26 Ağustos 2013 Pazartesi

Kurma Kız # 1,2,3,4; Paolo Bacigalupi

"Evet, iyi yüreklisin ama öfkelisin. Sükunet yok içinde. bayılıyorsun çatışmalara." Dudak büzdü. " Yani başıboş bıraksam dövüşeceksin, biliyorum. Cezalandırsam yine dövüşeceksin, onu da biliyorum."(sayfa 196)


"Yeni bir umut saçmalığı... Engelleyemiyordu Hok Seng umutlanmayı. Elinde hiçbir şey kalmadığında bile çabalayanlarandı...." (sayfa 490)


"Aynı kusurlu tanrıların ürettiği, birbirini anlayan yaratıklardı ikisi..." (sayfa 515)


"Ama önem taşıyan şey kent değil. Halk. Halkı köleleşmiş bir kentin neye faydası var söylesene?" (sayfa 522)

Kurma Kız, Paolo Bacigalupi


Uzak gelecek... Kaynakların tükenmesi ve ekolojik kıyametten sağ çıkan insan ırkı, devasa şirketlerin oyuncağı haline gelmiştir. Gen-kırıcılar yarattıkları canavarların bir geri çağırma şansına sahip olmadıklarından ölümcül hastalıklar, yeni canlı türleri ortaya çıkmış; eskilerinin yerine geçmiştir. Agrigen, Purecal gibi devasa şirketler gri marketin sınırlarını zorlamakta kar amacıyla asla sömürgeleştirilmemiş Tayland'ı bile pazar paylarına sokmaya çabalamaktadır. Agrigen'in sağlam gen-saptayıcılarından biri olan Anderson, kendi üretimleri olmayan ve tarıma son veren hastalıklardan etkilenmeyen yeni bir meyveye rastlayıp Tayland'da kalmaya karar verdiğinde tek düşüncesi gen bankalarını yağmalamaktır. Ancak kurma kız Emiko ile tanıştığında tüm planları suya düşer...

Ekolojik kıyametin vurduğu Dünya'da deniz seviyeleri yükselmiş sahil şeritleri ve önemli metropolleri haritadan silmiştir. Vahşi mutasyonlar yüzünden gen mühendisliği yapılmış çeşitler dışındaki gıdaları acımasızca yok eden hastalıklar ortaya çıkmış ve açlığı en önemli sorun haline getirmiştir. İnsanları kırıp geçiren "habbe pası" karantina müdürlüklerinin bir nevi polis kuvvetine dönüşmesine yol açmış ve Çevre Bakanlığı'nı her acil durum karşısında göreve hazır ufak bir orduya çevirmiştir. Yaratılan canlılar diğerlerinin yerini almış, milyonlarca yıllık evrimin kalemlerini yeryüzünden söküp atmıştır: "Chesire kedileri" gibi...( Lewis Carrol atfı ) Gen mühendisliği yaşlı nüfusu çok olan gelişmiş ülkelere de yaramış yeni bir canlı türünün doğmasına neden olmuştur: Kurmalar. Motor fonksiyon bozuklukları ile sıradan insanlardan ayırt edilen bu kısır canlı türü, insanın yeni kölesi olarak okurun karşısına çıkıyor.

Petrol ve kömür öncesi çağa geri dönen Dünya, sanayi devriminin öncesini yaşamamakta. Metanla enerji yüklenen burmalı yaylar ve pedalla çalışan bilgisayarlar gibi icatlar hala endüstri çağını yaşamaya çalışan insanın yardımına koşuyor. Ağır yük taşımasında ve fabrika burgularına enerji yüklemesinde kullanılan Megalodonlar imgesi üzerinden hem hayvan hakları ihlallerini eleştiren hem de 3. Dünya'nın ağır çalışma koşullarını sorgulayan yazar; kurguladığı ufak isyanla sessiz yığınların ürkütücü gücünü sergilemekten kaçınmamış. Vahşi çok-uluslu şirketlerin gri pazar sayesinde girdikleri her ülke ve toprağı köleleştirdiğini son derece yalın bir şekilde aktaran yazar, insanın kibrini doğa üzerinde açtığı onarılmaz yaralarla okura taşımış. Tanrılığa soyunan gen- kırıcıların çocukları "Kurmalar" Japonya'nın modern geyşa ve askerleri pozisyonunda bulunmakta. Çocukluktan itibaren "itaat" ve "hizmet etmek" için programlanan, endoktrine edilen Emiko gibi binlerce Kurma insan olarak bile görülmüyor ve her türlü aşağılanmaya maruz kalıyorlar.

Kurgusunu son derece ilginç karakterler arasında paylaştıran yazar, farklı bakış açıları ve arzuları okuruna sunarken kağıttan karakterler yaratmadığını her sayfada tekrar tekrar kanıtlıyor. Eskiden Triad'ın başı olan Hok Seng şu anda Anderson adına çalışıyor ve tek amacı parlak geçmişini geleceğine taşıyabilmek... Ancak Radikal İslam'ın yükselmesiyle kıyılan Çinliler için hayat kolay değil. Caydi karakteri Çevre bakanlığı'nın korkusuz "Bangkok kaplanı" lakaplı komiseri ve sonuçlardan çok hareketlere odaklanıyor. Anderson, bencil ve acımasız bir iş adamı, deneyimli bir gen-saptayıcı. Emiko ise sadece insan gibi yaşamak isteyen bir Kurma.

Yazar ırkçılığı, çıkarcılığı, vahşi kapitalizmi,deteminizmi karakterleri üzerinden sorguluyor ve çoğu karaktere ekstra boyutlar katmayı başarıyor.Karma algısını kurgusuna yediren yazar, çoğu sürprizde bu öğeyi başarılı bir şekilde kullanmış. Çevreci görüşleri kurduğu ürkütücü distopya da tezatlarla bolca vurgulayan yazar, yöre argosu, inanış ve dini görüşlere hakimiyetiyle okurunun takdirini kazanıyor. Akıcı dili ,sürprizlerle dolu kurgusu, merak öğesini ustalıkla kullanması incelikli gönderme ve eleştirileri ile aldığı tüm ödülleri tek tek hak ediyor. Gözüm kapalı öneriyorum. Keyifli okumalar dilerim, başka incelemelerde görüşmek üzere.


Not: İşlediği konu tam benim kalemim olduğu için daha bir bağlandım diyebilirim.

11 Ağustos 2013 Pazar

Doğal Yaşam ve Başkaldırı, Henry David Thoreau


Çevrecilerin baştacı. Thoreau'nun 1845-47 yılları arasında ikamet ettiği Walden Gölü hakkında tuttuğu günlük ve notlarla, Sivil İtaatsizlik makalesinin beraber yer aldığı kitap.

Yazar metnini, kitle esaretine yol açan ekonomik atılım ve kaygılara hicivle dolu bir yergi düzerek açıyor. Temel ihtiyaçları tanımlamaya kendi öz ihtiyaçları üzerinden  yaklaşıyor. Gösteriş budalalığı ve açgözlülüğü yeren ve sade bir yaşamı öğütleyen metninde tüm statü sembolleri ve yapmacık hayat tarzları ele alınmış. Toplum yaşamını korumak adına bireyin varlığının eritildiğini belirten yazar, kilise de dahil olmak üzere tüm kurumları eleştirmekten geri durmuyor. Dönemin yaygın görüşlerinden biri olan "Mutlu vahşi" kavramı üzerinden toplum ve medeniyet irdelemeleri yapan yazar, son derece lirik tasvirlerle günlük yaşamını ve düşünce zincirlerini okuruyla paylaşmış.

Gününe değer katabilmenin tüm sanatların en yücesi olduğunu, entellektüel arayışların önemini vurgulayan yazar; toplumsal adaletsizlikler üzerinden güçlü betimlemeler yapmış. Üstü kapalı hiciv ve bol tezat kullanan yazar, doğu mistisizmine dair hoş alıntılar ve güzellemelerle dolu pasajlar kaleme almış. insanların hayatlarını değiştirmekten, risk almaktan korktuklarını vurgulayıp saplantılı ve tekdüze yaşanan hayatları eleştirmiş. Tarımsal çabalarını ve elde ettiği kazanımları da okuruyla paylaşan yazar, monokültür uygulamasının yanlışlığına değiniyor ve çiftçileri uyarıyor. tarımın sanayileşmesine, çevreyi düşünmeden tarım ve sanayi hamleleri yapmaya meraklı olan girişimcilere son derece tepkili olan bu münzevi, dünyayı kaybettiğimiz zaman kendimizi bulmaya başlayacağımız argümanını savunuyor.

Gittiği her yerde kurumların kişiye pençesini geçirmeye çalıştığını ifade eden Thoreau, sıkı bir vejeteryanlık savunusu yapıyor. Her türlü uyarıcıyı hayatından çıkarmış olan yazar, bolca İnci alıntısı yapıyor ve kimi yerlerde Bhagavad Gita'dan pasajlar paylaşıyor okuruyla. mitolojiden sıkça örnekler veren yazar, Çok güçlü bireysellik savunuları yapıyor: "Bir adamın topluma karşı tavır almasına gerek yoktur, ama kendi varlığının kanunlarına uymak için takınması gereken tavrı korumalıdır." Doğanın içerisinde gerçeğin kendisini arayan yazar, gereksiz önkabulleri değil, para, şan ,şöhret gibi geçici şeyler değil sadece hakikati talep ediyor.

Sivil İtaatsizlik makalesine geçildiğinde, metni " en iyi yönetim en az yönetendir" prensibi üzerinden kurum ve militarizm eleştirileriyle açıyor. Ticaret ve iş dünyasının esnek olmasaydı kanun koyucuların önlerine koyduğu tüm engelleri aşamayacağını belirten yazar, yönetimin ortadan kalkmasını değil iyileştirilmesini savunuyor. Neyin doğru neyin yanlış olduğuna çoğunluğun değil vicdanın karar vereceği bir sistemin hayalini kuran Thoreau, haklara besleğimiz saygının kanunlara beslenmesinin beklenemeyeceğini savunuyor. Köleliği reddeden yazar, özgürlük meselesinin bile serbest ticaret konusuna öncelik verilmek için kenara konabildiğine isyan ederken hümanist yaklaşımıyla göz dolduruyor. Le Bonvari bir yaklaşımlar insan yığınlarının eylemlerinde çok az erdem bulanabileceğini ifade eden yazar, statü ve sermayenin insanla nesnelerin ve doğanın arasına girdiğinin altını çiziyor. 

Yönetim mekanizması kişiyi başkasına yapılacak bir kötülüğe aracı yapıyorsa yasaların açıkça çiğnenmesi ve dikkate alınmaması gerektiğini belirten yazar, devletin damgaladığı insanların bakış açısının kökten değişmesini kendi nezarethane anekdotu aracılığıyla yermiş. sivil itaatsizlik eylemlerini hiciv ve hoş örneklerle tanımlamış.  Muhteşem benzetmeleri ve detaycı yazını, doğa tasvirleri ile süslenen bu eser, okunmayı kesinlikle hak ediyor. Keyifli okumalar dilerim.

9 Ağustos 2013 Cuma

Toplum Sözleşmesi, Jean - Jacques Rousseau



Ünlü düşünür metnini, toplum düzeninin doğal bir yapı olmadığını, sözleşmelere bağımlı olduğunu söyleyerek açıyor. Aile gibi temel kurumların dahi sözleşmeler aracılığıyla varlığını sürdürdüğünü belirtip Hobbes ve Grotius'a atıfta bulunuyor. "Güçlü olan Haklıdır." mantrasına güçlünün yok olmasıyla ortadan kalkan hakka hak denilemeyeceği argümanı ile baş kaldırıyor. Seçkinciliği sıklıkla hicveden ve yeren yazar, savaşın kişisel ilişkilere değil olay ilişkilerine bağlı oladuğunu ve mal- mülk ilişkisinden ortaya çıktığını belirtiyor. Kölelik ve hakkın çeliştiğini aynı yerde bulunamayacaklarını, bireysel özgürlüğü yitirmeden kollektif düzeni sağlamanın toplum sözleşmesinin ana sorunu olduğunu söylüyor. İç grup -dış grup tanımlamalarını ustaca yapıyor Rousseau.

Devletin soyut bir olduğunu, bu yüzden halkın kendince uymayı sözleştiğinden daha bağlayıcı veya zorunlu bir yasa olmadığını ifade ediyor. İnsanın itkilerine uymasının bir nevi kölelik olduğunu belirtirken döneme ait yargıların dışına çıkmayan yazar, yasalara uymanın özgürlük çıkarımını yaparken çelişiyor. Mülk kavramı üzerindeki çıkarımlarını belirtirken komünvari bir çiftlik veya üretim modeli ileri süren yazar, insanların güç veya zeka bakımından eşit olmasalar da hak ve hukuk yoluyla eşit olabileceklerini, halkın açıkça boyun eğmeyi kabul etmesi durumunda politik bütünün yok olacağını, savaş açmak ve barış yapmak gibi eylemlerin egemenlik işlemi olmadığını çünkü yasaların kendisi değil uygulanması olduğunun altını çiziyor.

Satılık kalemlere ve fikir adamlarına çatan yazar, verilen cezaların sıklığının hükümetin tembelliği ve basiretsizliğini göstereceğini, iyi yönetilen devletlerde suçlular az olduğu için verilen cezaların da az olacağı argümanı üzerinden belirtiyor. yasaların istemlerimizi saptayan belgeler olarak görülmesi gerektiğini, halkın onayı olmadan konulan yasaların ancak kararname hükmünde sayılabileceğini ileri sürüyor. ( "Cumhur" halk demektir, "Cumhuriyet" halkın kral olduğu devlettir. ) Yasalara boyun eğen halk, onları koyan halkın kendisi olması gerektiğini, hükümetin devletin sadece bir aracı olduğunu belirten yazar; yasaları koyan kişileri insanüstü erdem ve akla sahip kişiler olarak tanımlıyor.

Kapalı tarım ekonomisi irdelemesi yapan yazar, güçlü bir sosyal demokrasi savunusu yaptıktan sonra; devrimlerin halkın üzerinde yaptığı etkileri ifade diyor : "Geçmişe duyulan nefret kaybolur, devlet kendi külleri arasından gene doğar ve taze güce kavuşur."  Erkler ayrılığını ateşli bir şekilde savunan yazar, Lüksün yurdu yokluğa ve gevşekliğe sürükleyeceğini ifade ediyor. Gerçek demokrasinin uygulanabilir olmadığını düşünen yazar şu sözlerle ne kadar ilerlemiş bir topluma gereksinim duyulduğunu da ifade etmekte: " Demokrasi tanrılara layık, insanlar henüz bu olgunlukta değil." İşlevsellik adına aristokrasi ve seçkinciliği destekleyen ama savunmayan yazar, halkla hükümet arasındaki uzaklık ne kadar artarsa vergilerin o ölçüde ağırlaştığını, toplum düzeninin insanların emeği kendi gereksinimlerinden fazlasını karşıladığı sürece ayakta kalabileceği gibi çıkarımlarını okura sunduktan sonra; tiranların rahat yönetebilmek adına halklarını yoksullaştırdığını belirtiyor.

Yazar, eğer hükümet devletin gücünü zorla ele geçirirse devletin daralacağını, devletin içinde hükümet üyelerinin bulunduğu ikinci bir devlet oluşacağını bu düzenin de bir tiranlık düzeni olduğunu ifade ediyor. Halk boyun eğmeye zorlanırsa toplum sözleşmesini ihlal eden kurum veya kişilere boyun eğmek zorunda olmadığını da ekliyor. Devletle yapılan tek sözleşmenin bir ortaklık sözleşmesi olduğunu, halkın toplanması halinde hükümetin egemenliği kalmadığını çünkü temsil edileninin bulunması durumunda temsil edenin varlığını geçersiz kıldığını ve yönetenlerin en başından beri "politik bütünün koruyucusu ve dizgini" olan halk toplantılarından korku duyduğunu savunuyor. yürütme gücünü elinde bulunduran kişilerin halkın efendileri değil görevlileri olduğunu ekleme gereği duyuyor. halk toplantılarının yolsuzluk ve uygunsuzluklar karşısından bir baraj görevi gördüğünü belirten yazar, Antik Roma'nın idari yapısına geniş yer veriyor.

Montesqieu atfından sıklıkla bulunan yazar, Sandık sisteminin oyların satın alınmaya başlanmasından sonra getirildiğini ve oy verme işleminin gizlendiğinin altını çiziyor. Yurt dini ve toplum dinini birbirinden ayıran yazar, yurt dinini kendi özel istemlerine uydurmaya çalışan tiranların yurda çok büyük zararlar vereceğini söylüyor. Hristiyanlığın " dünyevi çilecilik"  algısı üzerinden detaylı duran yazar, toplumsal hoşgörüsüzlük ve dini hoşgörüsüzlüğün birbirlerinden ayrılamayacağını, salt ulusal bir din olmayacağı için tüm görüş ve dinleri saygı gösterilmesi gerektiğini belirtiyor. Seçkinci yazarların bir deli veya hayalperest olarak karalamaya çalıştığı bu büyük düşünürün eseri mutlaka okunmalı. Hümanist görüşleri ve üstün gözlem yeteneği her sayfada kendini belli ediyor. Keyifli okumalar dilerim. Başka incelemelerde görüşmek üzere.

Not: İlk kez bir eseri anlatmak adına aldığım notların sayfa sayısı 12'yi buldu.



6 Ağustos 2013 Salı

Karanlık Düzlük ( Yürüyen Kentler Serisi # 4 ), Philip Reeve


Anna Fang'ın devrilmesinden sonra General Naga, Mobil Kentlerle geçici bir barış yapmıştır. Eşi Dr. Zero Afrika'da temaslarını sürdürmekte barış mesajını yaymaya çabalamaktadır. Theo Ngoni, Yeşil Fırtına içerisindeki ayrılıkçı gurubun Oneone'ye ( Dr. Zero ) suikast teşebbüsünü engeller. Theo'ya kraliçeyi sağ sağlim  sabit yerleşimlerin baş kentine götürme görevi verilir. Yeşil Fırtına içerisinde hala Fang'a bağlı grubun tehditlerinden sakınmalarını sandıkları kadar kolay olmayacaktır. Yitikoğlanlar Brigton'u ele geçirmiş kendi küçük korsan kentlerini kurmuşlardır. Tom iyileşmiş, Wren ile beraber tüccarlık yapmaktadır. Kuşyolları'nda karşılaştığı bir kadın ona memleketi ve ondan geriye kalanları çağrıştırdığı için Tom, Londra'nın akıbetini araştırmaya başlar. Cruwys Mochard isimli kadın, onun çocukluktan tanıdığı birine fazlasıyla benzemektedir. Londra hakkındaki hayalet ve lanet söylentileri Tom ve Wren'i vaz geçirmeyecektir. Barış ortamında istifade edip Londra'ya doğru yola koyulurlar.

Yazar Shrike ile özdeşleştiridği Hester karakteri ile kadim izsürücü arasında bir rol takasına gitmiş. Yaşamadığı halde hisseden makine ve yaşadığı halde hissedemeyen kadın ikilemesi, kitaptaki oturaklı bütünlüklerden biri sadece. Balıkkek ve Fang da aynı şekilde bir bütünlük oluşturuyor ; çocuğu olmayan ölü kadın ve annesi olmayan Yitik oğlan. Savaşa ara verdiği için yeşil Fırtına'daki ayrılıkçı unsurların hedef tahtasında duran Naga karakteri ise tıpkı karşı taraftaki Savaşmareşali Von Kobold gibi barışı destekleyen asker motifleri olarak okura sunulmuş. O kadar uzun zamandır savaş halindeki tüm dünya barışın nasıl yapılacağını unutmuş. Yazar insanlık sorgusunu Fang'ın bölünmüş kişiliği ve Shrike'nin artık can almıyor oluşu üzerinden ele almış.

Percy Shelley atfı göz doldururken, Margaret Thatcher'in ( demir lady ) bu yeni dünyada umarsız bir tanrıça
 olarak kurgulanmış olması, sekiz kolu ile Hindu yıkım tanrıçası Shiva'ya benzerliği, sert ekonomi politikalarına gizli bir eleştiri iması taşıyor. Wolfram karakteri üzerinden sosyal darwinizm eleştirisi getiren yazar, yeni çağın Londra harabelerinde doğacak olması gibi ilginç tezatlar kullanmış kurgusunda. Fang, karakteri üzerinden makinedeki hayalet kavramına atıfta bulunan yazar, Geçmişin hayaleti ODİN'in tarafsızca dağıttığı yıkımı tanımlarken kitle imha silahların konusunda silahsızlanma görüşünün desteklenmesi gerektiğini okuruna sunmayı başarmış. Çevreci bilince sıklıkla göndermelerde bulunan yazar, eserini yapay olanın doğaya  saygı duruşu ile kapatmış. Kentin kenti yediği bu hırçın dünyaya veda ederken ilk kitabının giriş cümleleri ile seri noktalanmış. Seriye yakışan bir son kitap. Keyifli okumalar dilerim. Başka incelemelerde görüşmek üzere.

Not: Çoğu zaman karıştırılır. Darwin teoriyi kurmuştur ancak "en uygun olanın hayatta kalması ( survival of the fittest )" mantrası Herbert Spencer'a aittir. Bu mantra çoğu zaman "en güçlü olanın hayatta kalması" şeklinde yanlış anlaşılır. Yazar da bu hataya düşmesine rağmen son derece ilginç bir dünya kurgulanmış serisinde.

5 Ağustos 2013 Pazartesi

Toplum Sözleşmesi # 3, Jean - Jacques Rousseau

"Malo periculosam libertatem quam quitetum servitium."  ( Tehlikeli özgürlüğü, kölece rahatlığa değişmem.)

Toplum Sözleşmesi # 2, Jean - Jacques Rousseau

"Temel sözleşme, doğal eşitliği ortadan kaldırmak şöyle dursun, tam tersine doğanın insanlar arasına koyduğu maddesel eşitsizlik yerine manevi ve haklı bir eşitlik getirir. İnsanlar güç ve zeka bakımından olmasalar da sözleşme ve hak hukuk yoluyla eşit olurlar...

Kötü yönetimlerde bu eşitlik yalnız görünüşte kalır ve aldatıcıdır ; yoksulun yoksulluğunda , varlıklıyı da zorbaca ve kurnazca hazıra konuşunda alıkoymaktan başka işe yaramaz. Gerçekte yasa her zaman malı mülkü olana yararlı, olmayanlara zararlıdır : bunun sonucu olarak, toplum hali insanlar için hepsinin bir şeyleri olması ve hiçbirinin gereğinden çok şeyi olmaması halinde yararlı olur."

Toplum Sözleşmesi # 1, Jean-Jacques Rousseau

"Bir ulus boyun eğmeye zorlanır da boyun eğerse iyi eder; boyunduruğunu silkip atabilecek olursa daha iyi eder. Çünkü özgürlüğünü kendisinden hangi hakka dayanarak almışlarsa, yine o hakka dayanarak geri almasında, ya bu davranışı haklıdır ya da özgürlüğünün elinden alınması haksızdır." 

Yeryüzündeki En Büyük Gösteri #1 , Richard Dawkins

"Kuşkulu Kimse : Profesör Haldane, evrim için mevcut bulunduğunu söylediğiniz milyarlarca yıla rağmen, tek bir hücrenin, kemikleri ve kasları ve sinirleri, onlarca yıl durmadan kan pompalayan kalbi, kilometrelerce kan damarları ve böbrek tüpünü ve düşünme, konuşma ve hissetme yetisine sahip bir beyni oluşturacak şekilde bir araya gelmiş trilyonlarca hücreye sahip karmaşık insan vücudunu dönüşmüş olacağına inanmıyorum, elimde değil.

"J.B.S. Haldane : Ama hanımefendi, siz kendiniz bunu başardınız. Ve bunu yapmak sadece dokuz ayınızı aldı."

4 Ağustos 2013 Pazar

Yeryüzündeki En Büyük Gösteri, Richard Dawkins


Yazar metnini, Platoncu özcülük kavramına sitem ederek açmış. Genlerin karışmadığını kağıt gibi karıldığını ifade eden yazar, en güçlü seçici ıslah modelinin dişilerin erkekler üzerinde yaptığı olduğunu belirtmiş. Evrim biyolojisinin bir uzlaşmalar yumağı olduğunu ve vücudun kendi ekonomisine göre işlediğini açıkladıktan sonra, Sagan, Heinlein, Huxley ( Aldous Huxley'in babası ), Wallace ve doğal olarak Darwin atıflarında bulunmuş. Aynı çağda yaşamlarına ve aynı alanda çalışmalar yürütmelerine rağmen Mendel ve Darwin'in hiç tanışmamış olduğu bilgisini okuruyla paylaşmış. Pleyotropi ve gözümüzün önünde gerçekleşen evrime dikkat çekmiş. Darwin'in de pek sevdiği orkide ve arı çifti üzerinden birlikte gerçekleşen evrimi tartışmış. Tarihleme ve zaman belirleme uygulamalarını basit ve zarif bir şekilde açıklayan yazar, insan ömür içinde gözlemlenebilen evrim baskılarına örnekler vermiş : Uganda fillerinin diş ağrılıklarının 30 yıl içinde yarıya inmesi, onyıllar içinde otoburlaşan Pod Mracrau kertenkeleleri ve köpekvari fentoip ve davranışlar sergileyen gümüş tilkiler...

Lenski ve E.coli deneyine geniş yer ayıran yazar, 45.000 bakteri neslinin insan standartlarına göre ortalama 1 milyon yıla denk düştüğünü ifade etmiş. İnsan ömrü içerisinde gerçekleşen evrime bu örneği de kattıktan sonra, Büyük varlık zinciri ve yaradılışçıların insan merkezli doğa algılarını eleştirmiş.  Harun Yahya'nın kitap ve fikirlerinin bilim adına utanç verici olduğunu belirtip balinaların evriminden bahsetmiş. Bolca resim ve detaylı açıklamalar sunan yazar, evrimsel u dönüşlerine değinip kayıp halka olarak ifade edilen insan fosillerinin izini sürmüş. Performasyonizm ve epigenez'i tanımlayan yazar, akıllı tasarım tartışmalarını güçlü argümanlarla çürütmüş. Oto-origami yapan hücreler ve gastrulasyon konusuna detaylı şekilde değinip, prionlardan bahsetmiş. Enzimlerin kimyasal imzalarını, genlerin ifadesini, gen adalarını, endemik türleri açıklayıp doğal olarak Galapagos'dan çeşitli örnekler sunmuş. Tektonik levha mekaniği ve manyetik alan izlerini evrim kanıtları arasına açıklayıp kattıktan sonra kökendeşlik ( homoloji ) kavramını tanıtmış okuruna. iskelet ve kemik eşleşmesi örnekleri detaylı resimler aracılığıyla açıklanmış.



GDO, konusunda kesin kararını vermediğini belirten yazar, daha önce safi merakla izole alanlara taşınan yabancı canlıların ekosistem üzerinde çok büyük sıkıntılar doğurduğunu da eklerken bunun çok da iyi bir fikir olmayacağının sinyallerini vermiş. Kuzenlik ağaçlarına geniş bir bölüm ayırdıktan sonra, çöp genlerin moleküler saatler olarak işlev gördüklerini belirtmiş. akılda kalıcı ve yerinde benzetmeler kullanmış. darwin'in az bilinen "İnsan ve Hayvanlarda Beden Dili" kitabına atıfta bulunup alıntı yaptıktan sonra evrimsel kalıntıları açıklamış. Yunusların akciğer sahibi olması, termostat görevi gören tüylerimizin arada dikelmesi gibi örnekler vermiş. "tasarımdan doğan argüman" savunuclarına balyoz gibi çarpacak "akılsız tasarım" örnekleri sunmuş : Zürafaların 4.5 metreye varabilen geri dönen gırtlak siniri bunlardan biri. Zarif tasarım ilüzyonunun iş fizyolojiye geldiği zaman çöktüğünü ifade etmiş. Canlılar arasındaki silahlanma yarışına bir bölüm ayıran yazar Maynard Smith, Helmholtz, Blake ( tyger tyger ), Jay Gould atıflarında bulunmuş. Av- avcı diyalektiğine giren yazar, evrimsel adaptasyonun öngörü sahibi olmadığını vurgulamış. Son bölümü "Türlerin Kökeni"' nin kapanış paragrafını açılımlamaya ayıran yazar, Darwin'in "Ilık Gölet ( daha sonra İlkel Çorba olacak ) " hakkındaki görüşlerini okuruyla paylaşmış. Ekte ise Tarih inkarcıları başlığı altında cehaletin ne kadar yaygın olduğunu okuruna sunmuş.

Konuyla ilgilenen kimseler çok şey katacak bir eser. Detaycılığı kimi zaman kontrolden çıkıyor gibi görünse de okuruna mümkün olduğunca çok farklı alanlardan bilgi taşımaya çalıştığı aşikar. Ancak sağlim kafayla okunması gereken kitaplardan. keyifli okumalar dilerim. başka incelemelerde görüşmek üzere.

1 Ağustos 2013 Perşembe

Palmer Eldritch'in 3 Stigmatası, Philip K. Dick


Sene 2016... Küresel ısınma yüzünden yaşam şartları kökten değişmiştir. Gökdelenlerin yerini yeraltı mahzenleri almış, insanoğlu mahvettiği gezegenden başka yaşanacak yerlere zorunlu göçe başlamıştır. 4 gezegen ve 6 uyduda konuşlanan sömürgeciler, izole ve boş yaşamlar sürdürmekte; koşullarından kaçmanın yolunu ise "Can-D" adı verilen uyuşturucu ile bulmaktadırlar. Perky Pat minyatür ve aksesuarlarının dünyalarına uyuşturucu aracılığıyla kaçan sömürgecilere bu koşulları P.P.Layouts şirketi sağlamaktadır. Barney Mayerson, bu şirket adına moda - öncesi tahminlerde bulunan bir bilici ( precog ) dir. Barney'in hayatı ünlü endsütri devi Palmer Eldritch'in Proxima gezisinden dönmesiyle tamamen değişecektir... Aynı şekilde tüm insanlığın da.

Küresel ısınmaya dikkat çeken arkaplan, dışarıda soğutucu kıyafetlerle bile uzun süre kalınamayacak distopik bir geleceğin portresini çiziyor. Yazar bildiğimiz kavramları tersine döndürmüş. Ticaret devleri artık parlak fildişi kulelerde değil, yerin birkaç kat altında yaşıyor. Statüleri yüzeyden olan uzaklıkları ile ölçülmekte. Zenofobi bu eserde yabancı korkusundan ziyade, uzaylı korkusu olarak okura sunulmuş. Can-D, halüsinojenik bir uyuşturucu. belli düzeylerde kurgulanan fantezi dünyalarında bireylerin bir araya gelmesini sağlıyor. Sömürgecileri bu hayal dünyasına taşımaktan Can-D sorumlu iken, onların gerçekliklerini Barbie benzeri bir minyatür ve onun aksesuarları dolduruyor. Bu uyuşturucu alemlerinde görülen fanteziler üzerinden yazar çok ciddi bir tekbirörnekçilik eleştirisi yürütürken Konformizm vurgularını da güçlü yapmış.

Geleceği önceden bilen karakterlerin girdiği kişisel ve mantıksal çıkmazlar üzerinden determinizm ve özgür irade tartışması yürütülmüş ancak yazar bu konu üzerinde çok fazla durmamış. Piyasaya yeni giren Can-d muadili olan uyuşturucu Chew-Z ise farklı bir şey vaad ediyor: Kişisel cennetler. Palmer Eldritch karakteri " vahşi kapitalizm" in vücut bulmuş hali iken, Evrimleştirme kliniğindeki doktor ise klinik kasaplık, kayıtsız bilim insanı motifini dolduruyor. Leo Bulero, üzerinden hedonizm, Mayerson üzerinden ise kimliksizlik eleştirileri yürütülmüş. Yazarın tersine çevirdiği kavramlardan bir tanesi de din ve tanrı algısı. Can-D kullanıcıları yaşadıkları deneyimleri ulvi hisler olarak tanımlıyor ve sömürge gezegenlerinin tek dini de Can-D.

Chew-Z'nin kurguladığı gerçeklik pasajlarında yazarın imzası haline gelen zaman kayması ve gerçeklik sorgusu motifleri incelikli işlenmiş. Muğlak bir sona imza atan kitap temposunu hiç düşürmüyor. Kitabın adını aldığı stigmata ise " ele geçirilen " vücut parçalarını vurgulamak için kullanılmış. Bu motifte şöhretlerin özenilen hayatlarına benzeme nevrozu ve konformizm vurgulanmış. "Ubik" ve "Aksın Gözyaşlarım Dedi Polis"' in güçlü sorgulamaları ve merak öğesini ustaca kullanan yazarın ince motifleri sayesinde kısa sürede okunuyor. Rahatlıkla öneriyorum. keyifli okumalar dilerim.

Not: 6.45'in neredeyse imzası haline gelen redaksiyon hataları çok rahatsızlık verici düzeyde değil, ama dikkatli okurların gözünü yoracaktır.