30 Kasım 2013 Cumartesi

Hayvan Hakları, David Degrazia


COK'un ( compassion over killing ) Nisan 201'de entegre tavukçuluk tesisine yaptığı baskınla metnini açmış yazar ve sormuş: "İnsanlar karşısından hayvanların ahlaksal statüsünü nasıl anlamalıyız?" Aristo'nun vurguladığı, "Yaradılış Merdiveni" görüşünün perçinlendiği hayvanların daha düşün konumda olduğu görüşünü ve tarihini irdeleyerek başlamış. Aristo'nun seksist ve elitist görüşleri gibi inanışlar İncil'in de üzerine çimento dökmesiyle iyice sağlamlaştı derken yazar ( benim yorumum bu tabi ki )  hayvanların nesnler gibi kullanıma açık hale geldiğinin altını çizmiş. Descartes ile başlayan mekanik görüşün, insanın üstünlüğü görüşünü iyice cilaladığını, bu görüşle beraber hayvanların akıl yürütmeden ve duygulardan yoksun organik makineler olarak sınıflandırıldığını belirtmiş.

Hobbes, Locke, Kant gibi büyük filozofların akıl yürütmeyi çok görseler de hayvanlara duyguları atfettiklerini, Bentham'ın yapılan zulmü lanetlediğini belirten yazar, Darwin'le beraber karşı görüşlerin güç kazandığını, evrim kuramının hayvan ve insanlar arasındaki uçurumun savunulmasını güçlendirdiğini ifade etmiş. ilk hayvan hakları hareketinin 19. yy da İngiltere'de ortaya çıktığının altını çizen yazar, 1960 ve 70'lerdeki medeni haklar hareketinin ırk ve cinsiyet ayrımcılığında artan muhalefetin diğer ayrımcılık türlerinin reddine giden yolu açtığını ifade etmiş. Bu sayede davranışçılar ekolünün ( kasaplar da denebilir ) entellektüel arenada puan kaybettiğini ve Peter Singer ve Donald Griffin gibi muhalif yazarların kitaplarının yayınlanmasının aktif eylemleri ateşlediğini belirtmiş.

Bir canlının ahlaksal haklara sahip olduğunu söylemek onun ahlaksal statüye sahip olduğunu söylemektir diyen yazar, tüm canlıları kapsayan bir eşit hak söyleminin saçma olduğunu ifade ediyor. Sezgiye sahip olmayanların olanlarla bir tutulamayacağı savını destekleyip farklı çıkar ve karakterlerin söz konusunu olduğunu vurguluyor. insanlar için otonomluğu saygı prensibi geçerlidir ama bunu hayvanlara uygulamak zordur ( rızası dışında tedavi amaçlı kediyi veterinere götürmek örneği ) diyen yazar, hayvanların acı çekmesinin insanların acı çekmesi kadar önemli olduğunu belirtmiş. Yakın akrabalarımızın ( bonobolar misalen) bize bu kadar benzerken " homo sapiens" türüne ait olmak özel bir ahlak statüsünü gerektirmiyor diyen yazar, toplumsal sözleşmelerin koşullarını anlayacak rasyonelliğe sahip olmayan insanların ( ciddi zeka geriliği örneğin ) ahlaksal statüden yoksun olması gerekir diye vurgulayarak prensipteki açığı gösteriyor.

Kişi ancak ahlaksal yükümlülüklere sahipse ahlaksal haklara sahip olabilir diyen görüşün aksine yazar bebeklerin ahlaksal uygulayıcı olmadığını ama eşit hak sahibi olduğunu göstererek prensibi yıkıyor. toplumsal bağlam hipotezine giren yazar, bu kuramın ırkçılığa ve türcülğe açık kapı bıraktığını inceden ima ederken, sürgülü cetvel modelini irdelemiş ( yaradılış merdiveni'nin daha bilimsel versiyonu ). acının doğasına ve evrim kuramından destek alarak gerekliliğine , nörofizyolojik benzerliklere giren yazar, bütün endişe engelleyici alt tabakları oluşturan benzodiyazepin reseptörlerinin çoğu omurgalı da var olduğu ( acı ve zevk duyuları var, inanılanın aksine )  hayvanların anılara sahip ve kendierinin farkında olduğunu ifade etmiş.hayvanet bahçeleri, hayvan deneyleri, sınai çiftlikleri örneklerle açıklayan yazar, protein alımındaki dengesizlik ve  ekonomik yetersizlik savlarına saldıran yazar, çoğu yerde Makyavellizm sorgusuna girmiş. Öneri ve alternatifler getirmeyi es geçemeyip kısa olsa da doyurucu bir inceleme kaleme almış.

28 Kasım 2013 Perşembe

Uzayda Kaybolanlar, Robert A. Heinlein


Vanguard adlı yıldız gemisi uzayda kaybolur, Centaurus yolunda 2 kuşak boyunca sürecek yolculuğunu tamamlayıp tamamlamadığı bilinmemektedir. Ancak Jordan Vakfı'nın inşa ettiği bu sağlam ark uzayı yarıp yoluna planlandığı gibi devam etmektedir. İçinde yaşayanlar ise dünyalarını sadece bu metal tabuttan ibaret sanmaktadır. İçlerinden biri, genç Hugh Hoyland, gerçeği keşfedecek ve üst güverteleri işgal etmiş olan mutantlar ve sıradan insanlar arasında barış yapılmasını sağlamak ve yolculuğu tamamlamak için canını ortaya koyacaktır...

İnsanların toplumunda sert sosyal kontrol parametreleri mevcut: evlilik ve gelecek ( iş ) seçimi tamamen kıdemli ( yaşlı ) kişilerin tekelinde. İçlerinde en yaşlısı "Şahit", olarak yargıç, alim rolünü üstleniyor. Yazar din ve tanrı sorgusuna girerken yolcuların içindeki yaşadıkları metal dünyaya çok sayıda imge ve anlam atadıklarını kozmogoniden de yararlanmış. İç grup- dış grup çatışması, asiler ( mutantlar ) ve insanlar arasındaki sürtüşmeler üzerinden irdelenmiş. Ağır bir teknokrat kültürün hakim olduğu gemi yaşamı, fizik ve sosyal kıstasların karıştırıldığı bir sosyal etiket ve imgeler çrobasına dönmüş. Kozmogoni ve dini yazıtlarında geçen saf ırk vaadi, neonazi kökenli psotulatlar içeriyor. Dinin ve teknolojinin birleştiği bu kültürde, çok sayıda Orwellyen tezat kullanılmış.

Proleter isyan tohumlarını gençler arasına atan yazar, hem sınıf hem de kuşak çatışmasını harmanlamış. Tıbbi iktidar yergisine giren yazar, Galileo atfında bulunmuş ( çok başarılı ). Tüm bir inanış sistemine, önyargılara, tabulara açılan savaş mutantlar ve insanlar arasında kısıtlı bir barış yapılmasına olanak vermiş. Makyavellizm yergisinde bulunan yazar, iktidarın yozlaştırdığını Narby karakteri üzerinden aktarmış. Heinlein ustaya yakışmayan bir yalınlık ve basitlik, kimi yerde göz yoran seksist ifadeler metnin değerini düşürüyor. Kitabını zayıf bir sonla kapatan yazarın acemilik çalışmalarında biri olan eseri devasa mantık hatalarına da ev sahipliği yapmakta ( tüm dünyası güverteler ve yıldız gemisi olan, Dünya ve uzay'a dair hiçbir bilgisi olmayan bir karakterin "Jupiter'den büyük" diye yorum  yapması affedilir gibi değil. )... Türün hayranlarına değişiklik olacaktır ancak beklentilerini düşük tutmalarını önermem gerekli... keyifli okumalar dilerim. Başka incelemelerde görüşmek üzere.

Not: Brian Aldiss'in "Yıldız gemisi", aynı konseptte çok daha güçlü bir kurgu ve sosyal altyapıya sahip, ilgilenenler Metis bilimkurgu'dan çıkmış bu kitapla susuzluklarını giderebilir.

27 Kasım 2013 Çarşamba

Güzelliğin Tarihi, Georges Vigarello


Yazar, metnini kadının dekorun ve devinimsizliğin içindeki donuk siluetlerin estetiğinden yakasını sıyıramadığı için, güzelliğin modeli olarak düşünülür diyerek açmış. Güzelliğin konsept olarak modernizmin içine "Rönesans'ta gerçekleşen figüratif değişimde" girdiğini belirtip statü ve itibar için değil doğal güzellikleri için hayranlık duyulan kadınları açılımlamış. "İdeal güzellik" e duyulan hayranlığı tanımlayarak 15. yy'da kadın bedeninin daha önce sahip olmadığı bir derinlik ve renge kavuştuğunu ifade etmiş. Güzelliğin değerini belirtmek için ifadelerde değerli metaller ve mücevheratın egemen olduğunu, ahlaki kuralların, güzelliği bedenin belli bölgeleriyle sınırlandırdığını belirtip açık olanın ve gizli olanın ölçütlerini vermiş.

Kelime olarak da bedenin üst taraflarının 15 yy.'da tüm kibar sıfatları üzerinde topladığını, ışık saçan veya parlayan gözlerin güneşin veya gökyüzünün parıltısının temsili olduğunu, güzelliğin, kadınların mükemmelliği olarak görülecek kadar değerini arttırdığını ve böylece kadının statüsünün güçlendiğini ifade etmiş. Kadının onu şeytanileştiren geleneği aşarak mükemmelliğe bir adım daha yaklaştığını cinsiyetler arası ilişkilerin bu yüzden değişerek bir "konuşma sanatının" ve " saray kadını" konseptinin doğuşuna neden olduğunu belirtip fiziksel estetiğin mükemmelliğinin kesin olarak dişileştiğini, güç ve güzellik kavramlarının birbirinden ayrıldığının altını çizmektedir araştırmacı.

Ancak kadın hala erkeği "eğlendirmek" hata "hizmet etmek" için vardır. Hiyerarşi yolunu estetiğe dek bulur: güzellik türleri tanımlanır ve ast-üst ilişkisine girerler; kışkırtıcı güzellik, cilveli güzellik, sofu güzellik. Tanrısal köklere yapılan sonu gelmez referanslar, güzelliğin tasvirinin bir mutlakı yansıtması gerektiği görüşü hakimdir. Güzellik, elementlerin en gizemli kaynaklarıyla birleştirilir, bu koşullarda dilin yetersizliği ve tanımlamada eksiklik net bir şekilde görülebilir. Çoğu zaman beden arzulanan biçime boyun eğmek zorundaymış gibi sıkıştırılır, korse doğar. Güzellik için ilk ev yapımı reçeteler 16. yy.'da ortaya çıkar diyen yazar, 17 yy.'da süslenmenin ve yapaylığın meşruluk kazandığını ve kanıksandığını belirtmiş. Gözler bu dönemde parıltı dışında duygular kazanır ( romantik akımın etkisi hakimdir ),Sahne sanatlarının estetiğin artık ifadeden bağımsız ve devinimsiz olmasını engellediğini, duygu sözcüğü tutku sözcüğünün yerine geçtiğini, fiziksel güzellik üzerine ampirik incelemeler ortaya çok sayıda rakam ve ölçüt çıkardığını belirten yazar, İskelet yapısının incelenmesiyle ırkçılığın dayanak bulduğunu ve seksist dayatmaları ( leğen kemiği genişliği, kadın anne olmak için vardır ) beraberinde getirdiğini ifade etmiş.

Bireyleşmenin, kuaförlerin ortaya çıkmasına, modern kozmetiğin ve ulaşılabilir güzellik idealinin evlere girmesine sebebiyet verdiğini ifade eden yazar, 18. yy. 2. yarısında dirilik, hijyen ve güzelliği kadına bağlayan bir anlayışın somutlaştığının altını çizmiş. 19. yy'da güzellik tanrı vergisi olmaktan çıkıp sonradan kazanılan bir şeye dönüştüğünde makyaj ve süslenmede meşruluk kazanmıştır diyen yazar, tuvallerin artık gözler ve bedenler olduğunu da eklemiş. Yazar, kadının kamusal alana girmesi ona engel olan korsenin sonunu getirerek bir hareket serbestisi sağladığının, perhiz ve egzersizlerle beraber boy aynalarının da evlere bu dönemlerde girdiğinin altını çiziyor. 1930'larda ağırlığın sağlık göstergesi ilan edilmesiyle yeni beden ölçüleri arayışı başladığını, güzellik yarışmalarının ortaya çıktığını , model ve imajların artık sayılara döküldüğünü, cisme büründüğünü belirten yazar, sinemanın bu beden ölçülerini kitlelere yaydığını vurgulamış.

"Platin sarışın" miti doğduğunda, saç şekli ve renginin çarpıcılık öğelerinden biri olduğunun hissi kitle iletişim araçları yardımıyla yayıldığını, Güzellik inşa edilir düşüncesiyle kozmetik sektörünün devasalaştığını belirtip estetik cerrahi ve onarıcı cerrahinin birleştiğini belirten yazar, 1940'larda selülitin tıp literatürüne giridğinin de altını çizmiş. hayvan metaforlarının kadını ( kedi ) tarif ederken kullanılmaya başlaması ise haylazlık ve yabanilik gibi içgüdüsel ve doğal ifadelerin sosyal etiketlerden bir kopuşa işaret ettiğini belirtip özel yaşama ve bireysel seçimlerde özgürleşmenin güzellik konseptinin gelişmesiyle gündelik yaşama girdiğini ifade etmiş. Giyim sektörünün unisex hale gelmesiyle cinsel sınırlar ve etiketler ortadan kalkar: metroseksüellik ve homoseksüellik kavramları tanınma talebinde bulunur. diye görüş belirten yazar, Kimliğin hiç olmadığı kadar beden indirgendiğini, güzelliğin ve ortaya konan şeyin artık bireyin kişiliği olduğunu nosyonunu doğrulamış. Hazzın davranışların merkezine yerleştiğini ( diyetin hazzı, sağlığın hazzı, bakımın hazzı vs...) belirten yazar sormuş: " Tekil bir ben, neşterle nasıl çizilir?" Çok sayıda referans veren ve mümkün olduğunca tarafsız yazan yazar, Doğu'daki güzellik kavramına hiç dokunmamış. Avrupai nosyonların onaylanmasına kadar gelen görüşler daha detaylı bir tarihçe talep eden okurları yüzüstü bırakacaktır. Keyifli okumalar dilerim.

24 Kasım 2013 Pazar

Mavi Sakal # 1, Kurt Vonnegut

"O bir hayat yaşamıştı. Bense anekdot biriktirmiştim. O yuvasını bulmuştu. Benim içinse yuva, bulacağımı hiç düşünmediğim bir yerdi." ( Syf 222 )

23 Kasım 2013 Cumartesi

Dünyaya Düşen Adam, Walter Tewis


Thomas J. Newton, yüzlerce ışık yılı öteden gelen bir ziyaretçidir. Ölen dünyasının kalan insanlarını kurtarmak için yıllardır yaşadığı dünyanın insanlarını gözden çıkarmak zorundadır. Değiştirdiği, zamanının ötesindeki buluşlara boğduğu dünyanın sorumluluğunu almak için gereken gücü bulmak için kültürün dayatmaları ve nevrozlarla boğuşması gerekecek ve bürokrasi ile kafa kafaya çarpışacaktır...

Yazar, metninin açılışında Paracelsus atfı yapıyor. Kültürün çarpıttığı kişilikleri kurgusuna yediren yazar, açgözlü ve hırçın,çıkarcı avukat motfine Farnsworth'u koyuyor. Akademik yarışta hırpalanmış, öğretmenlik yapmadan önce Oppenheimer ile birlikte atom bombası üzerinde çalışmış olan Nathan Bryce ise bilimi ve erdemini sorgulamakta olan dul ve dünyadan elini ayağını çekmiş bir münzevi. Betty Jo, sosyal yardımlarla geçinen, kendini geliştirmemiş ortayaşlı bir dul, kendi hayatından kaçmak için içkiye sığınıyor. Newton modern entellektüellerin yaşadığı ikilemleri yansıtan bir imge olarak kullanılmış.

Kimi yerde Orwellyen kaçan abartılar ( Nebraska ve İowa'lı silahsızlanma taraftarları ? ) kullanan yazar, Henry David Thoreau atfında da bulunmuş. Bryce, insan ruhunun ikiliğini sorgulayan karakter olarak görev alırken insan kibri "İkarus'un Düşüşü" tablosuyla imgelenmekte. Bryce yabancılaşmaya ve yaşanan ikilemleri aktarma görevini üstlenirken tüm bu motifler bir münzevi ve "yabancı" Newton'la imgeleniyor. Betty Jo ile paylaştığı yalnızlığı ve konformizme isyanı göz doldururken Newton, acıklı bir kimlik sorgusuna giriyor ve dönüştüğü "insan" la yüzleşiyor.

 Makyavellizm sorgusu, milyonların yaşamına karşın yüzlerce yaşamın ikame edilip edilmeyeceği koşullarında irdelenmiş. Bürokrasi sorgusu ve 1984 atfı yapan yazar, Newton'un hüzünlü hikayesini okuruna sunarken karanlık bir gelecek tablosu çiziyor. Teknolojiyi ve kafatasçılığı Newton üzerinden irdeleyen yazar, ucuz kurgu oyunlarına başvurmadan, taze bakış açıları sunarak Modern batıyı eleştiriyor. Bilimkurgu hayranlarının başını döndürmese de keyifli bir okuma sunacaktır.

20 Kasım 2013 Çarşamba

Başına Buyruk Beyin, Cordelia Fine


Yazar metnini samimi bir anekdotla açtıktan sonra, kibirli beynin pozitif ilüzyonlarını açıklamış. herhangi bir insanın kendisini bir totem direği veya kümenin en altında konumlandırmasının istatistiki olarak imkansız olduğunu belirtip zayıflıklarımızı sıradan ve insani olarak görürken güçlü yanlarımızı eşsiz ve olağanüstü olarak algılama eğiliminde olduğumuzu ifade etmiş. Potansiyel tehlike büyüdükçe beynin kendisini ve egoyu korumak adına çok daha fazla çaba harcadığını, kişinin kendi çirkin yönlerine dair yargılarının  kaybedilmesinin bir yerde akıl sağlığını ( narsisizm ) kaybedilmesiyle eşdeğer olduğunu vurgulamış.

Karar verme anlarında geleceğimizi düşündüğümüzü, kendimizi ve hayatımızı gerçekçi bir şekilde değerlendirdiğimizi ifade eden yazar, bu fenomene " realizm penceresi" adı verildiğini okuruyla paylaşmış. Duygusal tepkilerin merkezi olarak " prefrontal korteks"i alan yazar, duygunun duygusal uyarılma ve duygusal düşüncelerden oluştuğunu belirtmiş. kişinin kendilik algısında ısrarlı ve yineleyici bir değişimi yanında getiren gerçeklik duygusunun geçici olarak yitirilmesiyle ortaya çıkan durumu " de personalization" olarak tanılayan Fine, bu durumun uç hallerinin "Cotard sendromuna " dek varabileceği uyarısını yapmış. Çok sayıda deney örneklemesi veren yazar, kişiye kendilik hissini kazandıranın duygusal beyin olduğunu ifade etmiş.

Ahlaki bir konuyu düşünürken içimizde basit bir duygu hissettiğimizi ve bunu verdiğimiz karara yansıttığımızı ifade eden yazar, ahlaki yargılarımızın kökleri derinlere uzanan bir "adil dünya inancıyla" kirlendiğini de ekleyip bu inacımızın çok güçlü olduğunu bu nedenle kötü şeylerin sadece kötü insanların başına geleceği yanılgısına kapılacağımızı belirtmiş. Milgram'ın otorite deneyine atıfta bulunan yazar, hiyerarşinin yarattığı psikolojik baskının çok yoğun olduğunun altını çizmiş. Kitty Genovese vakasına atıfta bulunup pozitif test stratejisini açıklamış. Yanıltıcı korelasyon ve Rorschach testinin uygulama lanlarına değinip Capgras sendromundan bahsetmiş. "İnanç kutuplaşması" fenomenini masaya yatıran yazar, inanışlarımızla uyum gösteren kanıtların kabul edildiğini , karşı kanıtların ise suçu ispatlanana kadar suçlu olduğunu belirtmiş.

Plasebo etkisini açıklayan yazar ardından, bir inancımıza veda etmenin kimliğimizin sevilen bir parçasına veda etmek anlamına geldiğini ifade etmiş düşlerin ve bilinçdışının hayatımıza yansımalarını irdelemiş. Bilişsel psikoloji ve şema kavramlarını açıklayıp reklamlar ve bilinçaltı ilişkisini sorgulamış. Bilinçli veto sürecini açıklayıp stereotiplerin ve önyargıların varolma nedenlerini, nörofizyolojik kökenlerini okuruyla paylaşmış. Sonsöz bölümünde tüm kitapta açıkladığı ve savunduğu fikirlerin özetini geçerek argümanlarını pekiştirmiş. akıcı dili ve samimi tonuyla, teknik jargonu konuya fazla hakim olmayanları soğutmamak adına az kullanarak metnini hazırlayan yazarın donanımlı olduğu ,detaylı bir çalışma kaleme aldığı açık. Konuyla ilgilenen herkes adına okuması keyifli bir makale olacaktır. Başka incelemelerde görüşmek üzere.

16 Kasım 2013 Cumartesi

Hayvan Özgürleşmesi, Peter Singer


Yazar, fizyolojik yeterliliklerden bahsederek metnini açmış. Irkçılık ve seksizmi adabıyla yerdikten sonra, bir erkeğin kürtaj yaptırması söz konusu olmadığına göre bu konuda görüş bildirme hakkına da sahip değildir demiş. temel eşitlik ilkesini okurlarına tanıttıktan sonra, eşit ya da özdeş muameleyi değil eşit önemsemeyi gerekli kıldığını vurgulamış. Bireysel açıdan farklara sahip olunsa da cinsiyetler ve ırklar arasında fark olmadığını ifade eden yazar, "eşitliğin bir olgunun ifadesi olmadığını ahlaka dayanan bir fikir olduğunu" belirtmiş.

Ahlak felsefesine giriş yapıp çeşitli postulatlar sunduktan sonra, canlıların acı çekme veya haz duyma kapasiteleri üzerinden değerlendirilmesi gerektiğini ifade etmiş. Descartes'in "bilinçsiz otomatlar" olduğunu iddia ettiği hayvanların bilinçsiz olmadığını çeşitli örneklerle okuruna sunmuş. Acıya dair , fizyolojik ve davranışsal çeşitlendirmeler kurduktan sonra, Okkam'ın usturasını kulanmış: bilinçsiz olmadıkları sonucuna varmış ( her aklı başında insan gibi ). Nörologların ifadelerini paylaşıp, dil kullanma yeteneiğinin bir varlığa nasıl muamele edilmesi gerektiği ile ilgisi olmadığını vurgulayıp zor bir soru yöneltmiş okurlarına : " Zihinsel engelliler ve bebekler üzerinde deney yapmaya onay verir miydik?"

"Hayatın kutsallığı" değil " insan hayatının kutsallığına" vurgu yaptıktan sonra ötenazi ve kürtaj gibi konuları irdelemiş. hayvanlar üzerinde yapılan çok sayıda deneyin bilimsel makalelerden alınmış çirkin grafik detaylarını ve anlamsızlıklarını göz önüne serdikten sonra, bilimadamlarının klink kayıtsızlığını ( haklı olarak ) yermiş. Akıl almayacak zalimlikteki "işkence deneyler" i okumak gerçekten beton gibi  bir mide ve yürek gerektiriyor. davranışçı kasapların mirası, Pavlov'un ve Descartes'in fikir çocuklarının yarattıkları yıkım o derece büyük çapta ve yararsız ki okura kimi zaman sadistçe dahi gelebilir. Özellikle " öğrenilmiş çaresizlik" deneylerinin üzerinde yürütüldüğü köpeklerin hali okurun yüreğini burkacaktır ( bir çok diğer detayla beraber). 

Bu tarz deneylerin anlamsızlıkları baz çarpıcı örneklerle ortaya dökülmüş. Türler arası kimyasal uyuşmazlıkları hesaba katmayan araştırmacıların kimi zaman gerçekten nedensiz yere kan döktükleri ( tavşanlarda insülin deneyleri )  yazarın ve okurlarının gözünden kaçmayacaktır. Çoğu araştırmacının daha çok para alabilmek adına ( ve deneylerini yükselen tepkilere rağmen sürdürmek amaçlı ) araştırmalarını sadece kağıt üzerinde " kanser araştırmalarına" çevirdiklerini belirten yazar çoğu yerde tarafsız kalmaya çaba göstermiş. Milgram'ın otorite deneyine atıfta bulunan Singer, bilimadamlarının çoğu zaman amaçları yönünde sorgulanmadıklarını ( halk tarafından ) belirtmiş.

 Bu pasajlardan sonra Endüstriyel çiftliklerin duruma yönelen yazar, tarımın, tarım sanayiine dönüştüğünü; doğa, bitkiler ve hayvanlar arasındaki uyumun dev şirketler ve onlarla rekabete zorlanan çiftçiler için önemsiz olduğunu, ancak karlılık söz konusu olduğu zaman hayvanların çektiği acılardan bahsedildiğini ve plastik ambalajla gelen gıda sayesinde hiç kan görmediğimizi belirten Singer, Konrsad Lorenz'in "gagalama düzeni" ne atıfta bulunmuş açıklamış. Orwell ve "Hayvan çiftliği" atfında bulunduktan sonra, ticari tarım lobisinin halkı sürekli "mutlu,sağlıklı ve iyi bakılan" hayvanlardan verim elde edildiğine inandırmaya çalıştığını belirtiyor. Bizim yarattığımız sorunlar yüzülen normalde görülmeyen hastalıklar ortaya çıktığının altını çizen yazar ( nakliyat humması, Bst hormonu yüzünden acılı ve irinli bir hastalık olan meme iltihabı mastitis vs.) vejetaryenliğin bir tür boykot olduğunu Türcülüğün gerçek yüzünün bu kara arifesinde kendini gösterdiğini vurgulamış.

Açlık sorunundan bahseden dev şirketlere yazar sormuş : " Bunca yıldır entansif tarımla açlığı sonra erdirdiniz mi?" Entansif tarımın çevresel etkileri ve protein dönüştürme oranlarına giren yazar, protein açısından yetersiz beslenme ve çözüm önerileri üzerine spekülasyonlar yürütmüş. Bitkisel ve hayvansal protein çeşitlemeleri arasından farka pek girmeyen yazarın eksik kaldığı tek argümanlar bu noktalarda ortaya çıkıyor ( kedilerin torine insanların da kazein / peynirde bulunan bir protein /  gibi suplementlere ihtiyaç duyduğunu inkar etmiyor.)  vejetaryenlik çizgisinin çok tartışmalı bir konu olduğunukişinin bu kararı kendisinin vermesi gerektiğini ama "hayvansever" olmadığı halde canlıların acı çekmesine katlanamadığı için vejetaryen olduğunu vurgulayan yazar, kendi diyeti ve kararlarını örnek olarak sunmuş. Türcülüğün kısa tarihine yer veren yazar kitabının son bölümünde çokça İncil alıntısı yapmış ve çağının ötesindeki çoğu filozof veya din adamının bile alaya alınmaktan çekindikleri için görüşlerini yeterince savunamadığının altını çizmiş.

Hayvan özgürleşmesi hareketinin tarihine ve alınan yola vurgu yapan Singer, Argümanlarını çoğu yerde mantıklı ve güçlü temellere oturtmuş. Okurunun gıdasına bakış açısını zorlayan yazar, hedefine ulaşmış gibi gözükmekle beraber insan ırkının erdemine fazla güvendiği de açık. Yedikleriniz hakkında doğumunuzdan bu yana gelen önyargıları yüzünüze vuracak bu metin okuması kolay bir kitap değil. orta sayfalarda verilen resimler çiftlik ve laboratuvarda neler olduğunu şüpheye yer bırakmayacak bir şekilde ortaya koymakta. cesur ve çağının ötesinde bir metin, biyoloji konusunda eksikleri olmasına rağmen çoşkusu ile açıklarını yeterince kapatıyor. Başka incelemelerde görüşmek üzere.


11 Kasım 2013 Pazartesi

Kitleler Psikolojisi, Gustave Le Bon


Yazar, metnini Unutulmaz tarihi olayların insanların iç dünyasındaki görünmez değişikliklerin eseri olduğu belirterek açıyor. Bu durumun çok sık görülmemesinin nedeninin toplumun psikolojik yapısında bulunan köklü unsurların ağır basması olduğunu ifade ediyor. Kitlelerin çağına girdiğimizin altını çizen Le Bon, medeniyetlerin bugüne kadar küçük bir fikir aristokrasisi tarafından kurulduğunu ve idare edildiğini vurguluyor. Hiyerarşiyi ve vahşi elitizm savunusunu sağlıksız düzeylere çıkaran yazar, kitleleri toplumun yapısını çürüten mikroplara benzetmiş. Meşrutiyetin dayatmalarına özlem okunan kültürel geçmişe methiye kıvamındaki postulatlar sunan yazar, metninin büyük bölümünü Napolyon'un siyasi ve kültürel yeteneklerini yüceltmeye ayırmış.

 Kollektif bilinçaltı tarafından yöneilen kitlelerin bireysel bağlamda, zeka ve benliklerini yitirdiklerini savunan yazar, bir yerde "kovan zihni" tanılamış. Birbirlerinden ayrı binlerce kişinin şiddetli duyguların etkisiyle bir araya gelip bir kitle oluşturabileceğini, kitlelerin duygusal özelliklerinin temelde bireylerle aynı olduğunu belirtmiş. Tuz çözeltilerini ( tampon ) kitlelere benzeten yazar, Herbert Spencer'ı yermiş. Freud ve Jung'un fikir babası olduğu açıkça ortada olan yazar, "ırka" ait düşüncelerin ( substratum ) genetik yolla aktarıldığını ( Lamarck'ın deneyimlerin genlerle aktarılabileceğini yönündeki kuramına atıf ) "ata ırka" ait görüşleri ( residus ) insanın içinde taşıdığını savunmuş. Kültürün etkisini tamamen yadsıyan yazar, kitlelerin vasatlığı temsil ettiğini; bireylerin, kitle içindeyken içgüdülerini frenleyemediğini , bir düşünsel bulaşmayla ( contagion ) duygulanımda hızla sebebiyet verdiğini belirtmiş.

Hipnotizmada meydana gelen bireysellik kaybını, kitlenin psikolojisi olarak betimlemiş. Konformizmi tanımlayan yazar, kitlelerin hareketlerinin önceden belirlenemeyeceğini, duyguların her zaman aşırı olduğunu, isteklerini çılgınca bir vecd haliyle elde etmeyi arzu eden kitlelerin isteklerini uzun süre koruyamadıklarını ifade etmiş. Kitle içinde bulunan bireyde "imkansızlık" duygusunun silindiğini, şovenist ve seksist çıkarımlarıyla kitlelerin "tıpkı kadınlar " gibi etkilenmeye açık olduğunu söylemiş. tarih kitaplarının yalancı şahitliklere ve kuruntulara dayandığını ifade edip kitlelerin hayalleriyle düşündüğünü ifade etmiş. Ezberci eğitimi eleştiren ve usta- çırak ilişkisine vurgu yapan yazar, çağdan çağa değişen kitleleri etkileyen kelimeleri irdelemiş. Geçmişten kalma bir çok kuruma yeni kelimeler giydirerek hayal gücündeki kötü tesirleri olan kelimelerin yerine yenisini getirdiklerini ifade edip, toplumun çeşitli tabakları görünürde aynı kelimeleri kullandıklarını ancak konuştukları lisanın aynı olmadığını belirtmiş.



Sosyalizm yergisine geniş yer ayıran yazar, kitleleri hayallere çekmeye başaranların onlara hakim olacağını, kitlelerin hayallerini yıkanların ise onların kurbanı olacaklarını ifade etmiş. Önderin, başlangıçta sonradan havarisi olacağı fikir tarafından hipnotize dilmiş kişi olduğunu, kitle halinde bulunan bireylerin bütün iradelerini yitirdikleri için içgüdüsel olarak iradesi sağlam olana döneceklerini savunmuş. Kitlelerin esirliğe ihtiyaç duyduğunu iddai eden, toplu histeri ile kişilik bozukluklarını karıştıran yazar, açıklamalarının temelsiz kaldığı yerlerde totolojilerden medet ummuş. Piramid benzetmesi ve hiyerarşiye açıkça methiye düzen yazar, toplumsal konular karşısından tüm cehaletlerin denk halde geldiklerini iddia etmiş. Tam oturmayan öznel görüşlerin geçmişe dönük bir özlem ve elitizm savunusuyla yoğrulduğu metin, temel eserlerden olmasına rağmen çok ciddi eksiklikler taşıyor. Konuyla ilgili kişileri dahi soğutacak eski Türkçe'ye dayalı çeviri kimi yerlerde zayıf kalabiliyor. Başka incelemelerde görüşmek üzere.

9 Kasım 2013 Cumartesi

Görünür Adam, Chuck Klosterman


Yeterince iyi bir terapist misiniz? Peki görünmez bir hastayı, gizli narsisistik bozukluğu ve uzaklaşmacı borderline'ı olan bir hastayı tedavi edebilir misiniz? Geceleri evinize gizlice girilmediğinden, kocanızla veya kendi başınıza olan hayatınızın izlenmediğinde emin misiniz? Vicky artık emin değil, hastası olarak kabul ettiği Y_'nin nevrozlarının üstesinden gelebileceğinden veya mahremiyetinin ona ait olduğundan... Hastasıyla diyaloğu yoğunlaştıkça profesyonel sınırlar ortadan kalkacak ve Vicky'i paranoyaya itecek olaylar döngüsü başlayacaktır...

Yazar, optik, psikoloji ve beden dili konularına hakim olduğunu metni boyunca hissettiriyor. Wells'in unutulmaz eserine ( doğal olarak ) atıfta bulunan yazar, karakterini kurgularken K.Dick'in "Karanlığı Taramak" eserindeki kostümden esinlendiğini okurundan gizlemiyor. Y_, ciddi narsisistik bozukluk sergileyen bir hasta olarak Vicky'in profesyonel yaşamına girdiğinde entellektüel açıdan çok farklı seviyelerde olduklarının sürekli sahnelenmesi , terapistin tehdit altında hissetmesine ve Y_'nin ise terapi sürecinden soğumasına neden oluyor. Yeteneğini, görünmezliğini ifşa ederek psikozlu olmadığını Vicky'e kanıtlayan Y_, kendi görüşlerine çarpık bir biçimde bağlı. Terapistini sürekli aşağılaması ve tek taraflı bir süreç yürütmesi zamanla Vicky'nin ters aktarım geliştirmesine ve borderline röntgenciye karmaşık hisler beslemesine sebebiyet vermekte.

Aslında Y_ tam bir röntgenci değil, insanları cinsel haz amacıyla izlemiyor. Onları tanımak için rol atıflarından kurtulunması gerektiğini düşünen Y_, yalnızken insanların " gerçek" oldukları düşüncesini savunuyor. Çok net bir uzaklaşmacı borderline profili çizen karakter, temas edemediği yaşamları anlayabilmek uğruna insanlarla arasına kibirden ve tanımlanamazlıktan ( görünmezlik kostümü ) duvarlar örüyor. Yazar, Y_'nin gözünden modern batının nevrozlarını, sosyolojik ve ekonomik dayatmalarını, psikolojik bozukluklarını irdelerken, vurgu yapılan eleştiriler "dikizlenen" kişilerin hikayeleri üzerinden sunulmuş. Karakterler arasındaki "aktarım" a yüklenirken kurgunun akışını biraz da olsa kaçıran yazar, sado-mazo bir ilişkinin dış hatlarını çizmiş. Motifler arasındaki çelişkiler mevcut ancak baş karakterin ağır nevrozlarını vurgulamak için kullanılmış olması nedeniyle göze batmıyorlar. Keyifli bir okuma sunan, eleştirel bir "Görünmez Adam" yorumlaması. Başka incelemelerde görüşmek üzere.

Görünür Adam # 1, Chuck Klosterman


"Görünmez mi? ... Somut nesneler asla görünmez olamazlar. Fakat olmaları da gerekmez. ... Kaldı ki, insanlar bırak kamufle edilmiş nesneleri, gözlerinin önündeki şeyleri bile zar zor görüyorlar; olan bitenlerden çıkardığım en anlamı şey işte bu. Dünyanın nasıl göründüğüne dair, kendi kendini üreten sabit bir algımız vardır. Gördüğümüz şeyleri bilinçsiz düzen algımıza uyacak şekilde, zihinsel olarak değiştiririz. Kesin < İnsanlar görmek istediklerini görürler> denildiğini duymuşsundur, fakat doğru bir ifade değil. < İnsanlar görülebilir olduğunu varsaydıkları şeyleri görürler> demek daha doğru olur. Eğer bir hareket ya da beklenmedik sesler algılamıyorsak, genellikle zihnimizin hafızamıza uyum sağlayan bir fon üretmesine izin veririz. İnsanlar dünyaya baktıklarında bilinçsiz beklentilerinin ötesinde hiçbir şey görmezler." ( Syf 51 )

8 Kasım 2013 Cuma

Madde 22, Joseph Heller


2. Dünya Savaşı sırasında küçük bir İtalyan adasında konuşlanmış olan bombardıman birliğinden Yossarian, tam bir paranoyaktır. Yüzbaşı Yossarian, kışlasındaki ast ve üstlerinin deliliklerinin savaş sayesinde açıkça ortaya çıkmasından rahatsızdır, aynı zamanda sürekli birilerinin onu öldürmeye çalışmasından da rahatsız olmaktadır. Emirlere aykırı olarak rütbe peşinde koşan üstlerinin sürekli uçuş sayısını arttırıyor olması, kışlada sinirleri germektedir. Yossarian'ın tek amacı öldürülmeden bu cehennemden kurtulmanın bir yolunu bulmaktır.

Kışlada bulunan tüm karakterleri, eleştirilecek karakter özelliğinin bir karikatürü olarak kurgulayan yazar, öyle güçlü kimi yerde Orwellyen kaçacak bir abartı seviyesinde tezatlar kullanıp her sayfasından zeka damlayan alaycı bir üslupla yazmış eserini. Dunning- Kruger göndermeleri içeren ast-üst ilişkileri, bürokratik manevralarla verilen ölüm hükümlerine kadar varıyor. Mevki çatışmaları, zaten bıçak sırtında olan ve ölüm korkusuyla daha da gerilen ilişkileri daha da çıkmaza sokuyor. Irkçılığı, bencilliği, ölümsüzlük düşlerini, kontrol edilemez kaygı gibi özellikleri karakterlerine ustaca yediren yazar, çok sayıda açmazla süslemiş metni ( ki en ünlüsü  Madde 22 ). Uyumculuğu eleştiren, din ve tanrı sorgusuna giren yazar, açık Travma sonrası depresyon yaşayan bir karakteri metne dahil ederek, savaşın insan psikolojisinde yarattığı ciddi yıkımı da okuruyla paylaşıyor.

Diz boyu beceriksizlikle dolu, sağduyunun camdan uçup gittiği bir kışlada her yerde sağırlar diyaloğu sürmekte, as-üst ve eşitler arasında. statü için dönen onca dolap, bürokratik sadizmle taçlanıyor. Askerlerinin can güvenliğini kendi statü yarışı için hiçe sayan üstler, girişimciliği ve karaborsa yaratmak için ( bir müptelanın sonraki vuruşu gibi) her şeyi gözle alan astlar, silah arkadaşlarını ve kendi güvenliklerini bile önemsemiyorlar. Çoğu asker ölümden öylesine korkuyorlar ki, yaşam onaylayıcı eylemlerin ( seks ) müptelası olmuşlar.Sürekli onanma beklentisi olan karakterler, derin güvensizlik ve kaygı atakları geçiriyor, tüm pisliklerini savaşı bahane ederek ortaya saçan psikopatlar kimi nasıl incittiklerini umursamıyorlar. yazarın çok sayıda tekrar kullandığı doğru, ancak bu durum mantık dışı görüşleri ve olayın saçmalığını vurgulamak için kullanmış bu tekniği. 



Stevenson atfında bulunan yazar, Freud ve rüya yorumlamalarına gönderme yapıp Psikiyatri eleştirine giriyor. yansıtmacı psikiyatrist üzerinden herkesin kendi eksikliklerini karşısına yansıttığı görüşünü inceden savunan yazar, Adler atfında bulunmuş. Yossarian'ın Roma'ya kaçak gittiğinde yaptığı yürüyüş sırasında dünyanın sunabileceği tüm pisliği okuruna sergileyen yazar, gerçeküstü anlamsızlıklardan okuru o denli hızlı çekip alıyor ki betona çakılmış gibi bir etki bırakıyor. Birey mi yoksa grup mu sorusunu "şeytanla antlaşma" gibi bir motifle okuruna aktaran yazar, başından sonuna Vonnegutvari ironilerle dolu güçlü bir eser kaleme almış. İngilizceye çözülmesi mümkün olmayan açmaz anlamıyla geçen "catch 22" , hakkındaki tüm övgüleri ziyadeysiyle hak ediyor.

Not: Savaş veya askerlik hizmeti ile ilgili romantik, pembe veya erdemli olduğu gibi düşüncelere sahip kişilere soğuk duş olacaktır.

6 Kasım 2013 Çarşamba

Madde 22 # 1,2,3,4,5,6,7,8,9,10; Joseph Heller


" Tek bir açmaz vardı, o da Madde 22. Bu madde, insanın gerçek ve yakın tehlike karşısında kendi güvenliği için endişelenmesinin zihnin rasyonel bir süreci olduğunu belirtiyordu. Orr deliydi ve uçuştan men edilebilirdi. Tek yapması gereken Uçuştan men edilmesini talep etmekti; ve bunu yapar yapmaz, deli olmadığı anlaşılacaktı ve başka görevlerde uçması gerekecekti. Orr'un başka görevlerde uçması için deli olması gerekirdi, aklı başında olsa uçmazdı; ama aklı başındaysa uçmak zorundaydı. Uçarsa deli demekti ve uçmak zorunda değildi; ama uçmak istemiyorsa aklı başındaydı ve uçmak zorundaydı.
Madde 22'deki bu şartın mutlak basitliği Yossarian'ı derinden etkiledi. Saygıyla ıslık çaldı." ( Syf 72 )


"Ya da bunu yaparken kimin, neden öldürüleceğine."
"Evet, buna bile. Sorgulamaya hakkımız yok..."
"Sen delisin!"
"...Sorgulamaya hakkımız..."
"Gerçekten de neden ve nasıl öldürüleceğimin beni ilgilendirmediğini mi düşünüyorsun?" ( Syf 178 )


"Dünyada çok fazla mutsuzluk var, diye düşündü, bu trajik düşünce ile başını eğerek. Başkalarının mutsuzluğunu dindirmek için yapabileceği hiçbir şey yoktu, hele kendi mutsuzluğu için, hiç." ( Syf 290 )


"<Uğruna yaşamaya değer her şey,> dedi Nately, < uğruna ölmeye değerdir.>
<Ve uğruna ölmeye değer her şey," diye yanıt verdi kafir ihtiyar, < kesinlikle uğruna yaşamaya değerdir. Biliyor musun, öylesine saf ve naif bir genç adamsın ki senin için üzüleceğim neredeyse."...
...
...
<Çünkü dizlerinin üzerinde yaşamaktansa dimdik ayakta ölmek yeğdir,> diye terslendi Nately zafer ve inançla, çalımla. >herhalde bu deyimi daha önce duymışsundur.>
<Evet, kesin duymuşumdur,> dedi hain ihtiyar, yine gülümseyerek, > ama korkarım sen ters anlamışsın. Dizlerinin üzerinde ölmektense dimdik ayakta yaşamak yeğdir. O deyimin aslı böyledir.>" ( Syf 343-344 )


" Derinlere yerleşmiş ölüm korkun var. Ve bağnaz, zorba, züppe ve ikiyüzlü kişilerden hoşlanmıyorsun. Bilinçaltında, nefret ettiğin çok kişi var.
"Bilinçüstünde, efendim, bilinçüstünde," diye düzeltti Yossarian, yardımcı olma çabasıyla." Onlardan Bilinçli olarak nefret ediyorum." ( Syf 421 )


" Nasıl ee? " Doktor Daneeka'nın kavrayışsızlığı yossarian'ın kafasını karıştırmıştı. " Bunu ne anlama geldiğini anlamıyor musun? Artık beni uçuştan men edebilir, eve gönderebilirsin. Deli bir adamı ölüme gönderemezler değil mi?"
"Başka kim ölüme gider ki?" ( Syf 423 )


"Papaz günah işlemişti ve iyi olduğunu görmüştü. Sağduyu ona yalan söylemenin ve görevinden kaçınmanın günah olduğunu söylüyordu. Diğer yandan, günahın kötü olduğunu ve kötülükten iyilik gelmeyeceğini herkes biliyordu. Ama papaz kendini iyi hissediyordu; kesinlikle harika hissediyordu. Sonuç olarak, mantıksal olarak, yalan söylemek ve görevden kaçınmak günah olamazdı. Papaz, ilahi bir içe doğuş anında, son derece kullanışlı olan koruyucu mantıksallaştırma tekniğini keşfetmişti. Bu bir mucizeydi. Görmüştü ki, ahlaksızlığı erdeme, iftirayı gerçeğe, iktidarsızlığı cinsellikten kaçınmaya, kibir tevazuya, yağmayı hayırseverliğe, hırsızlığı onura, küfürü bilgeliğe, zulmü vatanseverliğe, sadizmi adalete dönüştürmek hiç zor değildi. Bunu herkes yapabilirdi; insanın kafasının çalışması bile gerekmiyordu. Tek gereken, karaktersiz olmaktı." ( Syf 499-500 )


"Her kurban bir suçlu, her suçlu bir kurbandı, ve birilerinin bir ara ayağa kalkması, hepsinin hayatını tehlikeye atan, kendilerinde öncekilerden miras aldıkları bu pis zinciri kırması gerekiyordu." ( Syf 555 )


"Ne iğrenç bir dünya! O gece zengin ülkelerde yaşamalarına rağmen kaç kişinin yoksunluk içinde olduğunu, kaç evin barakalardan ibaret olduğunu, kaç kocanın sarhoş olup karılarını dövdüğünü, kaç çocuğun zulüm gördüğünü, suistimal edildiğini terk edildiğini merak etti. Kaç aile yiyeceğe para yetiştiremeyip aç kalmıştı? Kaç kalp kırılmıştı? O gece kaç kişi intihar edecek kaç kişi delirecekti? Kaç hamamböceği, kaç evsahibi muzaffer olacaktı? Kazananların kaçı aslında kaybetmişti, başarılı sanılanların kaçı başarısız, kaç zengin aslında fakirdi? Akıllı geçinen kaç kişi aptaldı? Kaç mutlu son aslında mutsuzdu? Kaç dürüst adam yalan söylemiş, kaç cesur adam korkuya kapılmış, kaç sadık adam ihanet etmiş, kaç aziz yolsuzluk yapmış, itimat gerektiren konumlara sahip kaç kişi para için ruhunu alçaklara satmıştı, kaç kişinin ruhu bile yoktu? Kaç dosdoğru yol aslında çarpıktı? En iyi ailelerin kaçı aslında en kötü aileydive kaç iyi insan kötüydü? Hepsini toplayıp, sonra çıkarırsan, geriye sadece çocuklar ve belki Alber Einstein ve bir köşede yaşayan yaşı bir kemancı ya da heykeltraş kalırdı." ( Syf  564-565 )





5 Kasım 2013 Salı

Güneş Sistemi Öyküleri, İsaac Asimov


İsaac Asimov'un derlediği kısa öyküden oluşan kitap. Zamanının en iyi bilim kurgu yazarlarının öykülerinin öncesinde öykünün geçtiği göksel cisimle ilgili bilgiler paylaşan Asimov, bilinenlerle buluşlar arasında geçen zamanda değişen bilgileri karşılaştırmak için öykülerin iyi bir kayıt mekanizması olduğunu belirtmiş. Yazarların, geçmişleri ve kazandıkları ödüller gibi bilgileri de okurlarıyla paylaşan editörün de metin içinde bir öyküsü bulunmakta.

Asimov'un işin içinde olduğunu belirten en net gösterge, insanın merakı ve zorlukların üzerinden gelme ( per aspera ad astra ) motiflerini yücelten öykülerin özenle seçilmiş olması. Doğa üzerinde tahakküm ve izolasyon, yalnızlığın da incelendiği öykülerin her birinin dokusu birbirinden farklı. Özellikle "Midyeci Bull" ve "Bekle" isimli öyküler sıradan bilim kurgu literatürünün dışına çıkan hoş motifler içermekte. Hoş kurgu oyunları ve akıcı yapılarıyla rahatlıkla okunuyorlar. türün hayranlarına hoş ve zevkli bir mola olacaktır diye düşünüyorum.

Öykülerin sıralaması ise şu şekilde:
1- Güneş - Güneş'te Hava Durumu (Theodore L. Thomas)
2-Merkür - Aydınlıkyüzden Geçiş (Alan E. Nourse)
3-Venüs - Altın Arayıcının Aşkı (Robert Sheckley)
4-Yer - Su Gürlemesi (Isaac Asimov)
5-Mars - Zıpzıp Arkadaş (Terry Carr)
6-Asteroidler - Midyeci Bull (Poul Anderson)
7-Jüpiter - Köprü (James Blish)
8-Satürn - Satürn Şafağı (Arthur C. Clarke)
9-Uranüs - Kar Yörüngesi (Fritz Leiber)
10-Neptün - Neptün'de Bir Pazar (Alexei Panshin)
11-Plüton - Bekle (Larry Niven)
12-Plüton - Nikita Eisenhower Jones (Robert F. Young)
13-Kuyrukluyıldızlar - Kuyrukluyıldız, Kurgan ve Kapsül (Duncan Lunan)

NOT:  Kitabı benim adıma avlayan Settie'ye buradan teşekkür ediyorum.

3 Kasım 2013 Pazar

Ruhsal Çatışmalarımız, Karen Horney


Yazar, her nevrozun esasında bir kişilik nevrozu olduğunu ifade ederek açmış metnini. Klasik psikanalizin ataerkil dayatmalarından bunalan Horney, kadın psikolojisi ve kültürel etmenleri odağına almış. Zorlanımlı dürtülerin nevrotik olduğunu, bunların Freud'un savunduğunun aksine doyumu değil güvenliği amaçladıklarını, yalıtılmışlığın, çaresizlik ve kaygıdan doğduğunu belirtmiş. Yazar, kendi kuramını sağlam temellere oturturken libido kuramını sarstığı ortada. Nevrotik eğilimlerin birbirlerini pekiştirip güçlendirdiğini ve yeni çatışmalar yarattığını ifade edip, tüm çatışmaların tipi ve yoğunluğunun topluma göre belirlendiğini söyledikten sonra, çatışmalara karşı 4 ana savunma girişimi olduğunu savunuyor: 1- Çatışmayı gizleme, 2- İnsanlardan uzaklaşma, 3- kendinden uzaklaşma, 4- Dışsallaştırma ( genel yansıtma )...

Rol atıflarının yükümlülüklerini çatışma ortamının hazırladığını belirten yazar, Kierkegaard alıntısı yaparak, kayıtsızlık, uyumculuk ve fırsatçılık eleştirilerinde bulunuyor. Çatışmanın söz konusu olduğunu gösteren etkenin tutarsızlıklar olduğunun altını çizen yazar,çatışmaların bilinçdışında bulunduğunu, bilinçta bulunan çatışmanın ise kılık değiştirmiş bir ikilem olarak kendini gösterdiğini ifade etmiş. Güçlü Freud ve Jung eleştirilerinde bulunan Horney, Freud'un ahlak ve insani değerlerden ari bir bilim kurguladığını, Jung'un ise çatışmaların sahiplenilip kişiliğe katılması kuramının zayıf ve gerçeklikten uzak bir yaklaşım olduğunu göstermiş. Stevenson ve Dr. Jekyll, Mr. Hyde atfından bulunan yazar, çocuğun karşısındaki düşmanca dünyayla başa çıkabileceği yollar ve savaş taktikleri geliştirdiğini kalıcı eğilimlerin de bu yolla ortaya çıktığını ifade ediyor.

Psikosomatik tepkimeleri bastırmanın başarısız olmasına bağlayan yazar, nevrotik tipolojileri açılımlamış: Uysal tip, saldırgan tip, yalıtkan tip. Yzar, nevrotik kişilerin kendisinin olduğuna ya da o anda olabileceği, veya olması gerektiğine inandığı bir imaj yarattığını, bu imajın özgün yanları kişilik yapısı tarafından belirlendiğine ve farklılık gösterdiğine vurgu yapıyor. İdeal imajın, nevroz dokusuna işlenmiş bir psikoz örneği olduğunu, bilinçsiz bir oluşumdan kaynaklandığını belirten yazar;İdeal imajın statik olduğunu, bunun bir hedef değil tapınılan ve saplantıya dönüşmüş bir inanış olduğunu belirtiyor. insanın kendine katlanamadığı için bir ideal imaj yarattığını, bunun kendine yabancılaşmayı yanında getirdiğini söylüyor. Temel çatışmaların öğelerinin eğilimlerde ve savunma mekanizmalarında kaynaşabileceğini savunan yazar oral fiksasyon ve depresyona bağlı duygusal açlığın fizyolojik birzorlanımı, kendine yabancılaşmanın, temassızlığın dışa vurumu olduğunu iddia etmiş.



Adler'in tersinebilir "aşağılık kompleksini" evlat edinen yazar, öz aşağılamanın dışsallaştırılmasını açıklarken düalist çıkarımlarda bulunuyor. Savunma mekanizmalarını açıkladıktan sonra aldatma türlerini açılımlıyor. nevrotiklerin umutsuzluğunun kökenlerini izole edip okuruyla paylaşan yazar, Huxley atfında bulunuyor, ve çatışmaların sadece kişilik içinde bunları yaratan koşulların değiştirilmesiyle çözümlenebileceğini savunuyor. Nevrotik kişilikleri tanılayan yazarın en ciddi başarısı, borderline ve narsisistik bozuklukların temellerini atması. Klasik psikanalizden başarıyla uzaklaşan Horney, devrimsel görüşlere çok yaklaşmış. konuyla ilgilenenler için son derece akıcı ve başarılı bir makale. Başka incelemelerde görüşmek üzere.