Yazar metnini genel anlamda yalan anlayışımızı irdeleyerek
açmış. Yeni tanışan kimselerin 10 dakika içinde ortalama 3 yalan söylediğini,
yalancının hep bir başkası ( kesinlikle biz değil ) olduğunu ve gerçeği içinde
bulunduğumuz arkaplana göre sürekli yeniden yarattığımızı, esas kültürel
normdan uzaklaştığı zaman ifadenin yalan sayıldığını belirtmiş. Kutsal
kitaplara kelimesi kelimesine inanılacak olursa en büyük yalancının Tanrı
olduğunu belirtip açıklamış: “Adem ve Havva’nın ölmeyeceklerini bildikleri
halde onlara öleceklerini söylemiştir. Tanrı ikiyüzlüyse insan neden olmasın?”
Daniel Defoe ve Robinson Crusoe atfı yapan yazar, Humprey’e
göre insanın evrimleşmesinin nedenin alet kullanımı olmadığını, toplumsal
hayatla baş etmeyi öğrenmenin doğayla mücadeleden daha zorlu olduğunu bu yüzden
insanın sosyal arkaplanın evrimleşmesinde kilit etmen olduğunu vurguluyor. Jane
Goodall ve orangutanlarla yaptıkları çalışmalara değinen yazar, atalarımızın
yaşadığı çevrede hayatta kalmanın ancak başkalarına karşı olan davranışların
etkilerini sezerek mümkün olacağını ve bu sayede aldatılan ve aldatan arasında
evrimsel bir silahlanma yarışı başladığını aktarmış. Hayvanlar aleminden
aldatma davranışlarına örnekler vererek Frans De Waal atfı yapan yazar,
beynimizin büyüklüğünden yola çıkarsak 150 kişilik bir sosyal grupla etkileşime
girebileceğimizi ifade etmiş. Aldatma sıklığının türün neokorteks büyüklüğüyle
ilgili olduğunu da vurgulamış.
Jean-Paul Sartre ve J.D Salinger atfından bulunan yazar
yalan iki şekilde tepki verdiğimizi belirtmiş: Huzursuzluk , kurnazlık ve
zekaya gösterilen hayranlık. Montaigne, Darwin, Kant, Nietzsche,Homeros atfı
alıntıları yapan yazar, insan dışı primatlar ve küçük çocukların
davranışlarındaki benzerlikleri gözler önüne seriyor: Muziplik, Rol yapma,
Örtbas etme, Dikkat dağıtma. Küçük çocukların yalanlarının basit ve savunmaya
yönelik olduğu itirafın çabuk geldiğini belirten yazar, bu koşulların 4 yaş
civarında değiştiğini söylemiş. Çok küçük yaştaki çocuklar için onların
zihninden geçen diğer herkesin zihninden geçen aynı olduğunu, çocuğun diğer
insanların kendi zihni olduğunu algılamasının 3-4 yaşları arasında denk
geldiğini belirtmiş.
Yazar en iyi yalancıların insan davranışlarını en iyi
şekilde okumaya eğilimli kişiler olduğunu, bu nedenle otistik çocuk ve
yetişkinlerin yalan söyleyemeceğini aktarmış; yalan söylemenin ileriyi düşünme,strateji kurma ve akıl
yürütme gerektirdiğini ; çocukların büyüdükçe yalan söylememeyi değil ne zaman
söyleyeceğini öğrendiğini belirtmiş. Lincoln ve Jane Austen atfı yapan yazar,
çocuğun sürekli karakterinin sorgulandığını hissettiği durumlarda aldatmayı
arkasına saklanılacak bir şey olarak göreceğini okuruyla paylaşmış.
Konfübülasyon hastalarından bahsedip, William James, Antonio Damasio, David
Hume ve Robert Louis Stevenson atfında bulunan yazar, sanatsal hikayecilik ve
yalancılığın birbirine çok yakın olduğunu vurgulamış. Sanatın gizli bileşeni
yalan olan bir hakikat olduğu çıkarımını yapan yazar, psikopatların doğru ve
yanlış arasındaki farkı bildiğini ancak hissedemediğini ifade etmiş.
Yaygın inanışın, diğerlerine güvenmeye eğilimli olanların
kolay av olacağı, yüksek güvenin saflıkla bağdaştırıldığı ancak bu görüşlerin
yanlış olduğunu belirten yazar, kolay aldanmak ve kolay güvenmenin çok farklı
şeyler olduğunu vurguluyor. Yalan makinesinin tamamen tutarlı ve güvenilir sonuçlar
verdiği inanışının ve reklamının da bir yalandan ibaret olduğunu aktaran yazar,
adalet ve toplumun gözünü boyama arasındaki farkı irdelemiş. Sahte itirafların
yoğun polis sorgusu altında verildiğini, sonuca ulaşma konusunda baskılanan
polisin suçladığı kişide itirafta bulunmasının kendisi için daha iyi olacağı
fikrini doğurma konusunda uzman olduğunu aktarmış. Hafızanın şaşmaz bir bilgi
deposu olmadığını boşluk olan yerleri kendimizin doldurduğunu belirten yazar,
yalan makinesinin mucidi ve Dc Comics’in Wonder Woman karakteri arasındaki
ilişkiyi de okuruyla paylaşmış.
Paul Ekman’ın ünlü “Mary” anekdotu üzerinden mikro ifadelere
giriş yapan yazar, Darwin’in yasaklı kitabına ve ifadeleri ilk kez anatomik
olarak tanılamaya çalışan Duchenne’e atıfta bulunmuş. Başkalarını olduğu kadar
kendimizi aldatmaya da yatkın olduğumuzu, çoğu zaman harekete geçip ardından
motivasyon ve nedenler kurguladığımızı aktaran yazar; hukukun büyük çoğunluğunu
yetersiz kanıtların oluşturduğunu ifade ederken modern hukuk sisteminin
güvenilirliğini sorgulamış. Güçlü telkin ve konformist baskıların işlenmemiş
suçları bile itiraf ettirdiğini de eklemiş. Beynin sağ ve sol yarıkürelerinin
ve Corpus Callosum’un işlevlerini belirten yazar, yabancı el sendromunu,
bilişsel uyumsuzluk teorisini açıkladıktan sonra, Freud, Coleridge,
Schopenhauer, Camus atfında bulunmuş. Matıksallaştırmanın nefes almak kadar
doğal olduğunu kendimizi özellikle “ideal imajlar” kurgulayarak kandırdığımızı
ifade edip normal insan beyninin gerçekliği belirgin şekilde iyimser bir
filtreden geçirerek işlediğini söylemiş. Çeşitli çalışmaların orta seviyede
depresif kişilerin gerçekliği daha net algıladığını gösterdiğini ifade ettikten
sonra uyarmış: “Kendini veya başkalarını aldatma bir kişi veya grup için
faydalı olabilir ancak türümüzün geleceği için ölümcül olma riski taşıyor.” Yazar, en iyi yalancıların kendine daha iyi
yalan söyleyebilenler olduğunu belirtip yalanın farklı alanlardaki kullanımlarına
geçmiş.
Plasebo’ları açıklayan yazar, bir yalan tedavi edebiliyorsa
bunun sebebinin bir anlamı olmasından ileri geldiğini; anlamın da insanlar
arasında oluştuğunu içlerinde oluşmadığını; ona inanmadığınız sürece bir
yalanın sizi iyileştiremeyeceğini ifade etmiş. Şifacının kötü bir şeyi ( ruh,
tümör, böbrektaşı vs. ) bedenden çıkardığı şeytan kovma ya da kesip atma
metaforunun tıbbın yararlandığı en güçlü cephanelerden olduğunu aktaran yazar,
ardından reklam sektörüne geçmiş. Reklamcılığın sadece bilgiyi iletmek değil
aynı zamanda tüketicinin almaya razı olacağı sembolik bir değer üretmek olduğunu ve anlamın tükenmez bir kaynak
olduğunu okuruyla paylaşan Leslie, yüklediğimiz anlamların en temel fizyolojik
etkileri bile derinden etkilediği gösteren örnekler sunmuş: Bir asker ve sivil
aynı yaralara sahip olabilir ama farklı şekilde tecrübe ederler. İlaçların
basit bir farmasötik kapsül değil, aynı zamanda değişken bir hikayeler evrenine
dair semboller oldukları çıkarımını yapan yazar bu bölümü kapatıp yalanın
etikle ilişkisine geçiş yapmış.
“Kapıdaki katil” motifini okuruna açıklayan yazar yalanın
doğasını sorgulamış: Yalanın kendisi kötü müdür yoksa nasıl kullanıldığına göre
bu durum değişir mi? Silahlı bir adam kapınızı çalıp içerideki arkadaşınızı
sorsa... sofuluğunuzdan ötürü arkadaşınızı ( tıpkı İmmanuel Kant gibi ) açık
edip kaderini mühürler misiniz yoksa hiç tanımadığınız ve amaçları bilmediğiniz
bu tehlikeli kimseye ( pragmatik amaçlarla ) yalan söylemeyi mi tercih
edersiniz? Modern yalan anlayışını Aziz Augustinus’un yaratığını, 8 maddelik
bir yalan hiyerarşisi dahi oluşturduğunu
ifade eden yazar, yalan beyanın tarihçesini okuruyla paylaşmış. Batı’nın
yalanı yasaklayışının ardından o toplumda bireyin yüceltilmesinin yattığını
Batı ve Doğu’nun yalana çok farklı gözlerle baktıklarını aktarırken yazar,
kültürel arkaplanlarında etik ve sosyal kabuller üzerindeki esnekliğini gözler
önüne sermiş. Beyaz yalanları, gündelik sosyal sorunların açtığı yaraları
kapatan yara bantlarına benzeten Leslie, küçük yalanların biraraya gelip büyük
kamusal yalanlar oluşturabileceğini, modası geçmiş gelenekleri sosyal
uygulamalarının insanlar onlara inanmayı bıraktıktan sonra da sürmesini
sağladığını öne sürmüş.
Nörofizyoloji, sosyoloji, evrim psikolojisinden sıklıkla yararlanan
yazar, her sayfası bilgi dolu bir kitap kaleme almış. Popüler bilim adı altında
sayfa doldurmak adına verilen boş anekdotlar bu eserde mevcut değil. Son
sayfalardaki ileri okuma da detaylı ve bölümlere göre ayrılmış bir kaynakça
olarak ilgililere hitap edecektir. Konuyla ilgilenen herkesin sıkılmadan ve
mesleki jargonla boğulmadan okuyabileceği keyifli bir kitap.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder