31 Mart 2013 Pazar

Kıyamet Sonrası Şafak, Jaspre Bark


Yakın gelecek... Önceden tahmin edilemeyen bir salgın Dünya'yı vurmuş sadece 0 grubu kan sahibi insanlar hayatta kalmıştır. Medeniyet çökmüş, bilinen dünya geride kalmıştır. Amerika gelişmekte olan iki gücün yaklaşan savaşının beklentisi içinde huzursuzdur. Kızılderili ulusuna eski şanına kavuşturmayı arzulayan şef Hiowi'nin arkasında birleşmiş olan Birleşmiş Kabileler Ulusu ( BKU ), kutsal toprakları yavaş yavaş geri almaktadır. Yeni Ruhban Sınıfının tüm ülkeyi Hristiyan değerleri altında birleştirmesi hayalini gerçekleştirmek adına her şeyi yapabilecek olan lider Samuel Colt ise yerel çetelere yitirdikleri şehirleri sınırlarına geri katmak istemektedir. Bu iki büyük gücün kaderleri daha önce Beyazadam ve Kızılderili ulusu arasında gerçekleşmiş olan eski bir savaş alanında belirlenecektir: Liitlebighorn. Gizemli bilim adamı Greaves ve ortağı Cortez, bir genelevden kurtardıkları kızılderili kız olan Anna'nın dünyanın kaderini değiştireceğine inanmaktadır, bu kızı Montona'ya götürmek için yola koyulurlar...

Kıyamet gelip geçtikten sonra, ufak topluluk yaşamına geri dönüş yaşanmış olan Amerika'da her sokak serserisi ve psikopat için kendini yuvada hissedebileceği bir yer vardır: Yeni Ruhban Sınıfı. Evangelist zırvalara sığınıp bir korku toplumu yaratmaya çalışan Colt ve yoldaşları otorite adına kullanıldığı zaman her ideolojinin nasıl çürüyeceğini güzel örnekler teşkil ediyorlar. Hiowi ise barışçı ve atalarının görüşlerine saygılı olmaktan başka bir arzusu olmayan bir şef. Ancak genç, zeki ve hırçın Agiha onun konseyinde yer bulduktan sonra inandığı totemlere olan sadakati sorgulanmaya başlıyor. Agiha, kendi intikamı adına tüm bir ulusu topyekün savaşa sokabilecek kadar öfkeden kör olmuş. Örgü içerisinde 2 zıt karakter birbirlerine yakın duruşlara geliyorlar: Colt ve Hiowi. Colt, sömürdüğü dini zırvaları bir imgelem olarak deneyimleyince, vicdanına kavuşuyor ve hareketlerini sorguluyor. Hiowi ise otoriteye tutundukça inançlarından uzaklaşıyor. Alttan altta Makyavellist sorgular yürütülürken çokça dini motif ve alıntı kurguyu süslüyor.

Cortez, eski bir milis, CİA işkencecisi. İşkence etmesi için ona yollanan bir imam ise tüm görüş ve bakış açısını değiştiriyor. Anna, kimlik bunalımı yaşayan genç bir kız; Kızılderili olmasına rağmen katı hristiyan değerlere bağlı bir topluluk olan Amishler tarafından büyütülüyor. Tüm tanıdıkları öldükten sonra dünyayı keşfetmek için güvenli sınırlarının dışına çıkıyor ancak tutsak edilip köle olarak satılıyor. Greaves, çok zeki olduğu halde sosyal ilişkilerde başarısız bir bilimadamı. Anna'yı dünyayı kurtaracak bir melek olarak görüyor ( ki kendisi ateist ve dini motiflerle amaçlarını açıklaması bir tutarsızlık olarak göze çarpıyor ). Linda, ailesiyle yaşadığı sorunlardan sonra evden kaçmış ve fahişelikle hayatını kazanan zeki ve hayatta kalmasını bilen bir kadın, zamanla Anna için bir abla figürüne dönüşüyor.

Görüldüğü üzere çok sayıda stereotip kullanan yazar geneline bakıldığında hakkını vermiş gibi gözüküyor. Klinik gaddarlıktan ve tahakküm arzusundan detaylı biçimde bahseden örgü çok sayıda fazlasıyla yalın olmak üzere Freudyen önerme içeriyor. Karakterler çok kullanılmış olmalarına karşın  farklı olmayı başarıyorlar. Motifler daha çok dini ve hepsi Anna'nın bir mesih olduğu algısını desteklemek için kullanılmış. Her şeye kadir virüs ise kontrol arzusunun vücut bulmuş hali olarak okurun karşına çıkıyor. Şiddeti kullanırken biraz aşırıya kaçtığı düşünülebilir yazarın, ancak hayatta kalmak adına verilen çabanın vurgulanması görevini yüklendiği için örgüde ve kullanıldığı ortamlarda göze batmıyor ( gene de zayıf kalplere göre değil ).

Aksiyonla dolu kurgusu, Kızılderili tarihi ve inanışlarını araştırdığı belli olan yazarın verdiği bilgiler, sürükleyici olması artıları. Stereotiplere çok bel bağlaması ve henüz karşılaşılmamış bir karakter kullanmaması, Viroloji konusundaki yanlış bilgiler ise eksileri. Eğer kıyamet sonrası tema hoşunuza gidiyorsa keyifle okunabilecek bir eser. Başka incelemelerde görüşmek üzere.

Ra Çağı, James Lovegrove


Teğmen David Westwynter, istihbarat paylaşımı olan görevinin bir pusuya dönüşmesiyle esir alınır. Bir Osirisyak olan David şans eseri tutsaklıktan kurtulur ve çölde başıboş gezmeye başlar, artık bir asker değil, zaiyattır. Yolu Hürmısır'ın Özgürlük Savaşçıları ve çekici lideri Zafirah ile keşisen David kendini tek ateist toplum olan Hürmısır'da bulur. Gizemli bir figür olan Işıkgetiren çevresinde toplanan milisler tüm dünya ve tanrılara savaş açmaya hazırlanmaktadır. David, bu topyekün savaşta yer alacak ve Işıkgetiren'in milislerine katılacaktır. Ancak tüm dünya ve tanrıların yanında geçmişi ve inançlarıyla yüzleşmesi gerekecektir... Yukarıda ise Tanrılar Meclisi'nde bir karışıklık ve çözülmesi gereken sorunlar vardır.

Dünya, Mısır pantheonu arasında bölüşülmüş bir pastaya dönmüş, geçen yüzyılda tüm diğer din ve tanrılar yeryüzünden silindikten itibaren tanrıların inançlarını benimsemiş koalisyon ve milletler arasında bitmek bilmeyen bir savaşın içinde kıvranmaktadır. Tanrılar, inananlarını ba enerjisi ile ödüllendirmekte çoğu savaş aracı bu enerjiye gereksinim duymaktadır. Rahipler, tanrılar ile en yakın temasta olan kişiler olarak en üst karar mercileri haline gelmişlerdir. Tanrısal yakıtla dolu olan zaiyatlar mumyalar olarak geri dönmekte bitmeyen savaşlarına devam etmektedirler.

Devasa mantık hatalarıyla dolu olan kurgu kendi ağırlığını taşıyamayıp çökmekten kurtulamıyor. Yazarın elinde milislerden oluşan bir ordu var ancak ikmal yolları ve araçları için elde edilmesi gereken yakıt, mühimmat ve erzak gibi hayati öneme sahip şeyler yok, temin edilmiyorlar. Ateizmi savunan figürün dini bir lider olarak kurgulanması örgüdeki kocaman bir deliğe işaret ediyor. askeri eğitimle uzaktan yakından bilgisi olmayan yazarın karakter ve savaş poziyonları kızıştığı zaman örgüyü elinden kaçırdığı göze çarpan bir unsur. Özellikle aksiyon ve savaşın yoğun olarak işlendiği kurguda bir ciddi bir kusur. Tüm dünyayı ve tanrıları karşısına almayı düşünen bir figürün propaganda yapması gerekir, görüşlerini ve ilkelerini karşı taraf ve sivillere ulaştırması, asimetrik savaş sürdürmesi gibi çabaların belirtilmesi eksik kalan yönlerden biri.

Hikayeyi zenginleştirmek için karakterler arasında gelişen ( geliştirilmeye çalışılan ) aşk, o kadar yavan ve kuru kalmış ki, ne karakterlere ne kurguya katkıda bulunabiliyor. Karakterler kağıttan ve boyutsuz. bazı eşcinsel öğeler 2 uçta kullanılmış ya korku ve tiksinti öğesi ya da tanrılar arasında çok normal olan sıradan bir şeymiş gibi... Yazar bu motifle ne yapacağını bilememiş gibi gözüküyor. Alt metin değişimi desteklerken beklentilerin altında kalıyor ve determinist önermelere teslim olup çoğu yerde nihilizm çukuruna düşüyor. Sonuçta değişim, devrim gibi cesur motiflerin suyunu çıkaran kullanamayan örgü içinde boğulan şeylerden bir tanesi de militarist toplum eleştirisi.

Yazarın örgüsünde tek takdire değer şey Mısır pantheonunu araştırmış olması. Bunun dışında imgelere baktığımız zaman belki çatışmalara günümüzdeki hiziplenmelerin öykünmesi gözüyle bakılabilir. Ancak bu açıdan bakılsa bile eksik kalan bir çaba. Başka incelemelerde görüşmek üzere.

NOT: Göz attığım incelemelerde Zelazny öykünmesi olduğu ( Işık Tanrısı ) yüzünden eleştirilmiş, ilgisi dahi yok. Bu yüzyılın Ballard'ı yakıştırması yapılması ise üzücü ve gerçekten fersahlarca uzak bir yorum. İki ustanın da eserleriyle karşılaştırsak çok ( ama çok ) kısa kalıyor.



30 Mart 2013 Cumartesi

Gökdelen, J. G. Ballard


40 katlı, tüm ihtiyaçlarını kendi karşılayabilen bir gökdelen. 2000 dairede, 2000 farklı hayat. İnsanları bir araya getirmek için değil ayrı tutmak için dizayn edilmiş bir mühendislik ve mimari şaheseri. Bu gökdelenin sakinleri, kafaları üzerinde asılı duran beton kabusa zamanla teslim olacak, önce sınıflara ayrılacak, ardından klan savaşlarına katılacaklardır. Durumun kontrolden ne kadar hızlı çıkacağını ise kimse tahmin etmemektedir...

Anthony Royal, binanın mimarı ve üst sınıfın lideri, Robert Laing ise orta sınıfa ait bir doktor, Richard Wilder, alt sınıfın lideri ve bir Tv programı editörü. Hikaye bu üç karakterin kendi iç çatışmaları ve sınıflar arasındaki çatışmaya verdikleri tepkiler üzerinde yoğunlaşıyor. Önceleri gelir ve sosyal konum üzerinden ayrılan katlar arasında hiçbir sorun yaşanmazken, ufak kışkırtmalar bir sınıf savaşının patlak vermesine sebep oluyor. Binanın kendisi üzerinde çok sayıda imge toplanmış: Toplumun seviyeleri, betondan bir Everest; önceleri sağlıklı normal insan ( modern insan ) olan, baskı ve beklentiler altında çürüyen hasta toplumun özdeşleştiği bir gösterge... Bir mücadele, değerini kanıtlama çabası, modern bir hayvanat bahçesi, kuş kafesi, hapishane... Binanın içinde gelişen olaylar örgüsü, sosyal ve zeka açısından gerileme motifi üzerinden Freudyen ve Sosyal Darwinist göndermelerle bir savaş alanına dönüşen vahşi bir kurgu sunuyor. Le Bon'un ilkelerine göz kırpan hedonist partiler, ardından başlayan kışkırtmalar, sözlü şiddetin dahil oluşu ve ardından katıksız şiddet toplumun içinde bulunduğu varoluşsal mücadeleye vurgu yapmakta.

Karşıt anlamlara ve abartıya bolca başvuran örgüde, iş yaşamı apartman yaşamından kademe kademe ayrılıp kopuyor. İnsan ilişkileri çıkar ve güvensizlik üzerine kurulmaya başlanıyor. Hebefrenik bir gerileme olarak kendini gösteren çürümeye vurgu yapan martılar motifi, kokuşmuş gökdelenin tepesinden bir an olsun ayrılmıyor. İnsanlar önce ilişkilerini ve işlerini savsaklıyor, ardından kişisel saygı ve temizliklerini. Taş Devrine doğru hızla ilerleyen toplumun teknoloji harikası bir gökdelende yaşıyor oluşu, çok güçlü bir tezat olarak okurun karşısına çıkıyor. Gökdelen tüm karakterler için farklı anlamlara geliyor. Royal için, üstünlüğü kabul ettirmesini sağlayacak ve fiziksel hasarlarının ötesinde tatmin sağlayacak bir araç, Laing için araya karışabileceği, uyum sağlayabileceği bir kovan, Wilder içinse tırmanılmayı bekleyen betondan bir dağ.

Cep kıyametinin patlak verdiği bina sonlarına doğru bir kıyım makinesine dönüşüyor. Koridorlarında golf sopalarından yapılma yaylarla avlanan, trabzanlardan sökülmüş sopalarla gezen katil ve tecavüzcülerin dolaştığı, insanlığın sona erdiği zayıf bir deney. Ekzogeni çöpe atılıp aile içi üremeye dönenler, zekası 3 yaşındaki çocuklardan daha az kalanlar, evrimsel açıdan gerilemeye vurgu yapan sert motifler. Kadınlar matriarşiye geri dönerken insan ırkının en temel gelişim unsurlarından biri daha ortadan kalkıyor, yamyamlık geri dönüyor. Öyküdeki gökdelenin ikizi karşıda gururla dikilirken örgü başlarındaki ufak ve görülebilir sorunların orada da ortaya çıkması tüm toplulukların sonunun aynı olacağı öngörüsüyle metni kapatıyor.

Sert, güçlü bir metin. Ciddi eleştirileri arasında, kayıtsızlık, ilişki kurmadaki kopukluk ve birey olmanın zorluklarının yanında modern yaşamın tüm buhranları yer almakta. Yeraltı edebiyatı öykünmeleri sezilen eserde, okurun yüzüne sıvanılacak düzeyde bir örgüye rastlanılmıyor. Keyifli okumalar dilerim. Başka incelemelerde görüşmek üzere.

Not: İş yaşamı ve ev yaşamı arasındaki yer değiştirme öyle gözükmese de eserin en güçlü vurgusu ve özelliği bence.

28 Mart 2013 Perşembe

Kıyamet Kitabı, Connie Willis


Sene 2054. Tarih artık uygulamalı bir bilim dalı haline gelmiştir. Geçmişe yapılan yolculuklar sayesinde daha gerçekçi veri ve tablolar elde edilmektedir. Genç bir öğrenci olan Kivrin, Ortaçağ'a yapılacak bir yolculukta yer almayı çok arzulamaktadır. Ancak bir sorun vardır: O kadar geriye dönük bir yolculuk henüz yapılmamıştır. Bu konuda kendini eğiten Kivrin, dönem dil, edat ve sıfat kalıplarını, latinceyi, sofra ve ev adabını öğrenir. Hocası Bay Dunworhty'nin tüm uyarılarına rağmen 1320 senesine yapılacak yolculukta tek başına olmayı kafasına koymuştur. Tüm aşıları yapılmış, tüm detaylar gözden geçirilmiştir. Ancak bir terslik çıkar: Kivrin arzu edilen tarihe gönderilememiştir. Kara Ölüm'ün Avrupa'yı kasıp kavurduğu 1348'e pek uzak olmayan bir tarihteki olası sapmayı hesaplayacak olan teknisyen ateşlenir ve hastahaneye kaldırılır. Zaman çizgisinin iki ucunda da salgına ve kol gezen ölüme karşı amansız bir mücadele verilecektir...

Yazar, bir bilim kurgu öğesini insani sorguya çevirmiş. Tarih uygulamalı bir bilim olsaydı? Yüzlerce yıl önce ölmüş olan insanlarla aynı ateşin başında ısınıp aynı tabaktan yedikten sonra... hala objektif olabilir miydik? geçmiş trajediler bize daha çok mu dokunurdu? Zaman engeli kaldırılabilseydi eğer... geçmişle paralellikler bulur muyduk? Zaman kendini gerçekten tekrar mı ediyor?

İncil alıntıları milimetrik etkinlikle ve yerinde kullanılmış. Özellikle "Masum Çocuklar Günü" ve "Agnus Dei" vurguları son derece sert motifler olarak okurun karşısına çıkmakta. Geçmişin cahilliğiyle bugünün cahilliğinin kıyaslaması yapıldığında çok yol gitmediğimizi sadece gösterişli oyuncaklarımız olduğu önermesi fazlasıyla sarsıcı bir paralellik kurulmasını sağlıyor. Agnus dei ( Tanrının kuzusu ) ilahisi salgında yiten masum ruhları vurgularken din ve Tanrı sorgusuna giriyor, yüzünün akıyla altından kalkıyor. ( spoiler vermemek adına ilahi ve karakterlerden biri arasındaki bağlantıyı es geçiyorum ) Dunworhty'nin geçmişte tutsak kalan öğrencisine yardım etmesindeki acizlik, Kara Veba günlerinde ve oğlu çarmıha gerilirken Tanrı'nın acizliğiyle özdeşleştiriliyor. Kivrin, Azize Katherine'le özdeşleşirken bulunduğu köye yardım edebilmek adına sersefil oluyor.

Zaman çizgisinin 2 yanında aynı anda patlak veren salgın kurbanlarını toplarken insanın tüm iyi ve kötü özellikleri gün ışığına çıkıyor. Çocuk gelinler, meymenetsiz kaynanalar, merhamet yoksunu insanlar, zenginliğe ve şaraba dini pozisyonlarından önem veren rahipler, şehvet düşkünü yaşlı adamlar, cehalet, başkasını suçlamaktan yardım etmeyi aklına getiremeyenler, tembellik, kibir kefenin bir yanında yer alırken; diğer yanında, asla pes etmeyen, birine yardım etmek adına tüm kural ve prosedürleri çiğneyebilen insanlar, merhamet, özgecilik, insaniyet yer alıyor. Zaman çizgisinin her iki yanında da kefelerde bu kavramlar sallanırken yazarın verdiği detayların boyutu hayret verici. Çok incelikli bir araştırma sürecinin ürünü olduğunu ortaya koyan metin, kıyametin tüm irinleri ve tüm güzellikleri ortaya döktüğünü kanıtlıyor her sayfasında. Aynı zamanda yüzlerce yıl önce ölmüş olan karakterlerle ( aslında hiç var olmamış ) okurun duygusal bağlar kurmasını sağlayan yazar, üslubunun gücünü de burada tekrar belli ediyor.

Bilim kurgu ekolünün en paradokslu konusunu hiçbir mantık hatasına takılmadan işleyebilmesi, sorgularının gücü, tarihsel detayların zenginliği, eleştirel yapısı, merak öğesini ustalara layık bir güçte kullanması aldığı tüm ödülleri tek tek hak eden bir eser olmasını garantiliyor. Tam bir şölen olduğunu belirtiyorum. Keyifli okumalar dilerim. Başka incelemelerde görüşmek üzere.


İlgilenene Not: Okuduğum en akıcı ve akılcı eserlerden biriydi... Bağlantıların kurulmasındaki ve detayların zenginliğindeki ustalık tek kelimeyle muhteşem.



Oyuncu 1, Douglas Coupland


Birbirinde çok farklı olan 4 karakter tesadüf eseri bir hava alanının kokteyl barında bir araya gelir. Dışarıda petrol krizi krizi yüzünden bildikleri dünya sona ererken tek yapabilecekleri birbirlerini tanımaktır. İnternet flörtüyle buluşmaya gelen Karen, her şeyini yitirmiş olan Rick, kilisesini soyan kaçak rahip Luke, çok sayıda algı bozukluğuna sahip olan dünya güzeli Rachel; 5 saat boyunca kendileriyle ilgili gerçekleri paylaşacak ve keşfedeceklerdir...

Modern çağ buhranlarını inceleyen bir eser olma özelliğini taşıyan roman, Vonnegutvari ironileri ustalıkla kullanan bir melodram. Tüm karakterler onları tanımları önemli özellikleri yitirmişler. Karen, genç goth kızıyla boğuşmak zorunda olan otuzlarının başında bir dul, aşka inancını yitirmiş ve birilerine tutunmak adına ciddi çabalar harcıyor. Rick, Self- help zırvalarının batmış olan hayatını kurtaracağına inanan bir peyzajcı, dini bir kurtuluşun biriktirdiği parayı peygamber gibi gördüğü bir şarlatana vermesi ile gerçekleşeceğine inanan bir alkolik. Luke, yıllarca gördüğü cahillik, şiddet ve tüm kötü özelliklerin Tanrı'yla açıklanması ve haklı çıkarılmasından bıkmış  yeni bir ateist; evrimi keşfettiği anda sihirli dünyası ve cemaati kafasına yıkılıyor, kiliseyi hortumlayıp sırra kadem basıyor. Rachel, çok güzel olmasına rağmen tüm insani özelliklerden ari bir otistik; mizah, müzik, tutku gibi kavramları algılamakta zorluk çekiyor; beyaz fare yetiştiriyor, online oyunlarda kendisi olabiliyor ancak, ondan umudu kesmiş olan ailesine bir insan olduğunu kanıtlamak için hamile kalıp evlenmek istiyor.

Roman, beş saat boyunca karakterlerden arasında sırayı bozmadan gidip gelerek, iç dünyaları ve farklı algılarına ışık tutarak çok sayıda konuyu irdeliyor. Oyuncu 1, bir dış ses ve tüm olanları özetleme görevini yükleniyor. Aşırı bilgi girdisi, nete bağımlılık, teknolojinin esir ettiği hayatlar, aşkın doğası, ölüm, hastalıklar, insan olmak, birey olabilmek gibi kavramlar üzerinde özellikle durulurken kayıtsızlığın yükselişi "Yeni Normal" olarak tanımlanıyor. Zamanın ruhunu kaybeden toplumu  eleştiren yazar, evangelist zırvaları kendi pisliğine kalkan olarak kullanan canavarlara da değinmekten geri durmuyor. Nihilizmin sınırlarında gezen romanın ayağı kesinlikle tökezlemiyor, düşmüyor. Yazarın donanımı ve algı açıklığı tüm eser boyunca rahatlıkla hissediliyor.

Son derece ilginç kavramlara değinen eser, bildiğimiz dünyanın ne kadar kolay sona erebileceğini son derece canlı bir şekilde aktarmış.Kitabın sonunda yazarın kullandığı kavramları kendi kalemiyle açıkladığı hoş küçük bir bölüm de bulunmakta. Bağlantıların akıcı kurgu içerisinde ustaca kurulması çok güzel bir detay. Vonnegut ve Ballard ile adı anılan yazarın romanı okunmayı kesinlikle hak ediyor. Keyifli okumalar dilerim. Başka incelemelerde görüşmek üzere.






27 Mart 2013 Çarşamba

Manhattan Tanrıları, Al Ewing


New York, deliler ve dahiler yaratan hırçın bir şehirdir. ASBD'nin ( Amerika Sosyalist Birleşmiş Devletleri ) en büyük kahramanı olan Doc Thunder, yardımcısını gizemli bir ölümü araştırması için görevlendirdiğinde kendi geçmişiyle de yüzleşmesi gerekeceğini bilmemektedir. Doc'un yardımcısı Monk, araştırma esnasında gizemli bir figür tarafından yaralanır: Blood Spider. Tıpkı Blood Spider gibi daha New York'a yeni gelmiş bir suç savaşçısı olan El Sombre, ortalığa dehşet saçmaktadır... Doc, deli suç savçıları ve kendi geçmişinden gelen hayaletlerle mücadele etmek zorunda kalacak, en zorlu sınavını verecektir...

Çizgi roman hayranlarına tanıdık gelecek Gümüş çağ ( 60'lar ) esinlenmeleriyle dolu Steampunk Amerika atmosferinde geçen bir süper - kahraman romanı. Zaman çizelgesi çok farklı bir dünya. İkinci İç Savaş'tan sonra bayrak kullanımı neredeyse ortadan kalkmıştır. Hitler yenilmiş ancak ölmemiştir, beyni Almanya'nın bilinmeyen bir bölgesindeki lab.da ülkesini yönetmeye devam etmekte, asimetrik bir savaş sürdürmek adına, Untergang adlı terör örgütünü kontrol etmektedir. Teknoloji henüz endüstriyel devrimi yaşamamış olan dünyaya yabancıdır. Elektirik enerjisi henüz hayatlara girmemiş, otomobil gibi icatlar sokaklara henüz dökülmemiştir. Mcharty Dönemindeki cadı avının çok sert sonuçları olması ve Klu Klux Klan gibi öykünmelerin göründüğü kurgudan zamanın 70-80 aralığı bir döneme denk geldiği düşünülebilir.

Yazar, esasen neonazi kültürüne saldırırken son derece ilginç kültürel profiller çizmiş: Futurehead'ler, Otakukid ve Nekogirl gibi etnik esinlenmeleri olan akımların azınlıklar ve gençler arasında bulduğu popülerliğe değinirken rol modeli eksikliğinden ve uyum sürecinin zorluklarından da bahsetmiş. Kurgunun kendisi Yüzbaşı Amerika'nın öyküsünün tersten anlatılmış bir versiyonu olduğu gözden kaçacak gibi değil. Tüm çizgi roman klişeleri detaylı biçimde kullanılmış: Ölümden geri dönen düşmanlar, tüm dünyayı tehdit eden terör örgütleri, başka boyutlardan gelen güzel yarı-tanrıça prensesler, garip elementler ( süperman göndermesi ), Süper-kötü ve kahramanın bitmek bilmeyen dansı...

Göndermeler arasında özellikle Süperman ve Örümcek adam öykünmeleri göze çarpıyor. Önemli gazetelerden birinin adı : Daily Bugle. Doc Thunder'ın en büyük düşmanı ise Lars Lamox, Süperman'ın belası olan Lex Luthor gibi dahi bir kötü. Cezalandırıcı ( Punisher ) öykünmesi gözüken Blood Spider ise tıpkı İron Man veya Batman gibi aşırı zengin bir suç savaşçısı. Göndermeleri ve öykünmeleri başarılı. Ancak zaman çizelgesiyle ilgili ufak mantık hatalarına kurban giden popüler kültür referansları tek eksik kaldığı nokta: Endüstri devrimi henüz yaşanmamış, Çoklu medya organları yok ama Lady Gaga göndermesi yapmış örneğin.

Sürükleyici kurgusu, çizgi roman hayranlarını mest edecek yapısı, cesur ve farklı zaman çizgisi, ırkçılık ve neonazizmle açıkça dalga geçmesi gibi önemli artıları olan okuması keyifli bir roman. Keyifli okumalar dilerim. başka incelemelerde görüşmek üzere.

26 Mart 2013 Salı

Perdido Sokağı İstasyonu, China Mieville



Yeni Crobuzon'a gelen bir yabancı, serbest çalışan bilim adamı İsaac van der Grimnebulin'e bir teklifte bulunur. Toplumun dışına atılmış bir kuş-adam olan Yagharek, utancını ve arzusunu gösterir: Kesilmiş kanatlarını. İssac'ten onu tekrar göklere çıkarmasını ister. Bu amaç doğrultusunda çalışmaya başlayan İsaac, sokağa haber salar, her türden uçucu canlının teslimatında ödeme yapılacaktır. Bu teslimatlardan biri esnasında ele geçen, gün ışığı görmemesi gereken bir canlı İsaac'in laboratuvarında kozaya girmiştir. Yeni Crobuzon üzerine dehşet saçacak canlılarla çarpışmak İsaac ve arkadaşlarına kalacaktır. Şehrin güvenlik güçleri ve yeraltı örgütleri de bu canlıları yok etmek adına işbirliği yapar: İsaac ve arkadaşlarının milis,yeraltı örgütlerinden de kaçınmaları gerekecektir...

Yeni Crobuzon çok canlı işlenmiş ve güçlü bir şehir. Kozmopolit yapısı ve yazarın sürekli vurgu yaptığı tırmanan ırkçılık gibi konuları bağrında barındıran bir yer. Kuş adam Garuda'lar, Amfibi Vodyonoi'ler, Böceğimsi Kepri'ler, Kaktüs adamlar, Ceza fabrikalarında işlenmiş olan Tekraryapımlar, robotlar ve insanlar şehrin sakinleri. Orwellci göndermeler taşıyan milisler, şehrin güvenlik örgütü. Kimlikleri bilinmiyor, herkes olabilirler: Şu alışveriş yapan teyze veya balıkçı tezgahındaki adam bir milis olabilir. yazar özellikler toplumdışı karakterleri işlemeyi sevdiğini bu romanında da gösteriyor ve ana karakterleri bu şekilde sunuyor. İsaac, öğretmenlik yapamadığı için üniversitede iş bulamayan bir bilim adamı, her bilim kolundan bir şeyler biliyor ve birleşik alan kuramını bulmak gibi arzuları var. Lin, bir Kepri, ancak kovanından ve ailesinden uzak kendi ırkı için kabul gören sanat kavramının dışında çalışmaktan hoşlanıyor. Derkhan, Başıboş şiddet adlı derginin yazarlarından biri ve şehir yönetimini yerden yere vuran yeraltı dergisinde sert eleştiriler yazıyor. Yagharek, bir Garuda, yargılaması sonucu kanatları kesilmiş. Lemuel, bir gammaz, sokakta olup biten her şeyden haberi olan bir muhbir ve bilgi dağıtıcısı...

Tekraryapımlara verilen dehşet verici cezalar, ırklar arasındaki gerginlik, gibi hırçın öğeler başta çocuksu olarak algılanabilecek çok ciddi eleştiriler saklıyor altında. Tüm ırkların ortak bir tehdide karşı aynı tepkileri vermesi, bir araya gelme umutları olması ise şehrin en çok dikkat çeken binasında vücut buluyor: Perdido Sokağı İstasyonu. Bu istasyon tüm hava gemilerinin gökrayı siteminin kalbi, aynı zamanda şehrin mozaik yapısına da vurgu yapmakta. Freudyen çıkarımlar, sosyal darwinist önermeler ve toplum eleştirileri bu steampunk dünyaya katman katıyor. Büyü ve teknolojinin bir arada var olduğu endüstriyel devrim sonrası bu şehre dair göndermeler arasında nükleer silahlanma eleştirileri ve Hiroşima, Nagazaki hatırlatmaları da bulunmakta. Yazar, diğer kitaplarında da olduğu gibi,  Marksist önermelere bolca yer vermiş. Karındeşen Jack'in bir uyarlaması olarak Peygamberdevesi Jack karşılaşılan ilginç karakterden bir tanesi.

Geneli hırçın ve vahşi olan romanın bölümleri arasında Yagharek'in günlüğünden kesitler yer alıyor. Makinedeki hayalet göndermesi gözden kaçacak gibi değil ve romanın içerisinde bilinç sorgusu sıklıkla dile getirilmiş. Dopdolu ve akıcı bir roman. Donanımlı ve edebi üslubundaki kendine güvene dikkat edilmesi gereken bu genç yazar okunmayı hak ediyor. Özellikle şehir tasvirlerinde göz dolduran yazar, sürükleyici bir roman kaleme almış. Rahatlıkla öneririm. Başka incelemelerde görüşmek üzere.





21 Mart 2013 Perşembe

Görünmez Adam, H.G.Wells



Sussex'te, İping kasabasına bir gelen bir yabancı, halkın merakını cezbedecektir. Yaşanan tuhaf olaylar örgüsü, şüpheleri yabancının üzerinde toplayacak, hakkında çok sayıda önermenin sunulduğu bir fenomene dönüşecektir. Kanundan kaçan bir suçlu mudur? Deneyleri üzerinde çalışmak için inziva arayan bir bilim adamı mıdır? Bir hayalet? Belki de hırsız? Kimdir bu adam? Şüpheler ve cahilliğin toplumun dışına ittiği bu münzevi, ona biçilen rolü sonunda kabul edecek, kendi türüyle olan son bağlarını koparıp bir caniye dönüşecektir...

Yazar, büyüklük düşleriyle yanıp tutuşan genç bir bilim adamının trajik ve düşündürücü hikayesini, merak öğesini ustalıkla kullanarak anlatmış okuruna. Toplumdışına kendi arzusuyla çıkan ancak geri dönemeyen bu adam her geçen gün biraz daha insanlıktan uzaklaşıyor ve sağlıksız bir ruh haline giriyor. Adını vermediği için, halkın ona yaklaşımı şüphe ve korkuyla biçimlenmiş cahil görüşlerden öteye gidemiyor: Kimisi yabancının bedeninin  beyaz ve siyah ırkın renk parçalarından oluşmuş bir melez olduğunu düşünürken, kimisi de kiliseye gitmediği, gün ışığında ender görüldüğü için onun bir hayalet, vampir gibi doğaüstü bir varlık olduğunu düşünüyor. Tekdüze hayatlarına bir merak nesnesi girmiş olan insanlar, yabancının tek talep ettiği şeyi ona çok görüyorlar: Yalnızlık. Arı kovanına çomak soktuklarının farkında olmayan halk, bir canavarın son rotüşlarını atıyor...

Sıfatların, tanımların ne kadar önemli olduğunu vurgulayan bu içi boş adamı, herkes bir görüşle doldurmaya çalışıyor. "Kendini saklıyorsa mutlaka bir suçu olmalı" inancı, yabancıyı insanlardan daha da uzaklaştıran kabalıklarla ifade ediliyor. Ona biçilen rolü sonunda kabul eden yabancı, hayatını tıpkı onun gibi toplumdışı olan bir dilenci vasıtasıyla sürdürmeye çalışıyor; yemek ve para çalıyor, konuşmak gibi basit insanı bir ihtiyacı onunla gidermeye çalışıyor. Gururuna yenilen yabancı görünmez olduğunu ilan ederek son bağlarını da koparmış oluyor, insan ırkıyla. Hayvan gibi yaşamaya zorlanan, çırılçıplak gezen bu adam ufak da olsa hala insanlığını tutunmaya çalışıyor: Giyinik değilken yemek yememek gibi kendine koyduğu kurallar bu duruma vurgu yapan motifler.

Farklı olana saldırma, ötekileştirme gibi motifleri ustalıkla kullanan yazar, bilim kurgunun en güzel eserlerinden birine imza atarken, okuru peşinden sürüklüyor. Keyifli ve akıcı bir okuma sunan çok güçlü bir eser. Okuduğum eleştiriler arasında durağan bir yapısı olduğu ve dönemin klasiklerinden sayılmaması gerektiği gibi görüşlere de denk geldim. Katılmıyorum, o dönemin yazım tarzlarına bakıldığı zaman bu yapının tüm klasik kabul edilen eserlerde bulunduğu görülecektir. Keyifli okumalar dilerim. Başka incelemelerde görüşmek üzere.

16 Mart 2013 Cumartesi

En Uzak Sahil, Ursula K. Le Guin



Artık Başbüyücü olan Ged, Roke adasında pineklemekten sıkılmıştır. Enlad Prensi'nin oğlu Batı'dan kötü getirmiş, büyünün ve yaşam arzusunun yokolduğuyla ilgili söylentileri aktarmıştır. Başbüyücü, Ustalar Konseyi'ni toplar ve bu salgını araştırmak için yola çıkacağını belirtir. Arren ve Ged en uzak adalara yelken açacak, Ejderhalarla müzakere edecek, kaybolan sihri arayacaklardır...

Yazar, eserinin konusunu yaşam / ölüm diyalektiği olarak seçmiş. Düalist çıkarım ve kayıtsızlık eleştirileri gözden kaçacak gibi değiller. Kaçış yolu olarak uyuşturucu seçenlere ciddi ithamlar ve yaşayan ölü benzetmeleri, varoluşçu önermelerle süslü bir kurguya sahip olan eser, büyüme üzerine çok sayıda tez sunuyor. Ölümün kabullenilmesinden sonra olgunlaşma teması metine güzelce yedirilmiş. Ged ve Arren arasında gelişen arkadaşlık motifi, hikayeye samimi bir hava katma konusunda son derece başarılı işlenmiş. İnce bir gönderme olarak doğal olanın ve doğanın reddi teması kurguya dahil edilmiş. Keyifli bir okuma sunan , akıcı dili ve güçlü kurgusuyla okunmayı hak eden bir eser. Başka incelemelerde görüşmek üzere.


15 Mart 2013 Cuma

Atuan Mezarları, Ursula K. Le Guin



Ailesinden küçük yaşta koparılan Tenar, Atuan'ın yüce rahibesi olmak için eğitilir. İnanışa göre rahibe ölümsüzdür ve öldüğü gece doğan bebeğin bedenine geçer. Tenar başkası olmak için eğitilirken Gece'nin mekanı olan höyüklerin sahibesi unvanını alır. Höyüklerde ışık kullanılması yasaktır. El yordamıyla yolunu karanlık dehlizlerde bulan Tenar, büyüyüp yüce rahibe olduğunda iktidar oyunlarıyla, Tanrıkral'ın uşaklarının öfkesi ve dehlizlerdeki hazineyi aramak için höyüklere giren sihirbazlarla yüzleşmek zorunda kalacaktır...

Tenar, Reenkarnasyonu olduğuna inanılan rahibenin ismini alacak ve Arha adını taşıyacaktır. Meraklı bir kız olan Arha, çölün ortasındaki höyüklerin bekçiliğini yapmaktan fazlası olduğunu bilmemektedir, bu yüzden Tanrkral'ın yolladığı ölüme mahkum tutsaklarla karşılaşınca şaşırır. İzole bir gençlik geçiren ondan önce gelen rahibelere duyulan ödünç bir saygı ile sınanan bu genç kız henüz yaşayamadan ölü bir geçmişin ve mezarlıkların sahibesi olmuş. Tutsaklarla özdeşleşmesi, ilerleyen sayfalardaki bir kurgu oyununda kullanılacak olan motif  ve son derece ince bir gönderme olarak yer alıyor. Cehalet ve yalanlara merakıyla karşı koyan genç kız esasen kendini ve olmak istediği kişiyi arıyor. Bir varoluşsal mücadele olarak kurgulanan eser, ilkinin performansını aratmadığı gibi akıcı dili ve ustaca kurgulanmış yapısıyla okunmayı hak ediyor.


9 Mart 2013 Cumartesi

İçeriden Ölmek, Robert Silverberg




David Selig, kırklarının ortasında dışarıdan belirgin bir özelliği olmayan bir adamdır. Mezun olduğu üniversiteye yakın oturmakta öğrencilere karşılaştırmalı edebiyat sunum ve tezleri konusunda "hayalet yazarlık" yapmaktadır. Yalnızdır, ancak kafasının içinde herkesin düşüncelerini okuyarak büyüttüğü bir alem vardır, başka zihinlere dokunarak yaşamakta hayatını 3. kişilerin deneyimleri üzerinden algılamaktadır. Ancak tıpkı yeni başlamış olan kelliği gibi telepatisindeki dengesizlikler ve azalmalar bir gün söneceğini düşündürmektedir. Entropiye verilecek bir kurban mı olacaktır? Selig'in, geçmişini, gücünü, etkilerini ve ilişkilerini sorgulaması gerekecektir....

Orta yaş kriziyle beraber azalan güçleri, kelliği ile özdeşleştirilmiş ve iktidarsızlıkla vurgulanmış. Benmerkezci bir karakter olan Selig kendine acıma çukurunda gün geçtikçe çürüyen bir adam. Hayatları ve insanları transparan algılayan Selig dolaylı bir yaşam sürüyor. Şizoidliği gücünün kaybolşuyla özdeşleştiren karakter yaptığı şeyi röntgencilik olarak algılamasına rağmen bundan geri duramıyor. Selig'in başarısız ilişkileri ( aile, dost ve sevgili...) üzerinden yazar bize yalan söylenmesine muhtaç olduğumuz argümanını yürütmüş. Her bilgi parçacığına zahmetsiz sahip olmak ve kesinlikle bilmek karakteri insanlara güvensiz ve içine kapanık hale dönüştürmüş. Şiirsel tasvirler ve detaylı tanımlar son derece başarılı bir aktarımla okuyucuya sunulmuş. Selig'in yaptığı edebi incelemeler en son aktarılan konunun derinliğine güçlü vurgular yaparak anlatıyı zenginleştiriyor. Göndermeler ve incelemelerde vurgulanan kavramlar yerinde ve abartısız, net.

Selig'in özdeşleştiği karakter olan üvey kardeşi ile olan ilişkisi kendi gücüne atıf olarak da rahatlıkla algılanabilir. Sevgi / nefret ilişkisine sahip bir ailenin son üyeleri birbirlerine olan güvensizliklerini yenmek için ciddi çabalar harcıyorlar, araya karışan ensest korkusu gibi parazitler ilişkiyi vurgulamaktan ziyade Selig'in gücüne haddinden fazla abanması ve kendini bu koşul olmadan tanımlayamamasının altını çizen muhteşem bir metafor. Selig üzerinden yürütülen tartışmalar içedönük / dışadönük, bilgi / cehalet ikilemleri olduğu kadar uyum / uyumsuzluk'u da içeriyor. Freudyen göndermelerle katman kattığı kardeş ilişkisi, sevgi için rekabet kavramına dikkat çekiyor ve toplumdaki sosyal darwinist algıların altını çiziyor.

Karakter temas etmekten korktuğu için gücünü kullanarak önce güvence arıyor, kendini kabullenememiş, bir ucube olarak algılanacağını düşündüğü için sırrını paylaşamamış. Kendini değiştiremediği çin başkalarını değiştirmeye çalışması hüzünlü ve motif olarak, çarpıcı önermelerle okurla buluşuyor. Entropi açılımı yapılan pasaj gözden kaçacak gibi değil. Galathea göndermesi, karakterin benmerkeciliğini göz önüne koyan en güçlü öğe. Başka karakterlerin algıları üzerinden Amerikan Rüyası eleştirisi ve son bölümdeki Tanrı sorgusu çarpıcı ve sert önermelerle dolu. Kendi gibi bir telepat olan Nyquist karakteriyle olan zıtlıkları, kendini sorgulamasına neden olurken, gücünün onu nevrotik yapmadığı gerçeğiyle yüzleşmesine neden oluyor.

Akıcı dili, eleştirel yapısı, sert önermeleri, göndermeleri ustalıkla ve yerinde kullanması döneminin tarz ve akımlarını irdelemesi yoluyla geniş bilgi aktarması gibi özellikleri basit bir orta yaş krizi senaryosunun varoluşsal bir mücadeleye dönüştüğü kurguyla taçlandırılmış bir modern çağ klasiğine dönüştürüyor, bir okuma şöleni sunuyor. Tek eksikliği bu kadar kompleks bir kurgu içindeki öğeleri çevirirken aradan unutulmuş son derece basit ve esere yakışmayan çeviri hataları. Ancak rahatsızlık verecek düzeyde değiller. Gözüm kapalı öneriyor, keyifli okumalar diliyorum. Başka incelemelerde görüşmek üzere.

Not: Yazarın sesini net biçimde duyabildiğim, samimi ve yapmacıklıktan uzak, "modern çağ klasiği öyle olmaz böyle olur" dedirten bir şölendi benim adıma.



İçeriden Ölmek # 3, Robert Silverberg

"Her ses sessizlikte sonra erer, ama sessizlik ölmez asla." Samuel Miller Hageman

İçeriden Ölmek # 2, Robert Silverberg

"Her şeyin ortasında ölü noktadayım. Hareketsiz, statik; demir atmış gibi. Hayır, yalan bu, yalan değilse bile en azından kötü niyetten uzak ama yanlış bir ifade, hatalı bir metaforlar öbeği. Deniz seviyem alçalıyor. Hep cezirdeyim. Med- cezirin cezrinde, gel-gitin gitindeyim hep.Çıplak, kayalık bir kıyı oldum, demir gibi sert; geride kalan kirli kahve yosun şeritlerinin hızla çekilen köpüklü dalgalara salınmaya çalıştığı. Oraya buraya kaçışan yeşil yengeçler. Evet, çekiliyor sularım, azalıyorum, seyreliyorum. Biliyor musunuz bunu o kadar dert etmiyorum."

İçeriden Ölmek # 1, Robert Silverberg

"Aksiyom : Sevdiğiniz birinin ruhunu değiştirmeye çalışmak, başka bir şeye dönüştükten sonra onu daha çok seveceğinizi düşünseniz bile, aşka karşı işlenmiş bir günahtır."

8 Mart 2013 Cuma

Çavdar Tarlasında Çocuklar, J. D. Salinger



Holden Caulfield'in Pencey'den atıldıktan sonraki 2 günün aktarıyor roman. Modern çağ klasikleri arasına girmiş olan roman 1. tekil üzerinden yazılmış.

Gündüz düşleri, içgörüler ve düşüncelerini paylaşan Holden'e göre herkes kasıntı, sahtekar, orospu, pezevenk ve gerizekalı. Bolca "falan filan" gibi kalıplar kullanan yazar, Holden'in düşüncelerini "yani.." diyerek tamamlıyor genel olarak.  Yazım dilindeki tutarsızlık Holden'in 17 değilde 13 - 14 yaşında olduğu izlenimi yaratan aktarımından kaynaklanıyor. Karakter sadece ailesinden ve hoşlandığı kız olan Jane'den bahsederken samimi olduğu hissini veriyor. Kendinden yaşça büyük olan herkesin bin yaşında veya yüz bilmem kaç yaşında olduğunu düşünen karakter ölüm ve büyüme, olgunlaşma gibi kavramlara çok yabancı. Bu yabancılık hissini kırmak için boyundan büyük işlere kalkışıyor ve başarısızlığa uğruyor: Kaldığı otelde telekız çağırması ve aslında sevişmek bile istememesi, barlara girip yaşı tutmadığı halde içki almaya çalışması, arkadaşının annesi veya 30 yaşındaki kadınlara asılması gibi çok sayıda örneği var bu kalıbın.

Yazar, karaktere sadece ailesiyle olan etkileşimlerinde boyut verebilmiş, özellikle küçük kız kardeşinin ölümü motifi tüm kitap boyunca en güçlü aktarılmış bölüm olarak göze çarpıyor. Genelinde masumiyetin kaybı teması işlenmiş olmasına rağmen masumiyet savunusu, karakterin öfke selinin altında kalmış gibi gözüküyor. Yalancı, ödlek, ikiyüzlü ve çıkarcı bir karakter olan Holden, kendi tüm kötü özelliklerine dünyaya ve kişilere yansıtarak, kendine olan öfkesinin acısını başkalarından alıyor. Kimi yerde ciddi oedipal göndermeler göze çarpıyor. Tüm roman boyunca yapmacıklığı yeren bir karakterin daha ağır basması, daha gerçekçi olması  gerektiği halde Holden, çoğu yerde katmansız kalıyor.

Aktarım başarılı, herkes ve her şeyle ilgili , her şeyi bilen bir ergen olarak karakter, tüm yardım çabalarını sonuçsuz bırakıyor, sosyal kontrol mekaniklerinin irdelendiği bölümler ciddi eleştiriler içermekle beraber, karakterin hatalı genellemeleri bir kavram veya duruma yöneltilmiş değil. Bu durum eleştirinin ciddiyetinin sorgulanmasına neden oluyor. Karakterin Anti - kahraman olduğu tezine katılmıyorum. Topluma ve kendine yabancılaşan karakter motifi, kendini yitirme korkusuyla tavan yapıyor, ancak fazlasıyla abartılı işlenmiş. Başka incelemelerde görüşmek üzere.




6 Mart 2013 Çarşamba

Kayıp Cennet, John Milton





İngiliz edebiyatının önemli şairlerinden olan John Milton'ın klasik kabul edilen eseri. Milton, monarşiye karşı Cromwell'i desteklemiş ancak huzursuzluk dönemi sona erip monarşi tekrar kurulduğunda hapse atılmıştır. Hapiste kör olan şair İngilizce'ye en çok kelime kazandıran kişi olarak da bilinmektedir ( 630 kelime ). Epik tempoda yazdığı serbest vezinli romanında Şeytan'ı demokratik bir lider olarak resmettiği için eleştirilmiştir.

Metin Cehennemin Prensinin konseyi toplayarak fikir alışverişinde bulunmasıyla açılıyor. Ardından yeni yaratılan ırk olan insanların temsilcilerini bulması, Havva'yı baştan çıkarıp yasak meyveyi yedirme çabası ve insanların atalarının Cennet'ten kovulmasıyla gelişen kurgu Mikail'in Adem'e Tufan'ın görüsünü, geleceği göstermesi ve çocuklarına iletmesi gereken uyarılarla kapanıyor.

Her pasajın başlangıcındaki özetler son derece açıklayıcı olmuş. Dipnotlar çok sayıda mitik karakter ve göndermenin yer aldığı metinde göze batacak kadar sık kullanılmamış, göz yormuyorlar. Bazı yerlerdeki ufak çeviri hataları bu kadar karmaşık ve zorlu bir metni ustalıkla çeviren ve lirik tempoya bozmayan çevirmenlere yakışmayacak kadar önemsizler.

Tanrı, monarşiyi ; şeytan ise hükümdeki yeniliği temsil ediyor. Havva'yı narsisist yansıtan yazar tüm metni boyunca cinsiyetçi çıkarım ve yorumlarla dokuyor kurgusunu. Bir çeşit iç tartışma yürüttüğü gözden kaçmıyor yazarın : otoriteye itaat ve itaatsizlik, özgür irade ve kadercilik arasındaki gidiş gelişler bu muhasebeye dikkat çekiyor. Püriten algılara başkaldıran metni cinselliği, arzuları yücelten ( elbette evlilik bağı altında 17 yy. da yazıldığı gözden kaçırılmamalı ) cesur görüşlere de ev sahipliği yapıyor. Metin boyunca "tasarımdan doğan argüman" kullanılmış ve Tanrı'ya methiye ve yergi arasında gidiş gelişler bulunuyor. Doğayı anlayarak Tanrı'nın anlaşılabileceğine dair görüşler çağın çeşitli buluşlarını yapılan göndermelerinde vücut buluyor. Tanrı'nın hükmünü oğlu olan İsa'ya devretmesi monarşi atfı yapıyor ve bu ilişki üzerinden monarşi yergisi sıkça dile getiriliyor. Özgür iradeyle ilgili olarak ket vurucu bir sosyal kontrol tehdidi, itaatın kabülüne sebep oluyor. Günahın Cennet'te anlam bulması ve cisme gelmesi gibi son derece çarpıcı yorumlamalar gözden kaçmıyor. Metinde ciddi tutarsızlık ve mantık hataları göze çarpıyor: Dünya Henüz yaratılmışken melekler ve Şeytan'ın Norveç köpüğünden, İtalya vadilerinden bahsetmesi gibi.

Metin önce isyankar ve sorgulayıcı bir tonda kendini geliştiriyor sonunda ise itaatkar ve kabullenmiş ( aynı zamanda yitik ) olarak kapanıyor. Milton, daha sonraları Tanrı ve din sorgusunda kullanılacak o kadar çok cephane üretmiş ki bilmeden, hayranlık duymamak elde değil. Lirik dili, akıcı kurgusu ve farklı bakış açısı önemli artıları. Klasiklerden biri olduğunu hatırlatmama gerek olduğunu sanmıyorum. Keyifli okumalar dilerim. Başka incelemelerde görüşmek üzere.