23 Ağustos 2014 Cumartesi

Doğuştan Yalancı, İan Leslie



Yazar metnini genel anlamda yalan anlayışımızı irdeleyerek açmış. Yeni tanışan kimselerin 10 dakika içinde ortalama 3 yalan söylediğini, yalancının hep bir başkası ( kesinlikle biz değil ) olduğunu ve gerçeği içinde bulunduğumuz arkaplana göre sürekli yeniden yarattığımızı, esas kültürel normdan uzaklaştığı zaman ifadenin yalan sayıldığını belirtmiş. Kutsal kitaplara kelimesi kelimesine inanılacak olursa en büyük yalancının Tanrı olduğunu belirtip açıklamış: “Adem ve Havva’nın ölmeyeceklerini bildikleri halde onlara öleceklerini söylemiştir. Tanrı ikiyüzlüyse insan neden olmasın?”

Daniel Defoe ve Robinson Crusoe atfı yapan yazar, Humprey’e göre insanın evrimleşmesinin nedenin alet kullanımı olmadığını, toplumsal hayatla baş etmeyi öğrenmenin doğayla mücadeleden daha zorlu olduğunu bu yüzden insanın sosyal arkaplanın evrimleşmesinde kilit etmen olduğunu vurguluyor. Jane Goodall ve orangutanlarla yaptıkları çalışmalara değinen yazar, atalarımızın yaşadığı çevrede hayatta kalmanın ancak başkalarına karşı olan davranışların etkilerini sezerek mümkün olacağını ve bu sayede aldatılan ve aldatan arasında evrimsel bir silahlanma yarışı başladığını aktarmış. Hayvanlar aleminden aldatma davranışlarına örnekler vererek Frans De Waal atfı yapan yazar, beynimizin büyüklüğünden yola çıkarsak 150 kişilik bir sosyal grupla etkileşime girebileceğimizi ifade etmiş. Aldatma sıklığının türün neokorteks büyüklüğüyle ilgili olduğunu da vurgulamış.



Jean-Paul Sartre ve J.D Salinger atfından bulunan yazar yalan iki şekilde tepki verdiğimizi belirtmiş: Huzursuzluk , kurnazlık ve zekaya gösterilen hayranlık. Montaigne, Darwin, Kant, Nietzsche,Homeros atfı alıntıları yapan yazar, insan dışı primatlar ve küçük çocukların davranışlarındaki benzerlikleri gözler önüne seriyor: Muziplik, Rol yapma, Örtbas etme, Dikkat dağıtma. Küçük çocukların yalanlarının basit ve savunmaya yönelik olduğu itirafın çabuk geldiğini belirten yazar, bu koşulların 4 yaş civarında değiştiğini söylemiş. Çok küçük yaştaki çocuklar için onların zihninden geçen diğer herkesin zihninden geçen aynı olduğunu, çocuğun diğer insanların kendi zihni olduğunu algılamasının 3-4 yaşları arasında denk geldiğini belirtmiş.

Yazar en iyi yalancıların insan davranışlarını en iyi şekilde okumaya eğilimli kişiler olduğunu, bu nedenle otistik çocuk ve yetişkinlerin yalan söyleyemeceğini aktarmış; yalan söylemenin  ileriyi düşünme,strateji kurma ve akıl yürütme gerektirdiğini ; çocukların büyüdükçe yalan söylememeyi değil ne zaman söyleyeceğini öğrendiğini belirtmiş. Lincoln ve Jane Austen atfı yapan yazar, çocuğun sürekli karakterinin sorgulandığını hissettiği durumlarda aldatmayı arkasına saklanılacak bir şey olarak göreceğini okuruyla paylaşmış. Konfübülasyon hastalarından bahsedip, William James, Antonio Damasio, David Hume ve Robert Louis Stevenson atfında bulunan yazar, sanatsal hikayecilik ve yalancılığın birbirine çok yakın olduğunu vurgulamış. Sanatın gizli bileşeni yalan olan bir hakikat olduğu çıkarımını yapan yazar, psikopatların doğru ve yanlış arasındaki farkı bildiğini ancak hissedemediğini ifade etmiş.

Yaygın inanışın, diğerlerine güvenmeye eğilimli olanların kolay av olacağı, yüksek güvenin saflıkla bağdaştırıldığı ancak bu görüşlerin yanlış olduğunu belirten yazar, kolay aldanmak ve kolay güvenmenin çok farklı şeyler olduğunu vurguluyor. Yalan makinesinin tamamen tutarlı ve güvenilir sonuçlar verdiği inanışının ve reklamının da bir yalandan ibaret olduğunu aktaran yazar, adalet ve toplumun gözünü boyama arasındaki farkı irdelemiş. Sahte itirafların yoğun polis sorgusu altında verildiğini, sonuca ulaşma konusunda baskılanan polisin suçladığı kişide itirafta bulunmasının kendisi için daha iyi olacağı fikrini doğurma konusunda uzman olduğunu aktarmış. Hafızanın şaşmaz bir bilgi deposu olmadığını boşluk olan yerleri kendimizin doldurduğunu belirten yazar, yalan makinesinin mucidi ve Dc Comics’in Wonder Woman karakteri arasındaki ilişkiyi de okuruyla paylaşmış.



Paul Ekman’ın ünlü “Mary” anekdotu üzerinden mikro ifadelere giriş yapan yazar, Darwin’in yasaklı kitabına ve ifadeleri ilk kez anatomik olarak tanılamaya çalışan Duchenne’e atıfta bulunmuş. Başkalarını olduğu kadar kendimizi aldatmaya da yatkın olduğumuzu, çoğu zaman harekete geçip ardından motivasyon ve nedenler kurguladığımızı aktaran yazar; hukukun büyük çoğunluğunu yetersiz kanıtların oluşturduğunu ifade ederken modern hukuk sisteminin güvenilirliğini sorgulamış. Güçlü telkin ve konformist baskıların işlenmemiş suçları bile itiraf ettirdiğini de eklemiş. Beynin sağ ve sol yarıkürelerinin ve Corpus Callosum’un işlevlerini belirten yazar, yabancı el sendromunu, bilişsel uyumsuzluk teorisini açıkladıktan sonra, Freud, Coleridge, Schopenhauer, Camus atfında bulunmuş. Matıksallaştırmanın nefes almak kadar doğal olduğunu kendimizi özellikle “ideal imajlar” kurgulayarak kandırdığımızı ifade edip normal insan beyninin gerçekliği belirgin şekilde iyimser bir filtreden geçirerek işlediğini söylemiş. Çeşitli çalışmaların orta seviyede depresif kişilerin gerçekliği daha net algıladığını gösterdiğini ifade ettikten sonra uyarmış: “Kendini veya başkalarını aldatma bir kişi veya grup için faydalı olabilir ancak türümüzün geleceği için ölümcül olma riski taşıyor.”  Yazar, en iyi yalancıların kendine daha iyi yalan söyleyebilenler olduğunu belirtip yalanın farklı alanlardaki kullanımlarına geçmiş.

Plasebo’ları açıklayan yazar, bir yalan tedavi edebiliyorsa bunun sebebinin bir anlamı olmasından ileri geldiğini; anlamın da insanlar arasında oluştuğunu içlerinde oluşmadığını; ona inanmadığınız sürece bir yalanın sizi iyileştiremeyeceğini ifade etmiş. Şifacının kötü bir şeyi ( ruh, tümör, böbrektaşı vs. ) bedenden çıkardığı şeytan kovma ya da kesip atma metaforunun tıbbın yararlandığı en güçlü cephanelerden olduğunu aktaran yazar, ardından reklam sektörüne geçmiş. Reklamcılığın sadece bilgiyi iletmek değil aynı zamanda tüketicinin almaya razı olacağı sembolik bir değer üretmek  olduğunu ve anlamın tükenmez bir kaynak olduğunu okuruyla paylaşan Leslie, yüklediğimiz anlamların en temel fizyolojik etkileri bile derinden etkilediği gösteren örnekler sunmuş: Bir asker ve sivil aynı yaralara sahip olabilir ama farklı şekilde tecrübe ederler. İlaçların basit bir farmasötik kapsül değil, aynı zamanda değişken bir hikayeler evrenine dair semboller oldukları çıkarımını yapan yazar bu bölümü kapatıp yalanın etikle ilişkisine geçiş yapmış.

“Kapıdaki katil” motifini okuruna açıklayan yazar yalanın doğasını sorgulamış: Yalanın kendisi kötü müdür yoksa nasıl kullanıldığına göre bu durum değişir mi? Silahlı bir adam kapınızı çalıp içerideki arkadaşınızı sorsa... sofuluğunuzdan ötürü arkadaşınızı ( tıpkı İmmanuel Kant gibi ) açık edip kaderini mühürler misiniz yoksa hiç tanımadığınız ve amaçları bilmediğiniz bu tehlikeli kimseye ( pragmatik amaçlarla ) yalan söylemeyi mi tercih edersiniz? Modern yalan anlayışını Aziz Augustinus’un yaratığını, 8 maddelik bir yalan hiyerarşisi dahi oluşturduğunu  ifade eden yazar, yalan beyanın tarihçesini okuruyla paylaşmış. Batı’nın yalanı yasaklayışının ardından o toplumda bireyin yüceltilmesinin yattığını Batı ve Doğu’nun yalana çok farklı gözlerle baktıklarını aktarırken yazar, kültürel arkaplanlarında etik ve sosyal kabuller üzerindeki esnekliğini gözler önüne sermiş. Beyaz yalanları, gündelik sosyal sorunların açtığı yaraları kapatan yara bantlarına benzeten Leslie, küçük yalanların biraraya gelip büyük kamusal yalanlar oluşturabileceğini, modası geçmiş gelenekleri sosyal uygulamalarının insanlar onlara inanmayı bıraktıktan sonra da sürmesini sağladığını öne sürmüş.

Nörofizyoloji, sosyoloji, evrim psikolojisinden sıklıkla yararlanan yazar, her sayfası bilgi dolu bir kitap kaleme almış. Popüler bilim adı altında sayfa doldurmak adına verilen boş anekdotlar bu eserde mevcut değil. Son sayfalardaki ileri okuma da detaylı ve bölümlere göre ayrılmış bir kaynakça olarak ilgililere hitap edecektir. Konuyla ilgilenen herkesin sıkılmadan ve mesleki jargonla boğulmadan okuyabileceği keyifli bir kitap.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder