29 Ekim 2013 Salı

Haz İlkesinin Ötesinde, Ben Ve İd; Sigmund Freud


Yazar, gerçeklik ilkesini süperegoya, haz ilkesini id'e bağlayarak metnini açmış. Haz ilkesinin optimum, minumum ve maximum sınırlarını tanımladıktan sonra, PTSD'nin ilk olarak travmatik nevroz olarak tanılandığını okuruyla paylaşmış. Kaygı, kaynağı bilinmese de bir tehlike beklentisi ve buna hazırlık durumudur diyen yazar, kaygının PTSD'nin nedeni olamayacağını iddia etmiş. Travma objesini kurgulaştırılarak oyuna çevirmenin bir kontrol duygusu ve aktiflik ilüzyonu yarattığı çıkarımını desteklemek için "gitti oyunu" örneğini kullanan yazar, transferansın terapideki rolünü açıklıyor.

"Zorlanımlı tekrar"ın bir sistem için hoşnutsuzluk kaynağı diğeri içinse doyum barındırdığını belirten yazar, algı sistemini fizyolojik açıdan açkılamaya çalışmış. Hoşnutsuzluk uyarımlarını içeriden değil dışarıdan kaynaklanıyormuş gibi ele alan algı sisteminin "yansıtma"
 mekanizmasını ortaya çıkardığını belirten Freud, algı sisteminin uyarı kalkanını delecek denli güçlü uyarıları " travmatik" olarak tanımlamış. Ruh ekonomisi konusunda detaylı açılımlar yaptıktan sonra, acı ile bağlantılı tepkilerin pscyhe'nin yardımına ihtiyaç duymazsa bu tarz "boşaltım"( catharsis ) ların refleks olarak adlandırıldığını belirtmiş.( o dönemde acı ve nevrozun aynı sistemlerden yönetildiği bilinmiyordu ) Düşlerin yorumuna atıf yapan yazar, düşler haz ilkesine göre doyuma çalıştığını ancak PTSD koşullarında tekrarlanan travmalar yaratmaları, haz ilkesi ve düşler arasında kurulan bağ fazlasıyla zorlanıyor.

"Zorlanımlı tekrar"ı biyolojik bir temele oturtmaya çabalayan yazar, kalıtım ve embriyoloji konusunda örnekler vermiş. Tüm canlıların " ilk durum", basit bir ilkel regresyona dürtülendiğini ifade edip tüm yaşamın hedefinin ölüm olduğunu söyleyip Thanatos'a atıfta bulunmuş. Hartman'dan alıntı yaparak bireysel gelişimin sona ermesini ölüm olarak nitelediğini belirten yazar, çok sayıda düalist çıkarımlarla argümanlarını süslemiş. "ben dürtüleri" ve "cinsel dürtüler" arasındaki çatışmadan psikozların doğduğunu ifade etmiş. Mazoşizmin bir regresyon kalıbı olduğunu, bütün bilgilerin dış algılamalardan kaynaklandığını, vücudun hem nesne hem özne olması algı katmanlarında farklara neden olduğunu belirtmiş.Süperegoya atfedilen özellikler de bilinçdışından ( vicdan, özeleştiri vs. ) kaynaklanabilir savunusunu yaptıktan sonra, melankolinin, yitik nesne ben içinde yeniden inşa edildiğini, nesne yatırımının yerini özdeşleştirmenin aldığını ifade ediyor.

MPD ( multiple personality disorder- çoklu kişilik bozukluğu ) 'nin çok sayıda özdeşleşmenin birbiri üzerinde egemenlik kuramamasına ve bu direncin ben'in varlığını parçalamasından kaynaklandığını savunmuş. Süperegonun kaynakğını borçlu olduğu etmenleri ( ebeveyn ) ölümsüzleştirdiğini ifade eden yazar, vicdanın talepleri ve benin yetenekleri arasındaki gerilimin suçluluk duygusu olarak algılandığını söylemiş. Totem ve Tabu'ya atıfta bulunan yazar, din ve ahlak kısıtlamalarının Oedipus kompleksiyle başa çıkılmasından, toplumsal duyguların ise yeni kuşaklar arasındaki rekabetlerin aşılması zorunluluğundan ortaya çıktığı argümanını sunan Freud, kalıtım yoluyla aktarılan İd düşüncesiyle Jung'un daha sonra kuramlaştıracağı "kollektif bilinçaltının" tohumlarını atıyor. Eşcinselliği bir saplantı olarak tanımlayan yazar, Viktoryen dayatmalardan çok uzaklaşamadığının sinyallerini veriyor.

Catharsis'in açıklanmasına yer veren ve libidonun bu durumdaki rolünü belirtip insana karşı düşmanlık, saldrıganlık duygularının ne denli bastılırsa süperegonun ego'ya karşı düşmanlık ve saldırganlığı o denli güçlendirdiğini ifade ediyor.Tanrı'yı süperego dayatmaları üzerinden tanılayan yazar,Moral ve estetik eğilimlerin bastırmadaki güç kaynağı olduğunu vurguluyor. haz ilkesi ve gerçeklik ilkesi üzerine yazılmış, konuyla ilgilenen kişilere çok sayıda malzeme sunan temel eserlerden biri.

18 Ekim 2013 Cuma

İnsan Ruhuna Yöneliş, Carl Gustav Jung


Yazar, fiziğe duyulan güvenin ruhsuz bir ruhbilim yarattığını savunarak metnini açmış. Metafiziğin değer kaybetmesini fazla kişisel alan yazar, ruh ve bilincin aynı kefeye konmasına karşı öfkeli olduğunu ifade etmiş. Bilinçaltını ölçütsüz yücelten Jung, bilinçaltının tüm ataların ve tüm yaşamış insanların deneyimlerini barındırdığını savunan yazar, bilinçaltının ancak bilinçten hareket edilerek açıklanabileceğini belirtmiş. Bilgi felsefesi ve algı üzerinde detaylı durarak dış dünyanın olduğunu gibi algılanıp algılanamayacağını tartışmış. Bilincine vardığımız her şeyin ruhsal araçlardan başka bir şey olmadığını savunan yazar, her insanın içgüdüsel olarak ruhsal yapısının genelde başkalarına benzediğini varsaydığını ifade etmiş.

Arkaik bilinçaltının bilincin sınırlarında yer aldığını ve ortaya çıkmak için krizleri beklediğini söylemiş, kullanılan deyimlerin bilincin ne denli kolay sarsıldığını göstermek adına örneklemiş. Ciddi krizlerin ardından gelen düzen bozukluklarına kopuş ( dissociation ) dendiğini belirtip düalist önermelerde bulunarak klasik Çin felsefesine giriş yapmış. Düşlerin arkaik bilinçaltına açılan kapılar olduğunu savunan yazar, kendini tanımayan kişinin başka kimseyi tanıyamayacağını söylemiş. Çağın bireysel eğiliminin sonucunun kollektif insana doğru ödün verici bir geri dönüş olduğunu iddia eden yazar, bilinçaltı olaylarını 3'e ayırmış: Anlaşılır, dolaylı anlaşılır, anlaşılamaz olaylar. Bilincin 4 bileşeni olduğunu iddia eden Jung, bunları şu sırayla incelemiş: Duyum, düşünce,duygu,sezgi. Bu  bileşenlerden biri görev yüklendiği zaman karşıt işlevini içeren bölümün devre dışı kaldığını belirtmiş.

Kişileri sınıflara ve kategorilere ayırmanın gereksiz olduğunu, kişiliğimizin bilincin dışında kalan oluşmasını sürdüren bir yanı olduğunu, belleği; bilinçaltı içeriklerini yeniden ortaya çıkarma yetisi olduğunu söylemiş. Süperegoyu gereğinden fazla yücelten Jung, halüsinasyonların sezgiden kaynaklandığını savunmuş. Kimi yerde ırkçı yorumlamalar yapan yazar, kompleksin bilinçli veya bilinçsiz derecelerde yer alan çoşkusal düzeyi ruhsal bir içerik olduğunu iddia etmiş. Kişinin yaşamında karşılaştığı yeni verileri, kompleksi doğrultusunda algılayıp anladığını, kompleksin değişikliklerine göre yaşadığını belirtmiş. Kompleksin bilincin denetiminden bir bölümüyle veya bütünüyle kurtulmuş ayrı bir ruhsal varlık oluşturduğunu savunan yazar, odyo halüsinasyonları kompleksle açıklamaya çalışmış...

Benlik'in enerji taşıyan özerk ve kendini özgür kılan bir kompleks olduğunu savunmuş ve psikosomatik tepkimeleri " histeri" ye bağlamış. Şovenist ve seksist yorumlar ( "akılsız özneler, özellikle kadınlar"...) yapan yazar, komplekslerle bölünmüş kişilik arasaında ilkesel açıdan fark olmadığını, komplekslerin bölünmüş ruhlar olduğunu savunan varsayımın kesinlik!!! kazandığını iddia etmiş. Kompleks ve nevrozu karıştıran Jung, kavramanın düşüncelerimize uygun düşen bir bilgiden başka bir şey olmadığını belirtmiş. Rüya yorumlama tekniklerine giren yazar, düşlerin simgesel içeriğinin iç çatışmaların çözümünü de kapsadığını ifade edip, telepatiyi yadsımanın bilimsellikten uzak bir tutum olduğunu iddia etmiş!!! Ruh ekonomisini sıkça kullanan yazar, libidoyu yüceltmiş.

"Akıl hastalıklarının beyin hastalıkları" olduğu dogmasınının maddeci ve gereksiz bir görüş olduğunu söyleyen (!!!) yazar, "kendini gerçekleştiren kehaneti", düşler üzerinden yorumlamaya çabalamış. Ruhun arkaik yapısından doğan imgeler ve eğilimlerin düşlerde ortaya çıktığını savunurken Freudcu ekolden ayrıştığını kanıtlamaya çok çabalayan Jung; hastalarının bireyselliğini savunurken konu çocuklara gelince püriten endoktirinasyonu yücelterek inandırıcılığını yitiriyor. Mitolojik canlılara simgesel anlamlar yüklenmesinin insanlara buna ihtiyaç duymasından kaynaklandığını belirten yazar, her insanda doğuştan bulunan (!!!) ırksal bilinçaltını açıklamaya girişiyor. Darwinyen bir gelişim sürecini bilinçaltına ve kültürel ilerlemeye uyarlamaya çalışan yazar, "noosfer" düşüncesini cilalayarak üzerine Lamarck'ın "öğrenilen özelliklerin aktarılması" nı eklediğini okuru rahatlıkla görebilir: Kollektif bilinçaltı... Orta yaş krizini nevrozla karıştıran yazar, arketiplere değinip metnini kapatmış. Konuyla ilgilenen kişilerin dahi çok fazla yararlanamayacağı küflenmiş inanışlarla dolu eksik bir makale. Başka incelemelerde görüşmek üzere.

17 Ekim 2013 Perşembe

Mezarlık Kitabı, Neil Gaiman


Soğuk bir Ekim akşamı, ailesinin katledilmesinden kıl payı kurtulan meraklı ve sınır tanımaz bebek kendini yakındaki mezarlıkta bulur. Mezarlığın sakinleri olan hayaletler ve gece halkı, bebeği takip eden katili başlarından savar ve çocuğu kabullenirler. Katledilen ailenin hayalleri mezarlık halkından çocuğu bakmalarını rica eder. Owens hayaletleri ve Silas isimli gizemli karakter, çocuğa büyüyene kadar göz kulak olacaklarına söz verirler. Kendinden başka kimseye benzemeye çocuğa "Nobody" ismi verilir. Nobody'e "Mezarlık özgürlüğü" verilir. Burası artık onun evidir. Nobody ise keşfedilmedik delik bırakmayacak, dışarıda bekleyen ölüm tehdidinden ironik bir şekilde mezarlıkta korunarak büyüyecektir...

Dave McKean'ın güçlü içini darbeleri ve keskin, yumuşak hatların dengeli kullanımı gerçeküstü tonu yansıtıyor. İllüstrasyonlar gerçekten usta işi. Nobody, bebekliğinin aksine ailesine söz verdiği için Mezarlıktan hiç çıkmıyor, dış dünyayla tek bağlantısı Silas. Serbestçe gidip gelen Silas ve dünyayı dolaşmış hayaletlerin hikayeleri sayesinde merakı daha da körüklenen çocuğun kendi türünden canlılarla olan teması Scarlett Perkins sayesinde gerçekleşiyor. Mezarlığa bağımlı ve dış dünyadan çekinen birine dönüşen Nobody, Silas ve Scarlett'ın hayatından çıkmasıyla boşluğa düşüyor.

Merakı yüzünden başına bolca dert açan Bod, mezarlık halkı tarafından sevilip korunuyor. Ezberci eğitimi Bayan Lupescu, üzerinden eleştiren yazar, oral fiksasyon ve tüketim açlığını gulyabanilerle temsil etmiş. Amnezi iması üzerinden ise kayıtsızlık uyarısı yapan yazar, memnun olunmayan hayatları için başkasını suçlayan insanları ve yığınların hedefsiz öfkesini ise Cadı hikayesinde aktarmış. Aynı zamanda adaletsizliği de aynı pasajlarda temsil eden yazar, Ölülerin Dansı bölümünde ise May veya Yalom'la özdeş şekilde; hep ölüm tehdidi altında olduğumuzu ve ancak çok kısa zaman aralıklarında fark edebildiğimizi, kendimizi ve gerçekliğimizi güvence altına almak adına çabucak unuttuğumuzu kurgulamış.

Yıllar geçip Bod, büyüdükçe arkadaş bulmakta zorlanıyor çünkü hayaletler hiç değişmiyor. Meraklı yapısı yüzünden yeni yer ve insanlara duyduğu açlık, eski arkadaşı Scarlett'in geri dönmesiyle biraz olsun diniyor. Ancak insanlarla temasın kötü bir yanı var: Normalde akıllarda kalmayan hatırlanmayan Bod, izlenebilir ve tanımlanabilir hale geliyor. Jack, Bod'u ortadan kaldırmak için peşinden mezarlığa girdiğinde, Bod yıllar boyunca tüm öğrendiklerini ve kurduğu tüm ilişkilerin getirilerini kullanıyor. Kitabın sonunda hırsının kurbanı olan antagonist klişesini kullanan yazar taze, yenilikçi tonu biraz da olsa baltalıyor.

Akıcı dili, sürükleyici yapısı sayesinde hızlı okunan eser, taze ve yenilikçi kurgu oyunları ve motiflerle okurunu tatmin ediyor. Yazar, sınırları çizip bozuyor sürekli ve bu kurgu döngüsünü okurunun gözüne sokmadan, sıkmadan tekrarlamayı başarıyor. McKean'ın ilüstrasyonları gerçeküstü tonu desteklerken, Bradbury'nin Cadılar Bayramı Hikayesi'nin izleri tüm kurguda hissediliyor. Keyifle okunan bir eser ( Amerikan Tanrıları kadar güçlü ). Keyifli okumalar dilerim. Başka incelemelerde görüşmek üzere.


16 Ekim 2013 Çarşamba

Mezarlık Kitabı # 4, Neil Gaiman

"Yüzleş hayatınla,
Acılarıyla, mutluluklarıyla,
Gidilmedik yol bırakma geriye." 

Mezarlık Kitabı # 2,3; Neil Gaiman

"Evet." Silas duraksadı. "Öyleler. Ve onların çoğunlukla bu dünyayla işleri bitti. Ama senin bitmedi. Sen  canlısın Bod. Bu da sonsuz potansiyelin olduğu anlamına geliyor. Her şeyi yapabilirsin, herhangi bir şey yaratabilirsin, herhangi bir şeyi düşleyebilirsin. Eğer dünyayı değiştirirsen, dünya değişir. Potansiyel. Öldüğün zaman, o yok olacak. Son. yarattığını Yaratmış, düşünü düşlemiş, ismini yazmış olursun. Buraya gömülebilirsin, hatta yürüyebilirsin. Ama potansiyel bitmiştir." ( Syf 164 )


"Bu da," dedi Bod, " yanlış soruyu sorduğun anlamına geliyor."
Silas kaşlarını kaldırdı. " Nasıl yani?"
"Eh," dedi Bod. " Eğer dışarıdaki dünyaya çıkarsam, soru, < Kim beni o adamdan koruyacak?> değil."
"Değil mi?"
"Değil. Soru, < Kim o adamı benden koruyacak?> olacak." ( Syf 166 )

Mezarlık Kitabı # 1, Neil Gaiman

Silas kaşlarını kaldırdı."Mımm? Ah, hiç de öyle değil. Bir bakalım... o yollardan geçeli uzun zaman oldu. Özellikle kötü olan birini hatırlamıyorum. Unutma ki, eski zamanlarda bir şilin çaldın diye asılırdın. Ayrıca, hayatlarını son derece çekilmez bulan insanlar her zaman vardır, ve yapacakları en iyi şeyin başka bir varoluş düzlemine geçişlerini hızlandırmak olduğuna inanırlar."
"Kendilerini öldürürler mi demek istiyorsun?" dedi Bod. Yaklaşık sekiz yaşındaydı, saf ve meraklıydı ama aptal değildi.
"Evet."
"İşe yarıyor mu? Öldüklerinde daha mı mutlular?"
"Bazen ama çoğunlukla hayır. Bu, başka bir yere yaşamaya gidip orada yaşarlarsa mutlu olacaklarına inanan, ama işlerin öyle yürümediğini gören insanların durumuna benzer. Nereye gidersen git, kendini de yanında götürüsün. Ne demek istediğimi anladın mı?"
"Birazcık." 

Statü, Bryan S. Turner


Yazar, önsözünde metninde Weber'in bakış açısından yazacağını belirterek metni açıyor. Klasik Marksizmde özel mülkiyetin ortadan kaldırılmasıyla sınıfların yok olacağı öngörüsü bulunurken Weber, hem kapitalizm hem de sosyalizm de statü farklılıkları ve grup çatışmalarının süreceğini savunuyor. sosyolojide statünün rol kavramıyla ilintilendirildiğini ifade eden yazar rolün; kişinin toplumdaki konumunu tanımlayan beklentiler seti olduğunu belirtmiş. Bu açıdan bakılacak olursa statü, rolün durağan yanını belirtmekte. Statü paniği kavramını açıklayan yazar, bunun toplumdaki sosyo-ekonomik değişimlerin ima ettiği tehditlere verilen tepki olduğunu ifade etmiş. Statünün 2 bileşenini tanılayan yazar bunları; verilmiş statü ( ırk, yaş vs. ) kazanılmış statü ( eğitim, yetkinlik vs. ) olarak ayırmış. Modern toplumun gelişim yönünü verilmiş statüden kazanılmış statüye geçiş yönünde olduğunu söyleyen yazar, ardından zümreleri tanımlamış.

Statü gruplarının; kıt kaynaklara, bu kaynakların kültürel, ahlaki veya simgesel sıfatlar dahilinde ulaşma ayrıcalığı elde eden komünal gruplar olarak tanılayan yazar, bu grupların var olmasının dahi içerisinde çatışma ve mücadeleyi barındırdığını belirtmiş. Bireylerin bu gruplar içindeki statüsünün ise aldığı ödüller ve formal takdirlerle ölçüldüğünü okuruyla paylaşarak ödül verme ritüellerini kuşatan sosyal gösterilerin gruba bağlılığın değerini onaylayarak grubun bütünleşme ve kimlik algısına katkıda bulunduğunu da eklemiş. toplumun, hayatta kalmak için, bireyler arasında yapılan sonsuz mücadele alanından başka bir şey olmadığını vurgulayan yazar, sıkı çalışmanın ve üretimden ziyade çalışmamanın, tüketme; kazanılmış gelire bağlı olmayan toplumsal tabakaların karakteristik bir özelliği olduğunun altını çizmiş. Marx, weber, Abercrombie,Locke, Hobbes göndermelerine yer vermiş ve topluluk ile toplum arasındaki farkı açıklamış.

Durkheim, Spencer,Maine atıflarından sonra, çağdaş kapitalizmin geleneksel değerleri ve dinsel sistemleri tasfiye den toplumsal ve rasyonel davranış sistemlerinin hakimiyetinde olduğunu belirtmiş. En eski toplumlardaki mülkiyet ve ekonomik modellerin açılımlarına giren yazar, köleliğin; emeğin serbest olmadığı bir sistemde, basit bir nesne, üretim araçlarının bir uzantısı olduğunu, Marx'ın feodal toplum açıklamasında savaşçı ve tacirler sınıfı arasındaki farkı vurgulamakta ve tanımlamakta eksik kaldığını, feodal soyluluğa giden yolun kapısını ise şövalyelik ve silahşörlük yazılı kurallarının açtığını ifade etmiş. politik gücün kırsal kesimden kente kaymasının askeri soyluluğun sonunu hazırladığına dikkat çeken yazar, 17. yy sonlarında bireyci değerlerin kendini sanata formunda açıkça teşhir edebildiğini belirtirken kapitalizmin sınıfsal karakterinin burjuvazi, geleneksel köylülük ve aristokratik sınıflar arasında istikrarsız bir dizi ittifaklar halinde doğan kaynaşmanın ürünüdür demiş.

Liberal demokrasideki siyasal yönetimler, toplumsal hakları geliştirdiklerini iddia ederler ancak buna rağmen eşitsizlik son derece yaygındır. Hükümetler fırsat eşitliğini geliştirmeye çabalar ama sonuç eşitliğini güvence altına alma konusunda çaba göstermezler diyen yazar, çağdaş toplumların koşulları çoğu zaman yarışa ( mecazi olarak ) aynı noktadan başlayan birey takımlarının, sonunda kazananlar ve kaybedenler olarak sınıflandırıldığı rekabetçi bir oyun bağlamında değerlendirdiklerini fiade etmiş. profesyonel ve yarı profesyonel çalışanlar grubunun ortaya çıkmasının ( beyaz ve mavi tasma veya yaka/ adını siz koyun )  kapitalist üretim sistemlerinin bürokratikleşmesinin bir sonucu olduğunu söyleyen yazar, çağdaş toplumların tüm toplumsal ve ekonomik koşularını "Pazar" ın belirlemeyeceğinin altını da çizmiş.

Weber, devletin düzenlediği kapitalizm den sonra toplumsal yapının devletin düzenlediği sosyalizme kayacağı öngörüsünü okuruyla paylaşıp statü bloğu politikalarının modern bir politik yanaşmacılık ( clientelism ) olarak yorumlayan yazar, refah sistemine karşı olan içerlemenin sistemin geleneksel ayrıcalık ve güç hiyerarşisinde bir aşınmaya neden olacağından çekinen ayrıcalıklıların hissettiği kültürel kaygı olduğunu vurgulamış. Sosyal grupların kendilerini rakiplerinden "üstün" eğitim , konuşma ve davranışlarla ayırt etmeye çabaladığını, eğitsel erişim ve sınıf konumunun asla tam olarak özdeş olmadığını da ifade eden yazar, kültürel alan içindeki rekabetçi mücadelenin, bir kültürel işaretler ve hayat tarzları ahenksizliği patlaması ürettiğini savunarak metnini kapatmış. Kitabın tek eksik kalan yanı konuyla ilgili kaynak eksikliği yaşanmasına rağmen kısa olması ve daha fazla referans ve yorumlamaya ihtiyaç duyması olarak özetlenebilir. Başarılı ve güçlü bir makale. Keyifli okumalar dilerim, Başka incelemelerde görüşmek üzere.



15 Ekim 2013 Salı

Yokuştaki Salyangoz, Arkadi & Boris Ştrugatski


Pepper ve Kandid, gerçeküstü bir arkaplanda yerlerini arayan iki adam. Orman ve Yönetim arasında bölünmüş ruhlar ve hayatlar, ait olacakları ve huzur bulacakları bir konum ve durum özlemi içindeler. Ancak ikisini de geride tutan onlar dışında güçler mevcut. Birbirleriyle hiç karşılaşmayan bu iki karakterin özlem ve istekleri aynı olmasına rağmen çok farklı koşullardalar...

Orman, doğayı ve Dionysosçu edimleri temsil etmekte. her iki karakter için de bir merak ve özlem nesnesi. İlerleme ve gelişme adına doğanın katledilmesi ve durumun yanlışlığı Acey isimli karakterin dövmeleri ile vurgulanmış: "Bizi yok eden" ve " daima ileri". Doğaya tahakküm arzusunda olan bilimin bürokratik uzantılarını temsil eden kısım ise "Yönetim". Doğal olana duyulan tiksinti ve sentetik bir yaşam dayatması ellerini 2 ayrı sabun ve sıcaklık ayarıyla her gün defalarca yıkayan teknisyenler üzerinden belirtilmiş. "Orman" ' kadın özellikleri atfedilirken kimi yerde Freudyen açılımlar yapan yazarlar, doğal olanın kadın şeklinde temsili motifini " Muhteşem bakireler" ( tam çevrilemeyen bir söz dizini ) ile vurgulamışlar. Bu grup ormanı kontrol eden ve onunla bir olmuş efendileri ifade etmekte. Apollonik dayatmaları da Yönetim bünyesinde barındırıyor.

Pepper'ın tek arzusu orman'ın bu derece yakınındayken içine girememek,onu tanıyamamak, Kandid ise tersine Orman'a düşen helikopterden sağ kurtulan bir teknisyen olarak Yönetim ve Şehir'e ulaşmanın yolunu arıyor. Pepper ve Kandid'in orman'a karşı bir aşk/ nefret ilişkisi geliştirdikleri bariz bir durum. Pepper bürokratik konformitenin kıskaçlarından kurtulmaya çalışırken, Kandid, yaşadığı izole köydeki cehalet ve uyuşukluğun etkisinden kurtulmaya çabalıyor; bu koşullarda dahi "adsız otorite" iş başında görülebilir. Kandid'den beraber yaşadığı kadından çocuk sahibi olması dayatılıyor. Düşünmesi ve anlam bulma çabası uyuşukluk ile kitlenen Kandid, Şehir'den uzaklaşıp doğanın içine kaçtığı halde huzursuz. Aksine Pepper'da ait olamadığı bürokrasiden sıyrılıp ormanın bir parçası olmak istiyor.

Kimi yerlerde Kafkavari bir çaresizlik tablosunun çizildiği, gerçeküstü dereceye varabilen engeller karakterleri nihai amaçlarından alıkoyuyor. Kafka'nın Şato'su, Pepper için Yönetim, Kandid içinse Orman... Ait olmaya çabalayan ama başaramayan çevrelerinden soyutlanan karakterlerin en güçlü vurgulandığı pasaj ise Yönetimden gelen telefon. Konformiteye ve jurnalci, kuşkucu meslekdaşlara/komşulara direnmeye çalışan karakterler ne kadar çabalarsa o kadar batıyorlar. Kimi karakterler çareyi ayran ( bir içki türü ) la kendini uyuşturmakta, kimisi vahşi hedonist dürtülerini izlemekte ( Acey ), kimi yıkımın sarhoşluğuyla kontrol sahibi olduğu ilüzyonunu yaşamakta ( Tank ), kimisi ise kendi adına düşünmeyi tamamen bırakıp bir sonraki hareketinin belirtileceği talimatnameyi beklemekte bulmuş ( Hausbotcher ).

Kaçma çabaları esnasında daha çok kaçtıkları şeylere batan ve dönüşen karakterler, hüzünlü ve güçlü vurgularla okurlarını tatmin ediyor. Rahatlıkla söyleyebilirim ki Ştrugatski'lerin okuduğum en başarılı romanı. Guinvari bir gerçeküstücülüğü de romana yedirmeyi başarmış olan yazarlar modern entellektüellerin sıkıntılarını kaleme alırken, Sovyet bürokrasisiyle de alaya etmişler. Herkese hitap etmeyecektir ancak ortalamanın üzerinde eleştirel  bir bilimkurgu olduğunu belirtmeliyim. Keyifli okumalar dilerim. Başka incelemelerde görüşmek üzere.

14 Ekim 2013 Pazartesi

Bir Şeytanın Papazı, Richard Dawkins


Yazar, belli konular hakkında yazdığı makaleleri tek bir kitapta toplamış. Bölümlerin başında her makaleyi hangi dönem ve koşullarda yazdığını ifade eden önsözler eklemiş.

Kültürel görecelilik ve algının yetersizliği tartışmalarıyla metnini açan yazar, bilimin eğitilmiş ve düzenlenmiş sağduyu olduğunu ifade etmiş. insan merkezli algının saçmalığından dem vurduktan sonra, ırkçılıkla dalga geçmiş, politikacıların dindar oylara kur yapmak zorunda olduğunu söylemiş. Halka türleri açıklayıp aslında kayıp halka falan olmadığını gösteren yazar, " İnsan" ın mutlakiyetçi bir kavram olduğunu bunun kesintili ve türcü zihin yapılanmasına neden olduğunu açıklamış. Post modernist zırvalamalara da değinen Dawkins birbirinden komik laf salatalarını örnek olarak alıntılamış. Trajikomik hezeyanlar içinde olan meslektaşlarına uyarıda bulunan yazar, okurlarına post modern bir makale yazmalarını sağlayacak programın web adresini de vermiş. ( :D )

William Sanderson'un eğitim kariyerine ve güçlü fikirlerinden bahsedip eğitim sistemini eleştirmiş. Evrim olmadan biyolojinin sadece bir olgular yığını olduğuna vurgu yapan Dawkins, önemli olanın olgular değil; onları nasıl düşündüğümüz olduğunu belirtmiş ve doğru anlamda eğitimin günümüzün çoktan seçmeli, "değerlendirme delisi" sınav kültüründen çok farklı olduğunu söylemiş. Cinsel seçilim konusunda Darwin ve Wallace'ın fikir ayrılıklarını açıklayıp doğal seçilim ve cinsel seçilim arasındaki farkları detaylı bir şekilde tartışmış. "Yaradılış merdiveni" algısının saçmalığı ve Viktoryen dönemin ırkçılığına atıfta bulunup insan ırklarının dahi bu algıya göre hiyerarşik bir sıraya konduğunu ifade etmiş.

Kimura'nın yansızlık kuramına değinip, Lmarck'ın kuramını yıkacak argümanları sıralayan yazar, bilgi depo sitemleri ve DNA arasındaki benzerlikleri okuruna sunmuş. Shannon'un bit ve bayt larla ölçülen sistemini açıklayan ve detaylandırıp gen sayısının karmaşıklığı ifade etmediğini, genetik gerekirciliğin geride bırakılması gerektiğini ifade ediyor. "Mem" in ( ki kavramı kendsi ortaya atmıştır ) kültürün taklit etme ile iletilen kendini kopyalayıp çoğaltabilen unsuru olduğunu olduğunu açıklayıp doğal seçilimin düşük mutasyon oranına ihtiyaç duyduğunu belirtiyor. Feynmann, Weismann, Huxley, Blackmore, Watson&Crick atıflarından bulunan yazarın benzetme ve örneklendirmeleri açıklayıcı ve başarılı.

Zıplayan genleri, onkogenleri ( kansere neden olan proteinler) açıklayıp bunların bilgisayar virüsleri ile olan benzerliklerinden bahsediyor. Virüslerin sisteme kendilerini kopyalamadan önce dış imzalarının veya kopyalarının bulunup bulunmadığını kontrol ettiklerini belirtiyor, dilin evrilmesi gerektiğini çünkü yüksek tutarlılık ve ufak değişkenlik oranına sahip olduğunu ifade ediyor. Dini buyruk veya önerme ( adını siz koyun artık ) leri bir nevi zihin virüsüne benzeten yazar, Lewis Carroll alıntısı yapıyor ve yakın dostu Douglas Adams'ın "Elektirikli Rahip" ine göndermede bulunuyor. Zahavi'nin cinsel seçilimin handikapı kuramını okuruna açıklayıp homeopatlar ve medyumlara vahşice saldırıyor.

Bilimi bir "din" olarak yeniden yorumlamaya yeltenen templetoncu deistlere ateş püsküren yazar, kuantum feminiz, kuantum finansal yönetim gibi başına kuantum konulan her şeyin paraya çevrilebileceği günümüz piyasasıyla dalga geçiyor. Bertrand Russell'ın ünlü semavi çaydanlığı üzerinden kanıtlanamayan her verinin ciddi değer taşımaması gerektiğini vurgulayan Dawkins klonların ruhu olmadığını iddia eden fanatiklere soruyor: " Tek yumurta ikizlerinin ruhu yok mu peki? Fark ne? " İnsan aklının en büyük 2 hastalığını bir kan davasını nesiller boyunca sürdürmek ve insanları birey olarak değil yığın olarak yargılayıp etiketlemek olduğunu ifade ediyor. Homeopati sorgusu ve yergisine giren yazar "su moleküllerinin hatıralarına" işlenen izleri tam anlamamış! Duoglas Adams ve Hamilton'a ağıt,methiyelerini paylaşan yazar, Medawar ve Gould'un kitaplarının eleştirisini okurlarıyla paylaşmış. Kızına yazdığı mektupla ise metnini kapatmış.

Dolu dolu ve bazı yerlerde fazlasıyla samimi yorumları ile Dawkins, okuruna gene yüzüstü bırakmamış. keyifli okumalar dilerim. başka incelemelerde görüşmek üzere.




13 Ekim 2013 Pazar

Şeytanın Papazı # 1, Richard Dawkins

"Nietzcsche ile şu konuda aynı fikirdeyim < Eğlenceli yaşamanın sırrı tehlikeli yaşamaktır.> Eğlenceli bir yaşam aktif bir yaşamdır, sözde mutluluğun sıkıcı durgun durumu değildir. Yanan, heyecanlı, anarşik, devrimci, enerjik, çılgın ve Dionysusçu ateşle ağzına kadar müthiş yaratma arzusu ile dolu. İşte güvenlikle ve mutluluğu,büyüme ve mutluluk için riske atan insanın yaşamı böyledir." 
Frederick William Sanderson

8 Ekim 2013 Salı

Özgürlük Korkusu # 1,2,3, Erich Fromm

"Her  toplumda, kültürün bütünün zihniyeti, o toplumda en güçlü olan grupların zihniyeti tarafından belirlenir. Bunun bir nedeni, bu grupların eğitim sistemini, okulları, kiliseyi, basını, tiyatroyu denetleme gücüne sahip olmaları böylece tüm topluma kendi görüşklerini benimsetebilmeleridir. Ayrıca bu güçlü grupların prestiji o denli fazladır ki alt sınıflar onların değerlerini benimsemeye, kendilerini psikolojik olarak özelleştirmeye zaten hazırdırlar." ( Syf 104 )

"Kişinin kendi gücü, büyük ölçüde kendisiyle ilgili doğruları bilmesine, kişiliğinin en üst düzeyde bütünleşmesine ve kendini azami derece yansıtmasına ifade etmesine bağlıdır. < Kendini tanı>, insanın güçlü ve mutlu olmasını hedefleyen en temel buyruklardan biridir." ( Syf 208 )

"Önemli olan etkinliğin, sürecin sonucu değil kendisidir. Oysa kültürümüzde, üzerinde durulan bunun tam tersidir. Somut bir doyum için değil malımızı soyut bir amaç için üretiriz; maddi ve manevi her şeyi satın alarak elde edebileceğimizi sanırız, böylece nesneler bizim yaratıcı çabamızdan bağımsız olarak bizim olur. benzer biçimde, kişisel özelliklerimize ve çabalarımızın sonuçlarına, para, saygınlık, güç karşılığı satılabilecek mallar gözüyle bakarız. Bu yüzden insan kendisine mutluluk verecek tek doyumu kaçırır - o anın etkinliğinin yaşanması- ve yakaladığını sandığı anda kendisini düş kırıklığına uğratan bir hayaleti kovalarlar...Başarı denen yaratıcı mutluluk." ( Syf 218 )

Özgürlük Korkusu, Erich Fromm


Yazar metnini her nevrozun dinamik bir uyum sürecinde oluştuğunu belirterek açmış. John Milton ve "Kayıp Cennet" vurgusuyla isyanın insanlığın ve bireyselliğin başlangıcı olduğunu ifade etmiş. Birey olma sürecini Freud'un kuramları üzerinden öncelikle biyolojik ardından sosyolojik bağlamda irdelemiş. Tarihsel açıdan bakıldığında birey olma süreci uyumlu ve dengeli değil bu yüzden çelişkilere ve ikamelere sahip çıkarımını yapan yazar, İnsanın kendine güvence sağlayan baları yitirdiğinde özgürlüğün yük haline geldiğini kuşku ve belirsizlikten kurtulmak adına benliğini feda ettiğini ve boyun eğerek güvenceye kavuştuğunu savunmuş. 

Bruckhardt alıntıları yaparak Ortaçağ toplumunun sosyolojik yapılanmasını açılımlamış. Bir yerde Freud'un kişisel gelişim aşamlarını tarihe ve toplumlara uyarlamış olan yazar, ardından Aquinas vurgusu yaparak insanın isterse Tanrı'nın lütfunu dahi geri çevirebileceğini söylemiş. Lutherciliğin açılımını yapan yazar, dünyevi çileciliği yücelten Luther'in görüşleri arasından ciddi ikilikler ve çelişkiler olduğuna dikkat çekiyor. Calvinizmin determinist açılımlarını yapan yazar, kuşkunun tekrar tekrar giderilmesi için kişinin ait olduğu topluluğun Tnarı'nın seçtikleri olduğu konusunda fanatik bir inanca ihtiyaç duyduğunu ifade etmiş. Calvinizm gibi determinist postulatlarda dahi kuşku ve güçsüzlük duygusunun aşılması için " bireyin" etkin olması gerektiği vurgulanmış. Doğrudan ifade şansı bulamamış bastırılmış düşmanlığın, bütün kişiliği egemenliğine aldığını kişinin kendisiyle ve başklarıyla olan ilişksini yönetmeye başladığını ifade eden yazar; insanların üzerinde sınırsız baskı kurmak isteyen, onların boyun eğmesini ve kendilerini aşağılamasını bekleyen bu zorba tanrının, Luther ve Calvin'in tanrısının, orta sınıfın yükselen düşmanlık ve kıskançlık hislerini yansıttığına dikkat çekmiş.

Kamuoyu ve sağduyu gibi adsız otoritelerin rolünü göz ardı etmeye yatkın olduğumuzu söyleyen yazar, iinsanın herkesinden beklentisine uymaya hazır olduğunu ve farklı olup dışlanmaktan korktuğunu belirtmiş. Gelişen kültürel düzeyin ve Tanrıyla bireysel ilişki; insanın laik etkinliklerinin bireysel yapısına yönelik psikolojik bir hazırlık olduğunu ifade eden yazar, Ortaçağda sermayenin insanın kölesi olduğunu modern çağda ilişkinin tersine döndüğünü belirtiyor. İnsanın kendisini insanlık dışı hedeflere feda etmeye bu denli hazır oluşundaki payı Protestanlığa yükleyip Hırs ve açgözlülükle ilgili görüşlerinde Adlerci savlar ileri sürmüş. Bütün insanca ilişkilerde piyasa kurallarının hakimiyetine dikkat çeken Fromm, İnsanın artık yalnızca meta değil kendini de satmakta olduğunu ve kendini meta gibi hissettiğini belirtmiş.

Reklamların müşterinin eleştiri yeteneiğini körelttiğini hayal kurdurarak doyum sağladığını aynı zamanda güçsüzlük ve küçüklük duygularını arttırdığını ifade eden yazar, nevrotik kişiliklerin bireyselliklerini ve özgünlüklerini övmüş. Ayak uydurma anlamında normal olan kişilerin aslında nevrotik kimselerden daha az sağlıklı olduğunu, ayak uydurmak adına kendi benliğinden vaz geçip bu esnada özgünlüğünü ve benliğini yitirdiğini belirtmiş. Nevrotik benlik savaşında bütünüyle boyun eğmeye hazır olmayan kişidir. Psikosomatik tepkimelerin mazoşizm ile bağlantılı olduğunu savunmuş. Sadizm ve mazoşizmin kişinin yalnızlığına zayıflaığına katlanamamasından kaynakladığını söylemiş. Buyurgan otoritenin yerini, "adsız otorite" almıştır diyen Fromm, sağduyu, bilim, ruh sağlığı ve normallik adları altında güçlü bir görünmez denetim mekanizması oluşturulduğunu ifade etmiş. Yıkıcılık dürtülerini açıklamak adına " Thanatos" kavramı ve ruh ekonomisi kullanan yazar, yıkıcılığın yaşanamamış yaşantıların sonucu olduğunu belirtmiş.

Sosyal istenirliği örneklerle açıklayan Fromm, çeşitli vaka analizlerini okuruna sunmuş. otoriter sistemler özgürlük arayışına yol açan koşulları yok edemez diyen yazar, Nazi Almanya'sını irdelemiş. "Kavgam" dan çok sayıda alıntı yapmış, sosyal darwinizm ve ırk ıslahı arzusundan bahsetmiş. Duygusuz yaşamın ideal hale geldiğini belirten yazar, günümüzde "duygusal" olmanın sağlıksız, dengesiz olmak anlamına geldiğini söylemiş. Ciddi bir "tıbbi iktidar" ve "eğitim" sistemi eleştirisi getiren yazar, bireyin güçlü ve mutlu olabilmesi için önce kendisini tanıması gerektiğini belirtmiş. Görüşleri kimi zaman varoluşçulara ve Maslow'a yaklaşan Fromm, Freud ekolünden fazla uzaklaşamamış ama güçlü çıkarımlar ortaya koymuş. Konuyla ilgilenen kişiler için ilgili güçlü ve başarılı bir makale. Başka incelemelerde görüşmek üzere.

6 Ekim 2013 Pazar

Çağımızın Nevrotik Kişiliği, Karen Horney


Yeni Freudcular akımının kara koyunu Karen Horney'in 1937 basım tarihli kitabı.

Yazar, metnini açarken rekabet güdü üzerinden kültürel ön kabul ve referanslara vurgu yapmış. Nevroz teriminin kültürel içeriği olmadan kullanılamayacağı ifaed eden yazar, her kültürün kendi duygu ve dürtülerinin insan doğasının normal ifadesi olduğu yanılgısına saplandığını belirtmiş. Olanaklar ve başarılar arasındaki uyumsuzlukların nevrozları betimlediğini, Anksiyetenin süreci başlatan ve devam ettiren motor görevini üstlendiğini; tabular, ritüeller, geleneklerin korkudan korunmak adına özerkleşmiş ve kurumsallaştırılmış kollektif savunma mekanizmaları olduğuna değinmiş. Nevrozların ve bunların arasındaki benzerlikler içinde bulunulan çağ ve kültür tarafından yaratıldığını vurgulamış.

Yazar eserinde nevrotik davranışların kökenlerine dair bir ayrım yaparken şu sırayı gözetmiş : duygusal yakınlık göstermeye ve görmeye yönelik tutum, benlik değerlendirmesine yönelik tutum, kendini ortaya koymaya ilişkin tutum, saldırganlık ve cinsellik.Yazarın, hayali bir tehlikeye gösterilen tepki olarak tanımladığı kaygının, mantıksızlığı itibariyle kişinin içinde bozuk olan şeylere dair üzeri örtük bir ihtar sunduğunu; nevrozların merkezinin çözümsüz çatışmalar olduğunu ifade ettiği pasajlar literatür adına yeni bir soluk. "Catharsis" vurgusunu sıklıkla kullanan yazar, Adlerci tersinebilir bileşenlere de başvuruyor, eşcinselliği bir çeşit nevroz olarak ele alıyor.

Açgözlülük ve oral fiksasyon benzeşmelerini açılımlayan yazar, kıskançlık ve koşulsuz sevgi talebini nevroz başlığı altında incelemiş. Öznel aşk ve acı kavramlarının talepte bulunmak adına bir gerekçe hizmeti gördüğünü ifade etmiş, psikosomatik tepkilerin bilinçli olarak uyarılabileceğini savunmuş. Cinsellik olarak görünen şeyin büyük kısmının güvence arzusunun bir ifadesi olduğunu, nevrotik kişilerin irrasyonel bir güç ideali geliştirerek bunu gururu ile bağlantılandırdığını, zayıflığı tehlike ve itibar kaybı olarak algıladığını ve insanları " güçlü" ve "zayıf" olarak sınıflandırdığını ifade etmiş. konformist yeniden programlamanın psikanalizdeki rolünü savunan Horney, Adlerci bir narsisizm tanımı yapmış.

Prestij ve güç peşindeki nevrotiklerin ironik bir şekilde kaderci bakış açılarına sahip olduğunu, nevrotik kimselerin değişim zorunluluğunda kaçınmak adına sorunlarını enttelleştridiklerini, kendilerine dair bilgiyi içeren psikolojik bilgiyi edinmede büyük bir entellektüel haz duyduklarını belirtmiş. Mazoşizmi ikiye ayıran yazar, cinsel mazoşizmde doyum arayaşı ve doyumun bilinçli olduğunu, ahlaki mazoşizm de ise her iki öğenin de bilinçsiz olduğunu savunmuş. "Thanatos" metaforunu yüceltmiş, Freudyen akımdan bir kopuşu temsil etmesine karşın ruh ekonomisi kavramından uzaklaşamadığını sergilemiş.

Mazoşistler için acı çekmenin istediğini elde etmenin, taleplerini kabul ettirmenin ve haklı bir temele yerleştirmenin aracı olduğunu söylemiş, Nietzsche'den alıntılıyarak " bireyleşme ilkesi" nin yıkımını açılımlamış: benliği daha büyük bir şey içinde kaybederek, bireyselliği eriterek, benlikten kurtularak doyum bulma. kayıtsızlık ve boş vermişlik doyumunu ilişkilendirmiş. Kültürün, kendinden vaz geçmeye yönelik eğilimleri aforoz ederek yapısını koruduğunu, nevrozların kültürel gelişim adına ödenmesi gereken bir bedel olduğunu ifade etmiş. Modern kültürü şu başlıklar altında irdelemiş: Rekabetçilik, gizil düşmanlık, özsaygı-başarı, duygusal yalnızlık.

hayati bir ihtiyaca karşılık geldiği için kültürün aşka aşırı değer verdiğini, tıpkı başarı gibi hayalete döndürüldüğünü, beraberinde tüm sorunlar için çözüm olduğu yanılgısını da taşıdığını belirtmiş, kültürün bireyleri " sözde özgürlük" ile kandırdığını, sınırsız güç ve çaresizliğin arasına mahkum ettiğini söyleyerek metnini kapatmış. Kitabında gizil düşmanlıklara sıklıkla vurgu yapan Horney, çağının ötesinde görüşler ileri sürerken kimi yerlerde yeni Freudculara bağlı kalmaktan da kurtulamamış. Konuyla ilgilenen herkes için doyurucu bir eser. Başka incelemelerde görüşmek üzere.

4 Ekim 2013 Cuma

Şok Doktrini, Felaket Kapitalizminin Yükselişi ; Naomi Klein


Yazar metnini, 50'li yıllarda fazlasıyla sık kullanılan elektroşok "tedavisi" ni inceleyerek açmış. CİA'nin Finansal açıdan destek verdiği davranışçı kasapların insanların kişiliklerini yıkma çabası adına, insanlık dışı deneyleri deneğin rızası dahi olmadan nasıl gerçekleştirdiklerini açıklamış. Yazar, Kişiyi fiziksel ve psikolojik baskı altına alarak regresyona sokma mekanizmasını ve deneylerin ardındaki kişilerin Descartes çi bir "Tabula Rasa " elde etmek adına işkenceye dönüşen gizli deneylerini belgeleniyor. Stocholm'un açık örneklerini bu deneylerden sağ kurtulmuş kişilerin ifadelerinde ve vaka analizlerinde görmek mümkün. Ewer Cameron'un işlediği insanlık suçlarını belgeyen yazar, dehşet verici ihlaller karşısında tarafsız davranarak yazamamış( ki okur da bu konuda başarılı olamayacaktır. ).

Kişisel modelsizleştirme rüyasını devlet yapılarına ve ülkelere uygulama mantralarını meydana getiren Neo-liberalizmin peygamberi Milton Friedman'ın bu şok tedavisini toplumsal kriz dönemlerinde uygulamaya koyma fikrinin şekillenmesi ve insanlık dışı uygulamalarını Bolivya, Brezilya, Ekvador, Polonya, Rusya, Çin, Lübnan, İsrail, Şili ve Arjantin örneklerinde tarihsel alıntı ve tanık ifadeleriyle desteklenerek detaylı olarak aktarılmış. Serbest piyasanın önünde devlet de dahil hiçbir engel kalmaması için yapılan totaliter yaptırımlar, sendika başkanlarının kaçırılması, gözaltında kaybolan binlerce insan, devlet yönetiminin üst kademelerindeki yolsuzluklar ve insan hakları ihlallerine göz yuman vahşi polis devleti politikaları, yoksul ve zengin arasındaki uçurumunun aşılmaz biçimde açılması için yapılan pazarlıklar, patlayan hiper enflasyon rakamları, sosyal devletin, "devlet içindeki devlet " tarafından tasfiyesi ve ultra zenginlere peşkeş çekilmesi aşamaları kişisel regresyon ve toplumsal regresyon arasında kurulan güçlü bağlantılarla desteklenmiş.

Neo-liberalizm veya sınır kapitalizmi olarak da adlandırılan bu yeni ultra zenginler yaratma yönteminin 50 yıl boyunca dünyayı kasıp kavurmasını anlatırken yazar, Tüm kamu fonksiyonlarının özelleştirilerek taşeronlara aktarılması sürecinde şişirilen faturaların kimi zaman 103 ülkenin GSMH'sinde fazla olabildiğini belgelerken çok sayıda rakamsal örnek vermiş. Vergilerin bu özelleştirme sürecinde mega şirketlere aktarıldığını, zaten yoksul durumda olan halkın ironik bir şekilde felaketlerinden sorulu insanları ve kurumları finanse ettiğini ifade etmiş. Friedman'ın haçlı seferinin neferleri olan "Chicago Boys" vb. lerin her krizi yağma için bir fırsat kapısı olarak gördüklerini, krizler tükenince bu vahşi sistemi devam ettirmek adına kriz dizayn ettiklerini, ülkeleri haraca kesip, insani sonuçlardan ellerini yıkayarak, bilimsel doktrinler ardına sığındıklarını gözler önüne seren yazar, Tsunami felaketinde yoksul halkın elinden evlerini alıp geçim kaynaklarını yok eden turizm sektörünün bir turizm cenneti yaratmak adına balıkçı köyünü denizden 8 km içeri taşıması gibi utanç verici ve trajik örnekleri sıkça vermiş.

Güney Amerikayı kasıp kavuran diktatörlüklerin iç yüzü, Çin'in serbest piyasayı bağrına basması ve Rusya'nın Çeçenistan'a saldırmasının gerçek nedenleri, Tsunami felaketinin ardından Tayland ve Sri Lanka'nın durumu, Polonya'da sosyalist partinin ( Dayanışma ) seçilme nedenleri ve tabanına sırt dönmesi, İsrail'in Filistin ile barış görüşmelerini yarıda kesmesinin gerçek arka planı gibi siyasal tarihin dönüm noktalarını son derece güçlü irdelemiş olan yazar, cüretkar ve cesur kalemini ustaca kullanmış. Bir gazetecilik başarısı ve habercilik açısından mihenk taşı olabilecek bu eseri herkes okumalı. Gözüm kapalı öneriyorum. Başka incelemelerde görüşmek üzere.