28 Nisan 2013 Pazar

Leviathan Uyanıyor, James S. A. Corey


James Holden Kuşak bölgesinde su taşımacılığı yapan Canterbury'de görevlidir. Son teslimatlarını yerine ulaştırmak amacıyla bölgeden ayrılmak üzereyken bir yardım sinyali alırlar. Keşfettikleri terkedilmiş gemiyi incelerlerken 6 hayalet gemi silahsız bir kargo gemisi olan Canterbury'i yok eder. James Holden kendi küçük grubunun yeni atanmış kaptanı olarak bu saldırıyı yayınlar ve saldırganların Mars Donanması'na ait olduğunu ifade eder. Gergin ilişkiler içinde olan Güneş sistemini gezegenler arası bir savaşa sürüklemekte olduğunu hesap edemez... Joe Miller ise Ceres'te özel güvenlik kuvvetinde görev yapan orta yaşlı bir dedektiftir. Amirinin ona verdiği son yan görev onu Güneş sisteminde çalmaya başlayan savaş davullarının merkezine, son dönemlerde yaşanan tüm garip olayların ardındaki sırra götürecektir. Dış Gezegenler İttifakı'nın düşük rütbeli bir üyesi, ailesinin mirastan men ettiği bir kız, Julie tüm komplonun merkezinde önemli bir rol oynamaktadır. Miller'ın davaya olan ilgisi zamanla saplantıya dönüşecektir...

Güneş sistemi sürekli bıçak sırtında olan ilişkilerin yaşandığı karanlık bir gelecek tablosu çiziyor. Dünya tüm insanlığın beşiği olarak teknolojik ve stratejik üstünlük sahibi bir gezegen, Mars'ın yaptığı atılımlar onun poziyonunu tehdit etmekten uzak. Mars, Dünya ile tek taraflı bir yarış halinde ve Kuşaktaki tüm istasyon, gezegen toplamından fazla nüfus barındırıyor. Kuşak dağınık ve bürokratik açıdan bölünmüş bir gezegen ve istasyon koalisyonu olarak görülebilir. Uzun zaman boyunca düşük kütle çekiminde yaşamış olan Kuşak sakinlerinin çocukları çok uzun boylu ve kas gücü açısından zayıf. Kuşak kendi lingo ve ağız yapılarını geliştirerek İç gezegenlerden sosyal ve kültürel bağlar bakımından uzaklaşmış. Hizipleşmeler son derece sert kültürel çatışmalara ve bir yerde ırkçılığın yükselmesine sebebiyet vermiş. Özel güvenlik şirketleri ufak ordular gibi bürokrasinin güçsüz olduğu Kuşak bölgesinde adalet dağıtmakla görevli. Kendilerini polis gibi görseler de tam olarak bu tanıma uymuyorlar. DGİ ise terörist olarak algılanan bir grup, Kuşak'ın iç gezegenlerle aynı haklara sahip olması için mücadele ediyorlar. Ancak yöntemleri kimi zaman aşırı kaçtığı için herhangi bir kanuni güçten destek görmüyorlar. Henüz yıldız motorları icat edilmediği için insanlık beşiğinden çok da uzaklaşma imkanı bulamamış.

Kitap birbirine zıt görüş ve algıları olan Miller ve Holden arasında ayrılan bölümlerle bağlantıları kuruyor. Holden, eski bir asker. genç bir subay adayı olarak görev yaptığı dönemde askerliği bırakıp su taşımacılığına başlıyor. Fazlasıyla safdil kaçan görüşleri var. Tam bir idealist. Miller ise tüm yaşamı boyunca polislik yaptığı için hayata bakış açısı daha geniş ve sistematik. Karanlık bir karakter. Kendini yok etme yolunda attığı adımlar sonunda kendi insanlığı ile olan bağlantıları zayıflıyor. Yalnızlığını eski karısının hayalini görünmez bir arkadaş gibi yanında taşıyarak ve karar süreçlerine dahil ederek aşmaya çabalıyor. Zamanla Candace yerini, Julie'ye bırakıyor. Holden'in çocuksu safdilliği ona sıkça ilişki fırsatı sunsa da sonunda baltayı taşa vuruyor. İS'sinin ilgisini kazanabilmek adına kendini ve görüşlerini yeniden tanımlamak zorunda kalıyor.

Kitabın ele aldığı konular arasında kayıtsızlık, yalnızlık, klinik kasaplık ( bilimin doğaya tahakkümü ), deontoloji tartışmaları ve ırkçılık sorgusu yer alıyor. Makyavellist ifadeler üzerinden modern finans dünyası eleştirilirken; sınırsız nufüz ve güç hayaliyle yanıp tutuşan Dresden karakteri biraz karikatürize kaçmış olmasına karşın kurguyu çok fazla sarsmıyor. Bağlantılar ustaca kurulmuş ve karakterler çoğunlukla inandırıcı. Gizem ve merak öğeleri son derece başarılı kullanıldığı için sürükleyici bir kitap. Kurgu çok sayıda sert öğe ve motif kullanıyor. Eserde büyük ustaların izleri rahatlıkla görülebilir: K.Dick'inkilere benzer dedektif karakteri, Asimov'un öngördüğü kültürel ve fiziksel açıdan farklılaşmış istasyon ve gezegen çeşitlemeleri, Clarke'ın Rama'sındaki gibi tartışmasız teknolojik üstünlüğe sahip uzaylı tanrılar vs...

Kitap, son bölümlerde duygusallık konusunda terazinin kefesini kaçırmasına rağmen geneli itibariyle keyifli bir okuma sunuyor. Don Kişot göndermesi görevin zorluğu ve kahramanların toplumdan izole kişiler olmasına vurgu yapan son derece hoş bir detay. İthaki'nin güncel bilim kurgu açısından yaptığı atılım olarak görülebilecek bu eser türün hayranlarını memnun edecek, farklı bir şeyler okumak isteyenlere ise hoş bir alternatif olacaktır. Keyifli okumalar dilerim. Başka incelemelerde görüşmek üzere.

Not: Tür olarak  yapılan reklam ve tanıtımlarda bir hata olduğu görüşündeyim. Bir space opera olarak tanımlanmış ancak genel özelliklerini taşımıyor. Space operalar anlatı ve kurgu açısından daha hafif, mizah ve romantizm öğelerini bolca kullanan eserlerdir, ancak bu kitap sert motifleri ve ciddi bakış bakış açısıyla türün örneklerinden net bir şekilde ayrıldığını düşünüyorum.



25 Nisan 2013 Perşembe

Efendi Uyanıyor, H.G Wells


Graham, uykusuzluktan muzdariptir. Sosyalist idealleri olan hayatının yeni aşamasına alışamamış biri olarak intiharın eşiğine gelmiştir. Her uykusuz gece onu biraz daha toplumdan uzaklaştırmaktadır. Bir gece  tanıştığı başarısız bir ressamın arkadaşlığıyla biraz rahatlayan Graham, kataplektik şoka girer. Tüm yöntemleri denediği halde uykuya dalamayan Graham, girdiği şok sırasında uzak bir akrabasının malvarlığı ve sağlığı ile ilgilenmesi sayesinde huzurlu bir şekilde uyur. Doktorların verdiği ilaçlarla bünyesi iyice yavaşlayan Graham, 203 sene sonra uyanır. Bildiği dünya ve insanlar geride kalmış, yönetim sistemleri çökmüş tüm dünyanın en zengin insanı olarak uyanan Graham, artık dünyanın efendisi ve sahibidir...

Graham, bileşik faizde 203 sene bekleyen servetini kendi aktif olarak yönetmediği için vekilleri servetini ve dünyayı onun yerine yönetmişlerdir. Zamanla statükoyu simgeleyen birer imgeye dönüşen bu kişiler despotça yönetimleri ile halkı bezdirmiştir. Mega şirketlerin süper liderler altında düşük yaşam kalitesine neden olan politikalar üretmesi motifi siberpunk'ın ortaya çıkmasından 80 sene önce ustanın kurgusundan açıkça işlenmiş gibi gözüküyor. Püriten algıdan çok da uzaklaşmayan Wells, modern batının geleceğini, aslında bugünümüzü çok önceden anlatıyor. Doktorlar, ancak ilaç dağıtan, antidepresan makinelerine dönmüşler, sinema sektörü toplulukları uyuşturan bir araç konumunda, yazılı basın sona ermiş, şirketler tek idare altında toplanmış ve cilalanmış bir borçlandırma ve kölelik politikası üretmekteler ( tanıdık geldi mi? ) , doğa üzerindeki tahakküm fantezisi gerçeğe dönüşmüş artık çılgın mühendislik projeleri ile gökyüzüne bile sınır konmuş, elektrikli bir göğün altında yaşam teknik bilgiye sahip azınlık ve kalifiye olmayan basit işçiler arasında paylaşılmış.

İsyan ve devrim kazanı kaynarken uyanan Graham tüm dünyanın sahibi ve efendisi olmak dışında, mitik bir yerde dini bir figür olarak insanlara umut vermektedir. Şimdiyse uyandığı için ondan beklenen halkın yanında yer alması ve adilce yönetmesidir.  Elitizm ve kapitalizm eleştiriler son derece açık ve sert. İlk distopyalardan biri olan eser, günümüze dair son derece gerçekçi öngörülerde bulunmuş. Uçak teknolojisini savunması ve önemine sıkça vurgu yapması, 1. Dünya Savaşı'ndan yıllar önce teknolojik üstünlüğün kimler üzerinde toplanacağını bildirmesi çağın on yıllarca önünde görüşleri önemli artıları. Ancak kimi yerlerde açıkça ırkçı yorumlar ustanın diğer eserleriyle ve görüşleriyle örtüşmeyen bir tablo çiziyor.

Sosyalist görüşlerin açıkça savunulduğu sert bir distopya olan eser ciddi uyarılarla dolu öngörüleri ve gerçekçi ifadeleriyle göz dolduruyor. Okuru cidden soğutabilecek ırkçı ifadeler ustaya yakışmayan motifler olarak ciddi bir eksiklik teşkil ediyorlar. Politik uyarıları gizli bir oligarşinin kapitalizm maskesi altında rahatlıkla oluşabileceği vurgusu üstünde toplanıyor. Sosyalizmi savunurken ve alıntılarken üstün insan ve efendi motifine vurgu yapması, tek insan üzerinde politik ve dini figür yetkileri vermesi savunulan görüşlerin inandırıcılığı ve samimiyetini gölgeliyor. Tüm bunlara rağmen ustanın püriten Viktoryen algıya ve sosyalist önermelere dair görüşlerinin bulunduğu bir metin olarak ele alınabilir. Başka incelemelerde görüşmek üzere.

Yanılsamalar Kenti, Ursula K. Le Guin


Uzak gelecek... Uzay çağının başlangıcından 2000 yıl sonra dünya içine kapanmış; kendi içinde ve dış gezegenlerle iletişimi kesilmiştir. Kıyamet sonrası dünyada bilinen medeniyet sonra ermiş, bilinmeyen bir ırkın komplosuyla bir paranoya ve durgunluk dönemi yaşamaktadır. Küçük komünlerden birine benliğini yitirmiş bir yabancı sığınır, küçük bir çocuğun becerilerine ve gelişmiş bir adamın bedenine sahip yabancı bu dünyaya ait değildir. Amber rengi gözleri, kedilerinki gibi olan irisleriyle bir uzaylı olduğu açıktır. Ancak o bir düşman mıdır? Dünyayı gizemli yöntemlerle yöneten Shing'lerden biri midir? Eğer değilse... kimdir? Tüm gezegenin kaderini belirleyecek bir arayışa çıkan yabancıya yeni ailesi Falk adını takmıştır. Hem kendini ve medeniyeti duraklamaya sokan gizemi arayacaktır...

Taçsız kraliçe, efendi-köle ilişkiyle idare edilen bir dünya kurgulamış. Paranoya yeni kurgulanan bir din haline gelmiş mitosa can vermiş. Bu mitos sıklıkla yaşama saygı yasasıyla vurgulanan alıntılarla okura aktarılıyor. Taoizmin temel öğelerini her eserinde kendi yorumuyla okura sunan Guin, merak öğesini ustalıkla kullanmış. Paranoya ve gerçeklik sorgusu K. Dick'in imzası gibi olan bu öğeler, Guin tarafından pek kullanılmasalarda K.Dick ustalığında kurguya katılmışlar. Sürekli şüphe içinde yaşayan insanlar dinleriyle desteklenen yabancı korkusunun esiri olmuşlar. Medeniyet gerilerken monarşi türleri ve kabile tarzı yaşam ön plana çıkmış. Şehirler yok olmuşlar, insanlar bir arada yaşamayı unuttuğu için bu yapılanmalar uzak geçmişte kalmış. Ancak uzaylı ırkın yaşadığı rivayet edilen son büyük şehir olan Es Toch geçmişin gizemlerini saklamaktadır.

Falk, Es Toch'a uzanan yolculuğunda yabancı korkusu ve şüpheyle mücadele etmek zorunda kalacak, kendini ve geçmişini ararken dönüştüğü kişinin de benliğinin korumanın yolunu bulmaya çalışacaktır. Düalizmi kurgusunun yapı taşları olarak kullanan yazar, anlattığı yolculuk öyküsünü bir varoluşsal mücadeleye dönüştürmüş. Shing'ler dünyanın gizemli sahipleri, onlarla özdeşleşen kayıp koloninin torunları uzak bir gezegendeki tek direniş gücünü oluşturuyor. Falk, sahibine dönen silah motifi olarak kurgulanan bir karakter olarak boyutsuz ve yalın kalmıyor. Yolculuğu esnasında gelişen ve katman kazanan Falk, 2 benliği bünyesinde taşıyan son derece ilginç bir karakter olarak okuru hikayeye bağlamayı başarıyor.

Yabancı korkusunu hicveden yazar, Shing'ler motifi ile Makyavellist önermelere saldırmaktan geri durmuyor.  İnceden din sorgusunu ve mit oluşum süreçlerini irdeleyen mitosları hoş detaylar olarak tatmin edici bir kurgu sunuyor. Tıpkı Hep Yuvaya Dönmek'te olduğu gibi Kaliforniya vadilerine gönderme yapan yazar kıyamet sonrası bir Amerika kurgulamış. Sürükleyici ve merak uyandırıcı bir eser. Kurgu içerisinde telepatiyi sıklıkla vurgulayan yazar şüphe motifini destekleyen bir öğe olarak bolca kullanmış. Ancak ucuz ve yalın bir anlatı sunmadan okura ulaştırılan bir yolculuk hikayesi bu. Bir adamın kendine ve dış dünyaya yaptığı yolculuk ustaca üst üste binen çok sayıda imgeyle güçlü bir anlatı sunuyor.
.
.
.
.
.
.
.

Not: (spoiler ) Shing'ler yazarın tüm kullandığı ırklar gibi insan. Zaman ve kültürel değişimlerle insanlıktan uzaklaşan efendi kastı olarak ortaya çıkıyorlar. Diğer ırklar da gezegenin koşullarına uyum sağlayarak değişim geçiriyorlar ancak yazar yeni türlerle ( farklı gezegenlere uyum sağlamış insanlar ) çiftleşebilmeleri önermesi sayesinde hepsinin ırka dahil olduğunu kanıtlıyor... Shing'ler ise bir zamanlar insan olmalarına rağmen elitizm yüzünden kendi ırklarına sırt çevirdikleri için insanlıktan uzaklaştıkları ve bu yüzden üreyemedikleri vurgulanarak  statükoyu temsil eden imgeler haline dönüşüyorlar. 
Tüm kurgu içerisinde verilen en güzel mesajların bu motfite yattığını düşündüğüm için yazma gereği duydum.



23 Nisan 2013 Salı

Flashforward, Robert J. Sawyer


Nisan 2009'da CERN'de yapılan devrim niteliğindeki deneyin sonuçları kimsenin beklediği gibi olmayacaktır. Deney esnasında bilinmeyen bir etken sonucu tüm dünya bilincini kaybeder ve 1 buçuk dakika boyunca 21 yıl sonrasını deneyimler. İnsanlar geleceği görmüştür. Bilinç kaybı yüzünden oluşan hasar ve can kayıpları çok yüksek olmasına rağmen insanların bir açıklamaya ihtiyacı vardır. CERN'deki görevli bilimadamları bir basın toplantısı düzenlerler ve sorumluluğu üzerlerine alırlar. Ancak hala deneyin değiştirdiği dünyada cevaplanması gereken sorular vardır... Geleceği değiştirmek mümkün mü? Biteceğini bildiğiniz bir evliliği yapmak, asla hayallerinize ulaşamayacağınızı bildiğiniz halde yaşamaya devam etmek? Lloyd Simcoe ve Theo'nun deneyden sorumlu kişiler olarak kendi gelecekleri ve eksiklikleriyle yüzleşmeleri gerekecektir...

Dünyayı sonsuza dek değiştirecek bir deneyin sonundaki kaos ve şüpheleri ustalıkla yansıtan yazar, kurgusunda determinizm ve özgür irade arasındaki bitmeyen mücadeleyi işlemiş. Güçlü argümanlar ve detaylı açıklamalarla katman katılan kurgu, merak öğesini başarılı bir şekilde kullanıyor. Minkowski'nin küpü ve Kopenhag yorumuna getirilen açıklamalar eserin güçlü yanlarından... Tipler'in ölümsüzlük kuramı ilerleyen bölümlerde geçerliliğini yitirse de özgür irade üzerine ciddi bir argüman olarak okurun karşısına çıkan güzel bir detay. Karakterlerin ikilemleri samimi ve gerçekçi bir tonda aktarılmış. Yazarın donanımlı ve ikna edici olduğu gözden kaçacak gibi değil.

Llyod,deneyinin sonuçlarının sorumluluğunu üstlenmekten kaçındığı için özgür iradeyi ve geleceğin değiştirilebileceği önermesini reddediyor. Bu durum sevdiği kadınla evlenmesi önünde de bir engel. Geleceğinde evli olacağını gördüğü kişi sevgilisi Michiko olmadığı için ilişkilerine ciddi bir yük biniyor. "Biteceğini bildiğiniz bir ilişkiye yatarım yapmak mantıklı mı?" sorgusu Llyod'un karar vermesini çok zorlaştırıyor. Llyod'un arkadaşı ve deneydeki ortağı olan Theo, gelecekte kendisini ve yaşamını görmemiştir; konunun üzerinde  araştırma yaptığında 21 yıl sonra hayatta olmadığını öğrenir. Ölüm korkusuyla katilini ve ölüm sebebini araştırmaya başlayan Theo,"ölmekten korktuğu için yaşayamaz": evlenmez, geleceğine yatırım yapmaz. Michiko Bilinç kaybı esnasında küçük kızı Tamiko'yu yitimiştir. kendi geleceğinde küçük sevimli bir kızı olduğunu görmesi kaybının acısını azaltmaya yaramayacaktır.

Belirsizliğin ortadan kalkması, yaşamın temel öğelerinden birinin devrilmesiyle oluşmuş bir dünyada kesinlikler geleceği şimdiden değiştirmeye başlamıştır. Kendini doğrulayan kehanet motifini ustaca ve incelikle kullanan yazar çoğu şeyin belirgin olduğu bir dünyada yaşamın nasıl olacağına dair öngörülerini ikna edici temellere dayanarak hazırlamış. Hangi şirketlerin batacağını, hangi ülkelerin sanayi atılımı ve teknoloji devrimi yapacağını önceden bilseydik nasıl olurdu? Theo'nun saplatısını Melville'in Ahab'ı ve Oedipus'la kıyaslayan yazar en eski sorularda birini yorumlamış: "Cehalet mutluluk mudur? Bilmemek belirsizlik daha mı iyidir?"

En saygın ödüllerden üçünü kazanan eser, cüretkar ve donanımlı yazarın hepsini hak ettiğini kanıtlıyor. özellikle yüksek fizik konusundaki yeterliliği ve okuru boğmadan aktarması hem ikna ediciliği hem de yorumlamanın gücünü ortaya seriyor. Güçlü ve cesur bir eser, kesinlikle okunmayı hak ediyor. Her bilim kurgu fanının okuması gereken, farklı bir şeyler okumak isteyen tüm okurlara da güzel zaman geçirtecek bir kitap. Rahatlıkla öneriyorum. Keyifli okumalar dilerim, başka incelemelerde görüşmek üzere.


7 Nisan 2013 Pazar

Bilim kurgu, Jacques Baudou


Türün ekol ve akımlarını inceleyen bir kitap. Yazar girizgahta tanım koymanın zorluğu üzerinde dururken türün öncülerinin kendi tanımlarından örnekler sunmuş. İlk ayrımın 2 büyük ustanın yazım farklarından doğduğunun altını çizerken daha sonra "mühendis işi bilim kurgu" olacak Wellsyen ve "kurmaca bilim kurgu" olacak olan Verniyen ayrımlarını detaylı biçimde açıklamış. Ekollerin ayrımları ve tarihçeyi sunulurken önemli eserler ve yazarlara değinme unutulmamış.

2. bölümde ele alınan başlıklar işlenen temalara göre ayrılmış, uzay ve zaman olarak. Tüm temaları ve önemli yazarların eserlerini özetleyen kısımlar açıklayıcı ve sade: Zaman yolculuğu, mutasyonlar, yeni icatlar, uzayda yolculuk vs. Yazar Amerikan ve İngiliz ekollerine ağırlık verirken Doğu Avrupa'yı incelenen tarihçe bölümlerine katmış. Son bölümde tür olarak neden saygı görmesi gerektiğini inceleyen yazar, yükselen fantezi ekolüyle arasındaki sınırları net biçimde çizmiş. Eser tarihçe açısından güçlü olsa da eksik kaldığı yönler bulunmakta: En uzun olması gereken bölümün özet niteliğinde olması, önemli eserlerin edebiyat klasikleriyle paylaştığı temalar ve aktarım farklarını es geçmesi, fantezi ve bilim kurgu ayrımının örneklerle zenginleştirilerek daha detaylı açıklanmasının gerekmesi gibi. Tüm ustaların podyum şovuna benzeyen, biraz daha detaylı olması gerekmesi haricinde eksiği olmayan bir deneme. Başka incelemelerde görüşmek üzere.

Not: Tür ve yazarlar hakkındaki bilgiyi net biçimde arttıracak bir cep ansiklopedisi olarak görülebilir.

2 Nisan 2013 Salı

Deliler Mezarlığı, Ray Bradbury


Sene 1954, Los Angeles. Karşısında kurulu olan mezarlığın aksine Maximus stüdyoları son derece hareketli bir yerdir. Tüm stüdyolar arasında en çok karı kapan güçlü ve köklü bir şirkettir. Kahramanımız arkadaşı Roy ile birlikte korku sinemasını canladıracak bir proje getirmeleri için görevlendirilmiştir. Roy özel efekt ve makyajı hazırlayacak kahramanımız ise senaryoyu yazıp "Canavar" ı tanımlayacaktır. Cadılar Bayramında kahramanımıza yapılan eşek şakasından sonra gelişen tuhaf olaylar onları "Canavar"larına götürür. Fikir ve tema hazırdır ancak bu noktadan sonra işler karışacak, insanlar ortadan yok olacak geçmişin günahlarını sorgulamak ise çiçeği burnunda senaristimize düşecektir...

Tüm örgü boyunca 1. tekil üzerinden aktarılan hikayede bir kez olsun kahramanın adı okurla paylaşılmıyor. Bir gizem öyküsü olarak başlayan hikaye kimi zaman polisiye öğeler de barındırarak film dünyasının kilerine sürüklüyor okuru. Filmlerin büyüsüyle gerçeküstü  bir düzeye çekilen öykü sık sık birbirine son derece tezat olan 2 yapıyı kıyaslıyor: Mezarlık ve Stüdyo. Birbirinden ilginç karakterler, diyalogları ve hikayeyi hayli zenginleştiriyor. Hollywood'un karanlık yüzüne fazlasıyla yaklaşan karakterimizin vakıf olduğu sırlar onun hayatını tehlikeye atarken gerilim dozunu sürekli yükseltiyor. Kurgunun ve sanatın doğasına dair yazarın paylaştığı çıkarımlar doyurucu.

Modern bir "Operadaki Hayalet" uyarlaması olan eser ciddi eleştiriler de içermekte. Oynadıkları rollerle bütünleşip kendi benliğini yitirenler, geçmişin ihtişamında yaşamayı seçenler, hayatını nesneler üzerinden tanımlayanlar, kendinin kurgunun kapıları arkasına saklayıp gerçek dünyadan el ayak çekenler, kırık benliklerini başkalarını inciterek onarmak isteyenler bu eleştirilere hedef olanlardan birkaçı. Yazar, uyarlamalar konusundaki becerisini sergilemekten çekinmezken stüdyo tozu yuttuğunu ( Moby Dick'in senaryosunu sinemaya uyarlamıştı ) da belli ediyor. Stüdyodaki karakterler ve ortam ikna edici bir sahiciliğe sahip.

Merak öğesini güçlü bir şekilde kullanan eser, kesinlikle okunmaya değer. Yazarın en güçlü eserlerinden biri olan bu kitap, gerçeküstü özellikler taşımasının yanı sıra akıcı olması, ilginç karakterleri, güçlü tasvir ve tanımlamalarıyla göz dolduruyor. Keyifli okumalar dilerim, başka incelemelerde görüşmek üzere.