öne sürmüş.

Nörofizyoloji, sosyoloji, evrim psikolojisinden sıklıkla yararlanan yazar, her sayfası bilgi dolu bir kitap kaleme almış. Popüler bilim adı altında sayfa doldurmak adına verilen boş anekdotlar bu eserde mevcut değil. Son sayfalardaki ileri okuma da detaylı ve bölümlere göre ayrılmış bir kaynakça olarak ilgililere hitap edecektir. Konuyla ilgilenen herkesin sıkılmadan ve mesleki jargonla boğulmadan okuyabileceği keyifli bir kitap.