Politik partilerin, sendikaların, birlikler ve örgütlerin sömürünün modern biçimlerinin meşruiyet emellerini sorgulayacak bir muhalefet oluşturamadığını, çalışma hayatındaki ölümü veya yaralanmaları gösteren kelimelerin anlam açısından ağır olduğunu; insan öldürme, gasp, darp, yaralama denmediğini bunun yerine KAZA dendiğini belirterek metnini açan yazar, neoliberal vahşete savaş açtığını saklamıyor. Her bölümün başında konuyla ilgili ceza hukuku yasalarından alıntılar yapan yazar, stajyer veya " geçici statüde çalışan" kişilerin kaza geçirme oranlarının çok yüksek olduğunu vurguluyor. İş kazası mağdurlarının çektikleri acı yetmezmiş gibi bir de sosyal açıdan dışlandıklarını ifade eden yazar, taşeronlarda geçen iş kazalarının istatistiklere ve sosyal bilançolara yansımadığını belirtmiş.
İşletmelerin kendi çalışanlarının taşeron işçilere " yabancı" olarak baktığını, kendi istihdamlarının devamlılığına bir tehdit olarak algıladıklarını, meslek liseleri gibi okulların işveren ve yönetici suçlarına karşı okulun; sağlığını koruması için gençlere haklarını öğretmediğini, işyerindeki takdir yokluğunun ve bu yokluğun yarattığı tekinsizliğin kişinin kendisine yönelik bir şiddete dönüşmesinin ( intihar ) mümkün olduğunu vurgulayan yazar, Okulların istihdam için susmak ve boyun eğmek gerektiğini öğrettiğini vurgulamış. Güvencesizleştirme ve iş yoğunluğunun arttırılması süreçlerinin meşruluğu çalışanları intihara dek sürüklerken, İş Kanunun yükümlülüklerini yerine getirmeyen yöneticiler cezasız kalmaktadır diyen yazar, sanayi hastalıklarından silikozun anlamı ve tarihçesine geniş yer ayırmış. Çok sayıda mağdurun hayat hikayelerine ve ifadelerine yer ayırdıktan sonra, adaletin 2 vitesli olduğunu zenginler için yumuşak ve ağır, fakirler içinse sert ve hızlı işlediğini belirtmiş. Meşru suspayı olarak kullanılan tazminatın, tıpkı üretimdeki ESNEKLİK kelimesi gibi gerçekleri gizlediğini ( iş yoğunluğunun arttırılması, iş kolektiflerinin parçalanması, işten çıkarmaları, işsizliğin yapısallaşması, geçici iş uygulamalarıyla yaratılan erozyon gibi ) belirtmiş.
Emir vericilerin en düşük fiyat mantığını dayatmasına olanak veren ihalelerle taşeronlar dahi kendi içlerinde rekabete sokulduğunu böylelikle işçilerin işveren karşı birlik olmaktansa, müşterilerin beğenisini kazanmaktansa birbirleriyle mücadele etmeye başladığını belirtip nükleer santral bakım işçilerinin korkunç çalışma koşullarına değinmiş. İstihdamı alınan radyasyon dozuyla yöneten sektörün simsarlığı desteklediğini, taşeronların, işçi simsarlığının modern hali olduğunu, taşeron işçilere yasalara aykırı olarak ayrımcılık uygulandığını ( yıllık radyasyon limitin 20 katını tek seferde alan işçinin psikiyatri servisine beyin yıkama amaçlı gönderilmesi gibi örneğin ) belirten yazar, " VERİMLİLİK ARTIŞI" arayışının, işin sürekli yoğunlaştırılmasında ve çoğu kez işi kaybetme korkusuyla sessizce katlanılan onura saldırılarda kendini gösterdiğini; sömürü isteminin işletme cirosuna atfedilen kutsal değerin herkesin boyun eğmesi gereken bir çalışma prensibine dönüştüğünü ifade etmiş.
Sendikaların işçilerden çok istihdamın devamlılığını düşündüğünü, başkasını tehlikeye atmanın sonuçlarının parasallaştırılarak bir suspayına dönüştürülmesinin meşrulaştığını, iş teftişi memurlarının işinin sıradan bir polislik ve hakemlik dönüştüğünü, çalışma hayatındaki risklere karşı çalışanların değil işverenlerin korunmasına geçilidiğini gelişme ve insani yardım nutuklarının acımasız yeni sömürgeciliğin ( fabrikaların diğer ülkelere taşınması / outsourcing ) uygarlık maskeleri olduğunu belirten yazar, varolan şiddetin karar vercilerin politik seçimlerinden meşruiyet aldığını ve zorunluymuş gibi empoze edildiğinin de altını çizmiş. Asbeste hayır hareketinin kurucularından olan yazar, Amyant'la doygun "Celemenceau" adlı geminin kaderi ve Alang limanı ile ilgili tüm verilerini okuruyla paylaşmış. Sonsuza dek sürmesi istenen ekonomik büyüme taraftarlığının çalışma hayatındaki şiddeti maskelediğini, neoliberal politikaların yıkıcı sonuçlarının tüm ülkelerin çalışanlarının birbirleriyle rekabete sokulmasıyla kamufle edildiğini belirtip, yazarın kendi tecrübesine dayanan önerilerle ve metninin özetiyle kitabını tamamlamış. Üslubunu şahit olduğu vahşetlere rağmen bozmayan yazar takdiri gerçekten hak ediyor. Her çalışanın okuması gerektiği güçlü bir eser. Keyifli okumalar dilerim. Başka incelemelerde görüşmek üzere.