Yazar tokluğu belirten sinyalin açlığa oranla çok daha zayıf olduğunu
belirterek metnini açmış. İnsan ırkının avlanılamayan bir gün/haftaya göre
evrimleştiğini, bu gelişme esnasında açlığımızın zamanla arttığını aktarırken
“açlık sanatçıları” konseptine giriş yapmış. Kafka irdelemesiyle metnini
sürdürürken Kafka’nın esinlendiği gerçek karakterin hikayesini de okuruyla
paylaşan yazar, Giovanni Succi’nin kariyerini de aktarmayı ihmal etmemiş.
İletişim teknolojisinin gelişmesinin açlık çeken kadın ve çocukların
görüntülerine aşina hale gelmemizi sağladığını belirtirken giriş bölümünde
açlık ve ona dayanabilme konseptini fazlasıyla yüceltmiş. Knut Hamsun ve Orwell
irdelemesiyle devam edip açlığın esasen ölümle ilgili olduğunu vurgulamış. 1.
Dünya ve 3. Dünya arasındaki fark fazlasıyla ironik bir anekdotla aktarılmış.
Açlık gibi her gün yaşadığımız bir konuyla ilgili olarak şaşırtıcı derecede
bilgisiz olduğumuzun altını çizen metin, fizyolojik süreci aç geçirilen
saatlere bölerek detaylıca anlatmış. Antonio Damasio alıntısı yapan
yazar,iştahın biyolojik olarak doğmuş tecrübe ve kültürle şekillenmiş bir tutku
olarak tanılarken yemek konusundaki şüpheciliğimizin bir omnivor savunması
olarak evrimleştiğini belirtmiş. Kusma hareketinin sadece rahatsızlık verici
bir düşünce ile başlayabileceğini, erkeklerin açlığa kadınlardan daha az
dayanıklı olduğunu buna rağmen kadınların daha çok yeme bozukluğuna
yakalandığını ifade edip arttırılmış iştahın yavaşlamış metabolizma ile
birleştiği zaman çağımızın en büyük sıkıntılarından ( 1. Dünya sıkıntısı
elbette ) biri olan “morbid obeziteye” dönüştüğünü aktarmış okurlarına.
İnsan vücudunun hayatta kalma mekanizmasına bağlı olarak kendini kilo
kaybına karşı şiddetli biçimde koruduğunu belirtip gıda yardımı kavramına geçiş
yapmış: “ Bazı Amerikalılar açlığı inkar ederken diğerleri çözüm olanaklarını
sorgulamaktadır; muhtaç olanlara yiyecek verirsek, yiyecek, gıda temel bir hak
ise onları çalışmaya ne teşvik edecek?” Fiziksel açlığın ruhsal
açlık için iyi bir benzetme olduğunu, vücudun tutkularını da kapsayacak şekilde
kültüre yerleştiğini bu yüzden yoksunluk ayinlerinin ( oruç ) vücudun ruhla
takas edilmesi sürecinde bir metafor olduğunu eklemiş. Orucun psişik
güçlerle ve spiritüalizm ile ilişkilendirildiğini ancak daha sonra alternatif
tıp metotları arasında yer alacak biçimde şekil değiştirdiğini de okuruyla
paylaşan yazar, tüketici olmayan terapi adı altında orucu her yönüyle
irdelemiş.
Açlık grevlerine geçiş yaparken bu eylemlerin dünyayı utandırmak ve
değiştirmek amacıyla yapıldığını vurgulayan yazar, bu eylemlere katılan
insanların soyunup çıplaklıklarını dönüştürüp çaresizliklerini dünyaya
sunduklarını, kavramların toplum ölçeğinde değişerek bu zayıflığın ( kelime ve
mecaz anlamıyla ) bir güce dönüştüğünü ifade etmiş. 2. Dünya savaşına katılmayı
reddeden vicdani redçilerin “ İyi savaşta” savaşmasalar bile cephedekilere
yardımcı olacağına kanaat getiren bilim adamlarının ünlü “Minnesota Deneyleri”
ni irdeleyen yazar okurunu dehşet içinde bırakıyor: “ Kuşaklarını kaderini
paylaşmak adına denek oldular. Böcek öldürücü sprey ve tozları test etmek için
bitli iç çamaşırı giydiler. Kendilerine kasıtlı olarak tifo,sıtma,zatürre
mikropları bulaştırıldı. Hepatit çalışmalarının bir parçası olarak dışkı
yuttular. Uç sıcaklık ve soğuğa dayanmaları istendi...” ‘. Dünya savaşı açlıkla
ilgili araştırmaların yapılması için etiğin söz konusu edilemeyeceği koşullar
sunmuş da olsa Varşova’da Yahudi doktorların Nazi zulmü altında açlık
hastalığında ölümüne gün sayan hastalara mekik çektirmeleri gibi Minnesota
deneylerini aratmayacak dehşetleri okuruna sunan yazar, herhangi bir görüş
belirtmeden konuları kapatmış. Kıtlık ve açlığın antropolojik etkilerine
kitabında son derece az yer veren yazar, bir sonraki bölümünde tabu konulara
giriş yapmış.
Ukrayna’da 1932-33 yıllarında ve Leningrad kuşatmasındaki kıtlıkta
yamyamlığın baş gösterdiğini, bugün en büyük nüfuslu ülke olarak görülen Çin’in
2000 yıllık kayıtlı tarihinde 1828 kıtlık bulunduğunu ve bu kavramın kültüre
yerleştiğini belirtmiş. Kıtlık durumlarında “resmi olarak” çocukların
satılabileceğine veya yenebileceğine karar veren Çin imparatorluğunun halk
tekerlemelerinde bile yamyamlığın imalarının bulunduğunu gösteren yazar,
okurunu buz kestiriyor: “ Degiş çocuğu pişir yemeği.( kendi çocuklarını yiyemeyecek
kadar yufka yürekli insanlar komşularıyla çocuklarını değiştirirmiş...) 1958’de
büyük kıtlıkta 40 milyon insanın açlıktan öldüğü kayıtlara geçen Çin, dünyanın
en büyük 8. Ekonomisi olmasına ve gıda ürünleri ihraç etmesine rağmen
Brezilya’da açlıktan ölen çocukların bugün dahi normal olduğunu ve ailelerinin
bu çocuklara “Ziyaretçiler” olarak isim taktığını aktaran yazar, duygusal
açıdan çok masraflı bir okuma sunuyor.
Sağlık sorunlarını açlığa ve kötü gıda politikalarına atfetmek istemeyen
yönetimlerin bunu sinir hastalığı kategorisine çekerek koltuklarını
koruduğunu,” Aç bir vücut güçlü bir eleştirmendir, oysa hasta biri kimseye
karışmaz.” Alıntısıyla vurgulayan yazar, açlığın varlığının kabul edilmesinin
siyasal intihar olduğunun altını sertçe çizmiş. Çocukların henüz deri rengi,
kültür ve politikalarla ilgili ön yargılarla bağdaştırılmadığı için açlık
sorununa “ ahlaki bir açıklık” getirdiğini ifade eden yazar, Kevin Carter ve
ödüllü “akbaba” fotoğrafının perde arkasını yazmış. “ açlığın temel nedeni,
gıda ya da toprak eksikliği değil demokrasi eksikliğidir. Aile içinde, köy
ölçeğinde, ulusal ölçekte ve uluslararası ticarette.” Alıntısıyla sorunun
temeline ışık tutan yazar aynı eleştirel tonu fazlasıyla iyimser olarak
kurguladığı gelecek tablolarında veya çözüm önerilerinde yakalayamamış .(ekstra
bilgi: şu anki üretim kapasitesi 11 milyar insanın tüm beslenme ihtiyaçlarını
tam anlamıyla karşılayacak durumdadır.)
Kıtlığın ve kültürün birleştiği bir başka durum olan İrlanda ve Aziz
Patrick’in yaşamını irdeleyen yazar, İrlanda törelerinde yeri bulunun “tros cad
( mazlum veya yanlış yapılan kişinin hakkının tanınması için hukuksuzluğa neden
olanın kapısı önünde açlık grevi yapması geleneği )” ı açıklamış. Kapitalizmin
kükreyen savunucusu Malthusçuluğun ve açlığın doğallaştırılmasının etkilerini
irdeleyen yazar, Büyük İrlanda Kıtlığı’nı anlatmış. Bu Kıtlıktan sonra açlığın
bir hak etme sorununa dönüştüğünü, mevcut olan gıdayı yoksulların elde edecek
paraları olmadığını,onları alamaya hak kazanmadıklarını vurgulayan yazar,
düzenli bir aylığı veya sosyal yardımı olmayan muhtaçların hikayesi üzerinden
“açlığın” kelime anlamıyla dünyayla olan ilişkimizi başlattığını belirterek
metnini kapatmış. 40 sayfa kaynakça veren kitap, kimi yerde tonunu
hafifleştirse de incelikli ve detaylı olduğu kesinlikle yadsınamaz.
Etkilenmeden okumanın söz konusu olmadığını belirtmeliyim, iyi veya kötü bu
kitap okurunu kesinlikle etkileyecektir.