29 Eylül 2013 Pazar

Dune, Frank Herbert


Yıl 10191. canopus'un 3. gezegeni olan Arrakis'e Atreides hanedanından Dük Leto atanır. Harkonnen hanedanıyla kan davaları olan bu aile, Arrakis ve baharat üretiminden sorumludur artık. Ancak Harkonnen hanedanı bu önemli stratejik pozisyon ve üründen vazgeçmek niyetinde değildir. İmparatorluğa ve Lonca'ya ödenecek cüzi rüşvetler karşılığında Harkonnen hanedanı Atreides'lerin soyunu kırmak için operasyon başlatır. Ancak başarılı olamazlar. Paul Atreides ve annesi kurtulurlar. Paul ileride Arrakis'in yerli halkının güveni elde edip liderliğini ele geçirecek ve savaşı Harkonnen'lere taşıyacaktır.

Yazarın, 19. yy da hakim olan Yaradılış merdivenine imada bulunan, insanı yücelten önermeleri " akış" pasajında görülebilir. sosyal etiket ve statü bildirgelerini sıklıkla ve incelikle kullanan yazar, ortaçağ motiflerini uzak geleceğe çok tezat gelmeyecek şekilde taşımayı başarmış. Teknoloji ve vahşi kapitalizm eleştirisi Baron Harkonnen üzerinden işlenmiş. Makinelerin yükselişi ve bastırılan isyan motifleri, insan merkezli kurguyu destekleyen öğeler olarak okurun karşısına çıkıyor. Yazar kimi yerde Freudyen önermelere başvursa da, kurgusunu daha çok Jung metaforları üzerinden kurmuş. Eril ve dişil bileşenleri olan bilindışı öğeleri Bene Gesserit'lerle ilgili olan pasajlarda kullanılmış. Aristo göndermesinde bulunan yazar, Harkonnen baronu üzerinden tahakküm ve tüketim metaforlarını kurgulamış.

Entrikalar ve detaylı kurgu örgüsü, çevresel faktörlere göre biçimlenmiş sosyal temalar ve yaşam şartlarını incelikli bir şekilde aktaran yazar, eserini sağlam temellere oturtmuş. Liebig'in minimum kuramını açılımlayan pasaj son derece başarılı. Ekoloji bilgilerini kullanmaktan çekinmeyen yazar, Kopenhag Yorumu üzerinden geleceğin okunabileceği önermesinde bulunmuş. Müeddib'in gelecek yorumlamaları üzerinden determinizm ve özgür irade sorunsalını ele alırken Heisenberg'in belirsizlik kanuna gönderme yapmış ve gözlem sorunsalını irdelemiş. Schrödinger'in kedisine gönderme Müeddib'in kum solucanı ile sınavında rahatça görülebilir.

Kurduğu ekoloji ve yaşam şartlarını eklerde detaylı biçimde açıklayan kurgu, başından sonuna akıcı bir nitelikte okunuyor. Müeddib'in lider olarak yalnız bırakılması, tebaasından kopmamak için gösterdiği gayret kayıtsızlığa ve kibre gömülmemek üzere yorumlanabilir. Din sorgusunu Bene Gesseritler üzerinden yapan yazar, çok sayıda dini gönderme yapıyor ve mitlerin, efsanelerin insan algısı üzerindeki etkilerini tartışıyor. Harkonnen'lerin hakir gördüğü Fremen ırkına yakınlaşması ve liderleri olması sürecinde Müeddib, ırkçılığa karşıt bir figür olarak yorumlanabilir. Bene Gesseritlerin insan ıslahı yoluyla tüm bir ırkı kontrol etme çabası, elitizmin yerildiği pasajlarda görülebilir.

Yazarın canlı kurgusu, incelikli örgüsü ve detaycılığı eserin en büyük artıları. Bilim kurgu açısından en büyük eserlerden biri olan bu kitap kesinlikle okunmalı. Başka incelemelerde görüşmek üzere.



28 Eylül 2013 Cumartesi

Dune # 1,2,3,4 ; Frank Herbert

"Şunu hafızana kazı, evlat: Dünya dört şeyin üzerinde durur..." İri eklemli 4 parmağını havaya kaldırmıştı. "...bilgelerin ilmi, yücelerin adaleti, haklıların duası ve yiğitlerin cesareti. Ama hükmetme sanatını bilen bir hükümdar olmazsa..." Parmaklarını kapatıp yumruğunu sıkmıştı. "...bunlar hiçbir işe yaramaz. Bunu bağlı olacağın ilim haline getir!" ( Syf 44 )


"Bir süreç onu durdurarak anlaşılmaz. Anlayış sürecin akışıyla beraber gerçekleşmeli, ona katılmalı ve onunla birlikte hareket etmelidir." ( Syf 46 )


"Zihin bedene emredince, beden itaat eder. Ama zihin kendi kendine emredince direnişle karşılaşır." ( Syf 73 )


"Zor işler için zor yollardan geçmek gerek," diye bağırdı.
"Savaşa girmeden önce bıçağınızı kırar mısınız?" diye sordu Paul. ( Syf 518 )

25 Eylül 2013 Çarşamba

Müzik Uğruna, Ketil Bjornstad


Aksel Vinding 17 yaşında yetenekli bir gençtir. Hayalleri iz bırakacak bir piyano virtüözü olmak ve ünlü virtüözlerle beraber çalmaktır. Ailecek çıktıkları piknikte annesinin trajik ölümü, aileyi dağıtacak ve Aksel'i ruhen çökertecek olayları başlatacaktır. Aksel, okuldan ayrılacak tüm zamanını piyano çalışmaya ve annesiyle özdeşleştirdiği çağlayanda hayal kurmaya ayıracaktır. İyi bir müzisyen olmak için sadece iyi çalmanın yeterli olmadığını zor yoldan öğrenecektir.

Vinding ailesi'nin geneli ulaşılmazı elde etmeye çabalamanın özdeşleştiği bir motif olarak okurun karşısına çıkıyor. Baba figürü, harcamalarını doğru ayarlayamıyor ailenin ve birikimlerin hepsini gösterişli bir hayat için saçmaktan çekinmiyor. Cathrine, ölmüş annesiyle yarışmak adına açıkça Elektra kompleksine kapılıyor. Aksel ise sürekli kaygı atakları ile sarsılan benliğini müzikle izole ediyor. Aile, hem aile birimine hem de içindeki üyelere yabancılaşmış samimiyetsiz bir yapı olarak olarak kurgulanmış. O derece de ki ancak telefonla görüşürken samimi olabiliyorlar.

Aksel'in gösterdiği regresyon, annesinin ölümüyle başlıyor. Ailenin en güçlü karakterinin yokluğunda yerini alacak kimse olmadığından yönlendirmeye ve ne yapacağının söylenmesine ihtiyaç duyan Aksel, açıkça annesinin yerine ikame edeceği birini arıyor. Müziği bir kaçış aracı olarak kullanan Aksel, ailesinden gelen ihanetlerle sarsılıyor. Önce verdiği konserde sarhoş ablasının çıkardığı rezillik ardından sevdiği kadın için ablasıyla yarışmak zorunda kalması ve kaybetmesi gibi motifler karakteri ailesinden daha da uzaklaşmaya itiyor.

Teknoloji ve eşya fetişi ile güçlendirilmiş duvarları okuruna sergilemek için yazar, Anja karakterini kullanıyor. Ailesinin hiçbir sözünden çıkmayan Anja, izole ve kopuk biri. Ailesinin ( daha doğrusu babasının ) küçük projesi olarak beklentileri karşılamak dışında bir amacı yok. Aksel'in kine benzer bir İkarus kompleksi Anja üzerinden çarpıcı biçimde ifade edilmiş. İlişkiler kopuk ve hüzünlü işlenmiş. Bedensel temaslar mevcut olması rağmen bağlantılar yok. Yazar çok fazla freudyen önerme kullanmakta sakınca görmemiş. Ölümsüzlük elde etmek adına öğrencilerini kullanan öğretmenler, çocuklarını arzu ettikleri imaja göre yontmaya çalışan aileler, sadece müzikle uğraşmak isteyen çocukların masumiyetine karşı ciddi bir tezat oluşturmakta.

Tek bir hatanın bir kariyeri bitirdiği bir arenada, en iyisi olmayan çalışan bu genç insanların hikayesi, hüzünlü ve soğuk işlenmiş. Kayıtsızlığı, her sayfasına dahil etmiş olan yazar, kapanışta karakterini acımasız ve hırçın Selma karakterine teslim ederek, anne ikamesi arayışını sonlandırmış. Buzdan bir kama gibi soğuk ve paramparça bir roman kurgulamış. keyifli okumalar dilerim. başka incelemelerde görüşmek üzere.

23 Eylül 2013 Pazartesi

Müzik Uğruna # 1,2 ; Ketil Bjornstad

"Gözlerini dikip uzun uzun bana bakmış, insanları birbirlerine çeken şeyin kendilerini yaşamın hangi noktasında bulundukları olduğunu söylemişti.
<Kaybedenler kaybedenleri arar, kazananlar kazananları, öyle mi?> diye sormuştum.
<Genellikle öyle,> diye yanıtlamıştı. <Ama daha çok yaşam arzusu dolu olanlar birbirlerini bulurlar. Aşık olmak isteyen biri her zaman aradığını bulup aşık olur.> " ( Syf 152 )


<Çünkü okumam gereken kitaplar, tanımak istediğim kadınlar, görmek istediğim tablolar ve içilecek şarabım var.> ( Syf 176 )

20 Eylül 2013 Cuma

Un Lun Dun, China Mieville


Zanna ve Deeba, okul arkadaşı 2 genç kızdır. Zanna'nın çevresinde gelişmekte olan garip olaylar, 2 dostu Lon Dra Kis'e sürükleyecektir. Londra'nın çarpık bir versiyonu olan bu yer, kahramanını, "Seçilmiş Olan"'ı beklemektedir. Zanna, seçilmiş olan olarak kehanetlerde geçen şekilde "Duman"'ı yenmek zorundadır. Lon Dra Kis'in kaderi 2 genç kıza emanettir.

Lon Dra Kis, imaların canlandığı, aynı zamanda kelimelerin ilk anlamlarını ifade ettiği bir yer. Kondüktor, hem otobüs biletçisi bir karakteri tanımlarken aynı zamanda onun insan üstü güçlerini (  Conductor, elektrik saçmak / iletken ) ifade ediyor.  Duman, "ilkel çorba deneyine" gönderme içeren, oral fiksasyon üzerinden yazarın üzerine kurgulamayı çok sevdiği tüketim toplumu kavramını da bünyesinde barındırıyor. Duman, çevreci görüşleri destekleyecek bir kurguyu içermekle beraber doğa üzerine tahakküm ve vahşi kapitalizm imaları da taşımakta. Duman'ın ortakları olan Şirket, anonim kalarak değer ve insanlara daha çok kar elde etmek için saldıran modern iş dünyasının karikatürü motifi olarak dikkat çekiyor.

Deterministik göndermelere açıkça karşı çıkan yazar, "Kitap"'ta yazan kehanetlerin ve önceden belirlenmiş görüşlerin hepsini hiçe sayan bir karakter olarak Deeba'yı kullanıyor.Zanna'nın Seçilmiş Olan olarak ifade edilmesinden dolayı, okurunu klasik fantezi eserlerinden taşıdığı ön kabullerle donatan yazar, okuru şaşırtıyor ve ana karakter olarak Deeba'yı seçiyor. O, "Seçilmemiş Olan". Bir ana karakterin figüranı olmak istemeyen Deeba'nın öfke dolu isyanı varoluşçu imalar taşıyor. "Kitap"taki olay sırasını dahi takip etmeyen yazar, kalıplaşmış efsanelere baş kaldıran metninde nitelikli mizah da kullanmış. Hayal gücü ve kurgudaki başarısı tartışmasız ortada olan genç yazarın, kullanmayı sevdiği ötekiler ve ezilenlerin isyanı motifini bu eserinde de okuru görebilecektir. Üstü üste binen imgeleri, eğlenceli kelime oyunları ( çevirmenin ve redaksiyonun son derece başarılı bir şekilde kotardığı ), okuyanlara hoş vakit geçirtecektir.

Kayıtsızlığa, dokunduran genç yazar, karakterin üzerinden duygusuzluğu ve kenara atılmayı irdelemiş. Lon Dra Kis, ıskartaya çıkartılmış veya bozulmuş şeylerin oluşturduğu bir bölge: Karakterin evcil hayvanı olan "Kesmik" dahi çöpe atılmış bir süt kutusu. Otorite sorgusuna da girmeyi ihmal etmeyen yazar, isyankar ve cüretkar bir sonla bitirmiş eserini. Her yaştan okurun keyifle okuyabileceği kitap, eğlenceli bir yolculuk vaad ediyor. keyifli okumalar dilerim. Başka incelemelerde görüşmek üzere.

18 Eylül 2013 Çarşamba

Yara # 2, China Mieville

"<Kiminle konuşursan konuş,> dedi, <kime yazarsan yaz, söylenemeyecek şeyler var.> yazdıkça. Yazdıkça... yazmayı sürdürdükçe, çok daha fazla şey söylemek istiyorum, çok, çok daha açık olmak istiyorum. Yazmaya devam edeceğim, şimdi karar vermek zorunda değilim. Bunu en sona bırakabilirim. bekleyip söylemem gereken her şeyi söyledikten sonra kime olacağına karar verebilirim."

Yara, China Mieville


Bellis Coldwine, Yeni Crobuzon'dan sömürgelerine giden Terskipor gemisine binmiş yeni bir hayata yol almaktadır. Şehirden uzaklaşması gereken Bellis, soğuk ve içine kapanık bir akademisyendir. Gemisi korsanlar tarafından tarafından ele geçirilen Bellis, küçük derebeyliklerden oluşan yüzen korsan şehri Armada'ya götürülür. Armada, imkansız gözüken bir amaç uğruna sakinlerini ve kaçırdığı esirlerini Bas-lag'ın öbür ucuna dek sürükleyecek bir yolculuktadır. Bellis'in evine dönebilmesi ise bu maceradan şehri geri döndürmesine bağlıdır...

Armada, kaçaklar, hainler, yenilmişler ve devşirmelerden oluşmuş toplama bir filo. Küçük derebeyliklere ayrılmış olan şehir son derece kozmopolit bir yapı sergiliyor. Crobuzon'la benzeşen yönü ise doymak bilmez bir tüketim deliği olması. Tüketimcilik metasıyla özdeşleşen bu iki şehir yapı ve organizasyon açısından ciddi farklılıklar sergiliyorlar. Tekraryapımlara ayrımcılık uygulamayan Armada, kendini sürekli geliştiren ve büyüyen bir koloni. Şehrin güç odağında "Sevgililer" lakaplı bir çift bulunuyor. En güçlü derebeyler olan Sevgililer, şehri kendi hırsları uğruna dehşet verici zorluklarla karşı karşıya getirmekten çekinmiyorlar.

Tüm kurgu boyunca kullanılan Bellis, İlk kitaptan tanıdığımız İsaac'ın eski sevgilisi. Islak pervanelerin ortaya çıkışı ile İsaac'ı tanıyan insanların bir bir ortadan kaybolması, şehrin milis güçlerinin işi olduğundan şüphelenen Bellis, kendini sürgüne yolluyor. Deniz şeytanı'nı çağıracak talimatları içeren kitabı çevirebilecek kadar bilgiye sahip tek insan olduğu için Bellis, Armada'nın tüm planlarına bir şekilde dahil olmak durumunda.

Silas Fennec, Crobuzon ajanı olarak çıkarcı ve manipülatif bir karakter; Tanner Sack onu cezalandırıp bir tekraryapıma çeviren Crobuzon'un sürgününden kurtulunca Armada'yı ve yeni bedenini benimsiyor, gönüllü olarak ameliyatlarla bir deniz canlısına dönüşüyor. Bellis ise kütüphanede görevlendiriliyor ve şehri benimseyemediği için yabancılaşma ve izolasyon içinde kütüphanede çalışıyor. Armada'nın gardiyanı ve Sevgililierin şampiyonu Uther Doul ise efsanevi bir şehirden gelen bir dövüş ustası ve münzevi.

Yazar, Kopenhag yorumu ve olasılık teorileri üzerinden kurguladığı eserinde, Bas-lag'ın geçmişi ve kültürel yapısı ile ilgili çok sayıda detayı okuruna sunuyor. Bilim kurgu öğelerini ilk kitabından daha çok motiflerine yediren yazar, özellikle Armada ve Crobuzon arasındaki deniz savaşını son derece detaylı ve güçlü tasvir etmiş. Dünya'yı yıkıma sürükleyen olayları; Sıtma Kraliçeliği ve Hayaletkafa İmparatorluğu'nun hükmü dönemleri üzerinden merak öğesini son derece etkili kullanmış. Crobuzon ve Armada'nın güç ve sömürgeleştirme takıntısı ve asimilasyon politikaları ciddi siyasi eleştiriler içeren pasajlarda işlenmiş.

Güzel tasvirleri, ince eleştirileri, merak öğesini ustaca kullanması, akıcılığı eserin çok büyük artıları. Fantezi ve bilim - kurguyu ustaca melezleyen genç yazar, olasılıklara açılan bir öyküyü, mektubuyla ve samimi ifadeleriyle sonuna kadar başarılı bir şekilde götürmeyi bilmiş. Sosyo - kültürel açıdan detaylı analizleri ve zekice bir kurgusal mimarinin eseri olan romanı okunmayı kesinlikle hak ediyor. Keyifli okumalar dilerim. Başka incelemelerde görüşmek üzere.




14 Eylül 2013 Cumartesi

Güneş İmparatorluğu, J.G. Ballard


Öncelikle şu belirtilmeli; yazarın ön sözde ifade ettiği üzere 1941'den 1945'e dek toplama kampında esir olarak tutulduğu dönemde karşılaştığı çarpıklıklar ve anılar bütününün bir toplamı olan bu eseri, çoğu kitabındaki "kıyamet sonrası" dünya motiflerinin çıkış noktasını oluşturmaktadır.

Jim, Şangay'ın elit tabakasına ait bir İngiliz çocuğudur. 11 yaşında olan Jim, Japonların Çin'i işgal etmesiyle ailesinden kopar. Küçük çapta bir kıyamet yaşanan Şangay sokaklarından evinin güvenliğine kaçar. İşgal kuvvetlerinin sokaklarını arşınladığı şehirde evinin ve komşuların kilerlerindeki konservelerle yaşamını sürdürmeye çalışan Jim, teslim olup bakımını Japon ordusuna bırakmak istemektedir. Ancak teslim olması, toplama kampına gönderilmesinden önce sokaklardan canlı çıkmak zorundadır...

Jim,11 yaşında. Kitabın başlangıcında vurgulanan masumiyet, büyüme arzusu ve merak gibi kavramlar karakter üzerinden son derece güçlü ifade edilmişler. Kendi insanları olan İngilizlerden, Bölge halkı olan Çinlilerden daha çok, işgal kuvvetlerine daha işgal başlamadan önce hayranlık duyan Jim, erken Stockholm belirtileri gösteriyor. Yazarın insanın içindeki şiddet ve statü betimlemelerini erken Freudyen motiflerle tanımlaması hoş bir detay olarak göze çarpmakta. Kozmopolit bir şehir olan Şangay, Çinliler, Ruslar, Polonyalılar,Çek ve Naziler, Japonlar ve İngilizleri aynı anda konuk eden fay hatları çok silik bir "hiç kimsenin toprağı" motifi olarak dikkate değer. Savaşın başlangıcı pasajı, Petrell Zırhlısının trajik düşüşü ile başlatan yazar, Lewis Carroll atfında bulunuyor. Jim'in aynanın öteki tarafına geçmesi ise müttefik zırhlısının sulara gömülmesi ile gerçekleşmekte.

Savaşın başlangıcından itibaren tıpkı çöpçübalıkları gibi yetişkinlere hizmet ederek yiyecek ve koruma bulmaya çalışan Jim, hayatta kalmak için başkalarına bağımlı hale geliyor.Bu dünyada şefkat yok, merhamet yok. Takas ve hizmetlerle ödeniyor tüm erdemler. Ölüm ve esaret kavramlarından kendini soyutlayan Jim, tam bir apatiye kapılıyor. Çıkarcılığın sert biçimde eleştirildiği, ölü soygunculuğu ve insan pazarlamanın normal olduğu bir ortamda hayatta kalmaya çalışan küçük çocuk, kendi değer sistemini ve alışkanlıklarını yaratıyor. yazar tüm kitap boyunca bayrak sallamadan, şerefe, onur kahramanlık destanlarına girmeden savaşın gerçek yüzünü okuruna sunuyor: Sefalet. Hastalıktan ve açlıktan kırılan insanlar, pislik ve kötü yaşam şartları altında esaretle geçen günler, erdem ve sosyal sözleşmelerin rafa kaldırılması...

Ailesine ulaşma şansı olduğu anlarda dahi toplama kampına geri dönmesi, kendini işgalcilerle özdeşleştirmesi gibi Stockholm'un ilerlemiş seviyelerine imada bulunan yazarın verdiği grafik detay ve çarpık düşüncelerle okuruna duygusal yumruk salvoları indiriyor. Hiroşima'ya atılan bombanın ışığını Şangay'dan dahi gören Jim, dünyanın sonunun geldiğini düşünüyor. 2. Dünya savaşı bitmiş olabilir ama 3.sü ne zaman başlayacak diye sorgulayan çocuk, usta bir mimar gibi öğeleri ve imaları üst üste yükleyen yazarın çıkarım ve sorgularını aktarmakta kullandığı bir karakterden çok daha fazlası olduğunu her sayfa da ispat ediyor. Ballard, okurunu şarhoş edecek bir sefalet ve yıkım senfonisi kurgulamış. Mutlaka okunması gerekli. Keyifli okumalar dilerim. Başka incelemelerde görüşmek üzere. 

Yara # 1, China Mieville

"Seninle, diye düşündü Bellis, yakınlaşmayacağım. Senin yankı tahtan olmayacağım. Seni buraya getiren bayağı olay her neyse, onu unutmana yardımcı olmayacağım."
...
Senin için günah çıkartan bir papaz görevi yapmayacağım, diye düşündü Bellis. Kendi lanet olası sürgünüm var, çözmem gereken."

13 Eylül 2013 Cuma

Güneş İmparatorluğu # 1, J.G. Ballard

 Jim, birini düşünmenin, biri tarafından düşünülmek kadar önemli olduğunu biliyordu artık."

11 Eylül 2013 Çarşamba

Göğün Oğlu, David Wingrove


Jake Reed, Başarılı bir "login" dir. Sanal borsada analizler yaparak bağlı bulunduğu şirketin gözde elemanlarından birine dönüşmüştür. Siber broker olarak yaşadığı gösterişli ve tatlı hayat, finansal kıyametin kapıya dayanmasıyla değişecektir. Statüsünü aile ve dostlarını yitiren Jake, yeni bir hayata başlar; Purbeck kasabasına yerleşir. Ancak Dünya'yı uçuruma süren Çinliler yıllar sonra tekrar saldıracak, Jake'in kurduğu yeni hayatına eski bir tehdit olarak geri döneceklerdir...

Yazarın kurduğu dünya, fazlasıyla esinlenmeler taşıyor. Huxley'nin Cesur Yeni Dünyası'na, Wells'in Görünmez Adamı'na ve Philip K. Dick'in Ubik'ine göndermelerde bulunan yazar, Elitist ve hırçın bir dünya tasarlamış. Toplum 2'ye ayrılmakta: "Üstünler" ve "Himayesizler" Savaşın kıyısında yaşayan dünya, Doğu ve Batı'nın çatışmasına hazırlanmaktadır. 2022 'de patlak veren petrol krizi çıkacak olan savaşın tohumlarını atmış, fay hattını net bir şekilde çizmiştir. Bu ortamda Materyalist ve çıkarcı Batılı karikatürü rolünü dolduran karakter olan Jake, nişanlısını dahi likit fon olsa daha çok beğeneceğini ifade etmekten çekinmiyor. Yazarın çoğu yerde aşırı ırkçı kaçan yakıştırmaları ( siktiğinin Çinlileri vs. ) okuru zayıf kurgudan daha çok koparma riski taşıyor.


Himayesizlerin yükselişi ve isyan pasajlarında elitist hezeyanlara kapılan karakter, kağıttan ve boyutsuz. Çok sayıda seksist önerme ve zayıf sosyal etkileşim motifleri kullanan yazar, Doğu felsefesini gerçekten anlamadığını Doğulu karakterlerin ağzından konuşurken çokça açık ediyor. Devasa mantık hatalarına düşen kurgu çok sayıda boşluk bırakarak çok yavan ve tekdüze bir okuma sunuyor. Karakterin Doğulularla olan kan davası ve ırkçılığı esir alındığında ortadan kalkıyor ilginç bir şekilde. Bunun benzeri son derece mantıksız ve temelsiz motifler, trajikomik kaçacak redaksiyon hataları okurunu soğutabilir. Bilim-kurgu açısından sadece sanal borsa pasajlarında hayal gücü ve yaratıcılık sergileyebilmiş olan eser, geri kalanında toplama ve zayıf bir kurgu sunuyor. Başka incelemelerde görüşmek üzere.


8 Eylül 2013 Pazar

Algı Kapıları # 1, Aldous Huxley

"Bizler birlikte yaşıyoruz, birbirimizi etkiliyor ve tepki gösteriyoruz; ama her zaman ve her koşulda kendi başımızayız. Şehitler savaş alanına el ele girerler; tek başlarına çarmıha gerilirler. Birbirlerine sarılmış aşıklar bireysel çoşkularını umutsuzca tek bir yüce benlik halinde kaynaştırmaya çalışırlar, ama boşunadır. Doğası gereği her vücut bulmuş ruh tek başına acı çekmeye ve zevk almaya mahkumdur. Duyular, duygular, iç görüler, hayaller... bütün bunlar özeldir; sembollerle ve ikincil ellerin aracılığı olmadan iletilemez. Deneyimler hakkında bilgi alışverişinde bulunabiliriz ya da bilgi toplayabiliriz, ama deneyimlerin kendilerini değil. Aileden ulusa her insan grubu bir ada-evren teşkil eder."

6 Eylül 2013 Cuma

Savaş Okulunda Yılbaşı, Orson Scott Card


Zeck Morgan, ufak bir cemaatin liderinin en büyük oğludur. Diğer çocuklardan farkı bir savant olmasıdır. Gördüğü veya okuduğu hiçbir şeyi unutmayan Zeck'i Ordu'nun saflarına katmak için görevliler bunu gayet iyi bilmektedirler. Tanrı'nın gözünde arınmış olması için babasından düzenli olarak kırbaç yiyen Zeck, pasifizmini korumayı kışlada da sürdürmek niyetindedir, görevlilerle işbirliği yapmaz ancak gene de 9 yaşında askere alınır. Ender ve diğer üstün zekalı çocuklarla insan ırkının geleceğini korumak için eğitim almaya giden Zeck Savaş okulunda dini ve kültürel kimlikleri ayrıştıracak bir krize sebep olacaktır...

Yazar, daha girişte Dinin güçlü bir otorite aracını olduğunu vurgulayan ve ordu ile cemaat kavramları arasında köprüler kuran eleştirel çıkarımlarını Zeck ve babasının arasındaki ilişki üzerinden tanımlıyor. İç grup- dış grup çatışmasını son derece başarılı aktaran Card, izole ortamlardaki ( cemaat ve kışla gibi ) ihtirasları ve güç çatışmaları hoş kurgu oyunlarıyla betimlemiş. Ender ve Zeck arasındaki benzerliği , toplumdışılıkları net biçimde okuruna aktaran yazar, kışla gibi bir ortamda bile konformizm eleştirisi yapan karakter ( Dink ) kullanarak karakterin ortam ve önkabullerden ari olduğu çıkarımını yapıyor.

Sıla hasreti çeken çocukların ufak bir kutlamasının idari bir krize dönüşmesi sürecinde, bu sevgi ve fedakarlık dolu ufak isyanın büyümesinde Zeck'in rolü son derece büyük. Dünyevi çilecilik, kadercilik gibi kavramları bünyesinde toplayan Zeck, değer ve imaları yıkarak anonim savaşa hazır bedenler bedenler üreten bir fabrikada sembollerin gücünün öğrenilmesine istemeden de olsa katkıda bulunuyor. cehaletine can simidi gibi sarılan karakter, aynı cehaletin farklı ağız ve kültürlerde aynı cümleleri kurduğunu fark edemeyecek kadar kibirli. gruba bağlılığı yok edilen karakter evrimsel biyolojinin ve davranış bilimin kuramlarına göre izolasyona mahkum ediliyor. Yabancılaşmasıyla yapay bir apati içine sürüklenen Zeck, dini öznel algıyı bir kaçış aracı olarak kullanıyor.

Ender ve Zeck'in mantık düellosu eserin en güçlü pasajlarına ev sahipliği yaparken Dink ve Zeck arasındaki ideolojik çatışma Ender ve Zeck'in çatışması haline dönüşüyor. Kırılma noktasını geçen Zeck tüm kavramların göreceli olduğunu, pasifizminin çok kırılgan olduğunu ilk elden öğreniyor. yazarın yaptığı muhteşem psikanaliz Sert bir mantık düellosuyla süslenmiş. Kişisel kontrolün yüceltildiği pasaja özellikle dikkate değer. Arınmanın iması olarak reddedilen sembolün kabulü ise gruba yeniden katılınması ve büyümeyi temsil eden son derece güzel bir öğe.

Kitap çok kısa. 95 sayfa Card'ın yazınına doymak için yeterli gelmese de Ender'in dünyasına dönmek için can atan tüm hayranlar için tatlı bir mola olacaktır.

Not: Ender serisi'nin 5. kitabı olarak geçse de 1. kitabın bulunduğu dönemi anlatıyor. Güçlü bir eser olan Ender serisi'nin diğer kitaplarından bağımsız olarak okunabilir. 

2 Eylül 2013 Pazartesi

Mr. Why'ın Sonu #1,2,3,4,5 ; Scarlett Thomas

"Ne üzerine çalışacağım?
Neye ilgi duyuyorsun?
Güldüm. <Herşeye,> diyerek omuz silktim. <Sanırım benim sorunum bu. herşeyi bilmek istiyorum.> Bunu itiraf edecek kadar içmişim demek. En azından daha ileri gidip, herşeyi bilmek istiyorum çünkü eğer bilirsem, büyük bir ihtimalle tamamen inanacak bir şeylerim olacaktır dememişim." ( Syf. 24 )


"Gerçek hayat fizikseldir. Bunun yerine kitapları verin bana. Kitapların içeriği arasında kaybolmayı, düşünceleri, fikirleri, imgeleri verin. Bırakın, kitaplardan birinin parçası olayım, bunun için her şeyi verebilirim.
...
Kitaplardaki şeyler kirlenmez; fakat gerçek hayat, evet tam olarak kirdir. kitaplar pislik haline gelebilir ancak... düşünceler temizdir. " ( syf. 121 )


"Derin bir nefes alıyorum. Neden her zaman yanlış insanım?" ( syf. 150 )


"Diğer insanlarla bir olma, kendini onlarda yitirme, <bir> olma. Cehennem bu. Başkalarının cehennem olduğunu kim söylemişti?
Sartre." ( syf. 221 )


" Elbette hepsi yanlış olamaz. Hepsi aynı olamaz elbette. Ama  bütün kitaplar bana aynı geliyor. Hepsinde hiyerarşi var. Hepsinin liderleri var. Budizm'de bile kim gerçekten <ait> olabilir, kim olamaz, kim yetki sahibidir, kim değildir kuralları var. Ve bütün liderler erkek." ( syf. 317 )




Mr. Why'ın Sonu, Scarlett Thomas


Ariel Manto, hocasının ortadan kaybolmasıyla üniversitede yalnız kalmış bir dergi yazarıdır. Hocasının çok fazla bilinmeyen bir yazara olan takıntısını paylaşan Ariel, şans eseri kopyası olmayan "Mr Y'ın Sonu" adlı kitabı ufak bir sahafta bulur. Kitap kendine özgü bir sır içermektedir. Lanetli olduğu öne sürülen kitabı okuyan herkes ölmüştür. Ariel, kitabı hazine bulmuşçasına sahiplenir, lanetten korkmamaktadır. Ancak lanet dışında başka sırlar da içeren bu eski kitap hayatını kökten değiştirecektir...

Lamarck, Darwin ve Poe atıfları göz dolduran yazar, ara pasajlarda paylaştığı ufak hikayelerde hem kurgusunu güçlendiriyor hem bilim kurgu öğelerine ne kadar hakim olduğunu sergiliyor. Kitabın tamamı "Noosfer" ya da Jung'un deyimiyle "kollektif bilinçaltı" kavramına imada bulunmakta. Ariel karakterinin 4. boyuta olan merakı ve konuyla ilgili önermeleri herhangi bir popüler kültür bilim kitabının altında kalacak gibi değil. Flatland ve Erewhon atıfları yapan yazar, Mobius şeridi kavramına dair çok güzel çkarımlarda bulunmuş. Mary Shelley alıntısı yapan yazar, zorlu bir çocukluk geçirmiş olan karakterini kurarken samimi önerme ve ifadeleri sıklıkla kullanmış.

Ariel arkadaşı Wolfgang ve Adam karakterleri temelde benzer özellikler taşıyorlar. Ariel, Munchausen başlangıcına sahip genç ve zeki bir kadın. kendine zarar verme zorlanımı geride bırakmış olmasına rağmen bu dürtüye karşı çıkamıyor ve bu görevi başkalarına devrediyor. Onu aşağılayacak, incitecek ilişki ve insanları seçerek hem kaçışçı karakterini besliyor hem de mazoşist eğilimlerini gideriyor. Wolfgang da aynı şekilde güçlü bir kendine zarar verme dürtüsü duyan biri. Adam ise babasını memnun etmek adına dürtü ve arzuların gem vurmaya çalışan, benliğini yok etmek adına elinden geleni ardına koymamış. Tüm karakterlerin ortak bir diğer noktası ise kabul edilmek istemeleri. Nesne ve özne arasındaki farkları tüm bu karakterlerin farklı oranlarda karıştırdığına tanık olan okur, özellikle mazoşist eğilimlere ve grafik detaylara takılabilir.

Wells, Picasso ve Munch atıfları yapan yazar, Akıllı tasarım eleştirisini idealizm ve materyalizm tartışmasında kullanmış. Nedenselliği açıkça yıkan önermeler kullanmaktan çekinmemiş. Burlem ( Ariel'in hocası ) net bir şekilde geçit bekçisi rolünü oynuyor. Anlambilime sıkça giren ve felsefeyle fiziği harmanlayan yazar, sosyal etkileşimler ufak mantık hatalarına düşse de; akıcı düşüncelerin dansıyla okurunu mest ediyor. Aziz Jude, kayıp davaların hamisini sıkça imada bulunan yazar, özellikle dehşet metrosu pasajındaki grafik detay ve canlılık açısında zengin, tasvirlerine güvenen metiniyle göz dolduruyor. 



Duyguları da Troposfer'e dahil eden Thomas, dini buyruklara feminizm üzerinden isyan ediyor, zayıf noktalara samimi ve yerinde darbeler vuruyor. "Broca'nın beyni" ve "Kopenhag yorumu" üzerine muhteşem detaylarla bezeli bir gerçeklik sorgusuna girmekten de geri durmuyor. "Heisenberg'in belirsizlik kuramı"na göz kırpan özgür iradeyi yücelten görüşleri ve kurgusunda "büyükbaba paradoksu"nu kullanıyor. Nedensellik, geçmişi etkileyen gelecek düşünceleri gibi son derece ilginç temaları kurgusuna yediriyor. Lab. hayvanları pasajında ciddi bir hayvan hakları savunusu yapan yazar, tıbbi ilerlemenin başka canlılar için günlük işkenceler olduğu bir yolculuğa çıkarıyor okurunu. metninin sonlarına doğru ruh sorgusuna ve ahlaki rölativizme değinen yazar, dil konusunda yeteneğini sergilemekten çekinmemiş. Parapsikolojiye girmiş olsa da akıcı, felsefe ve bilim kurgu öğelerini harmanlayan doyurucu bir roman. Keyifli okumalar dilerim. Başka incelemelerde görüşmek üzere.

Not: Fizik, biyoloji, anlambilim ve felsefeyi bu kadar güzel harmanlayan düşünceleri bir arada daha önce sadece Silverberg'in "İçeriden Ölmek" ve Matheson'un " Whatever Dreams May Come" romanlarında görmüştüm... 

1 Eylül 2013 Pazar

Ölümcül Hastalık Umutsuzluk, Soren Kierkegaard


Kierkegaard, 3 insan tanımı yaparak metnini açıyor : Ben'i olduğunun farkında olmayan insan, Ben'i olduğunun farkında olan ve kendisi olmak istemeyen, ben'i olduğunun farkında olan ve kendisi olmak isteyen.

Ben'in kendine bağımlı bir ilişkisi olduğu argümanını detaylandırırken insanın bir sentez olduğunu, diyalektik bütünlerden oluştuğunu ifade eden yazar, Hristıyanlığın en çok kullanılan öğelerinden biri olan "Trinity ( üçleme)" öğesini çoğu savunusuna katmış. İnsanların hayvanlardan acı değil, umutsuzluk duyarak ayrıldığını savunan yazar, "Yaradılış Merdiveni" görüşüne imada bulunmakta. Olabilir ( olasılık kast edilmekte / çeviri hatası ) den gerçeğe geçmenin bir yükseliş biçimi olduğunu belirten yazar, "dünyevi çilecilik" kavramını yüceltirken "Cennet'ten kovuluş ve Kusurlu insan" temalarını vurguluyor. Umutsuzluğun kendi olma sorumluluğunu içinde barındırdığını ifade eden yazar, umutsuzluk durumunda şimdiyi geçmiş gibi yaşadığı zamansal  fiksasyonu açıklıyor. yazarın çoğu argümanını dayandırdığı "ölümden sonraki yaşam" teması çoğu savunusunun ve çıkarımının ana kolonlarından biri görevini üstlenmekte.

Kendi benliğine sahip olamamanın ölümün ölümü olduğunu ifade eden yazar, yaşayan ölülüğe benzeyen bir varoluş olarak betimlemiş kavramı. Yazar, kendi tanıları arasındaki geçişleri şu şekilde aktarmış: "Ben'liğin reddi yüzünden oluşan umutsuzluk, kendiliğin istendiği umutsuzluğa dönüşür. Umutsuz kişinin olmak istediği ben, hiçbir zaman olamadığı ben'dir." Sokrat'tan çok sayıda alıntı yapan ve atıfta bulunan yazar, diyalektiği her argümanına yedirmiş. Kimi yerlerde "Kusurlu Tanrı" imalarında bulunan yazar, Umutsuzluğun, tinin, sonsuzluğa bağlanan yanı olduğunu ve bu ilişki üzerinden diyalektiğin içine sonsuzluk kavramının girdiğini savunuyor. Apati ve depresyon ilişkisine değinen yazar, rahatsızlığın hiç hissedilmemesinin umutsuzluğun kendisi olduğunu belirtmiş. Hedonizm eleştirisine sıklıkla giren metinde İnsanların tinsel yazgılarının farkında olmamalarının bir umutsuzluk çeşidi olduğu ifade edilmiş.

"Ben, özgürlüktür; olabilirin ve gerçeğin diyalektiğidir" diyen yazar, bilinç seviyesinde artışla beraber istencin ve umutsuzluğun da geliştiğini belirtiyor. ( Oedipus sorunsalı ) düşgücünün sonsuzluğu yaratan düşünce olduğunu ifade eden yazar, nesne- özne algısındaki karışmalara vurgu yapmakta. Kaçışçılık'ı eleştiren ve tanılayan yazar; düş gücüne gömülmüş her insanın sonsuzluğa katıldığını ancak bu eylemi kendi olmadan gerçekleştirdiğini, ben'inden sürekli uzaklaştığını ifade etmiş. Konformizm eleştirisini sert ve yerinde vurgularla okuruna sunan yazar "Varoluşçuluk'un babası" statüsünü her sayfada hak etmiş. Tanrı'yı kazanmak için aklın yitirilmesi gerektiğini ifade eden yazar, Ben'in olabilire ve zorunluluğa eşit ölçüde ihtiyaç duyduğunu belirtmiş. yazarın bir çok sayfada vurguladığı kurtuluş esasen " dini kurtuluş ( salvation ) ". kendi yok oluşuna kimsenin inanma olasılığı olmadığını , kayıpların olabiliri yanında taşıyan gerçeklikler olduğunu belirten yazar, Çoğu dini metinde geçen " kurtarılmış, kaderden ari" mümin profilini tanımlamakta.

Olabilirden yoksun olmak, her şeyin kişi adına bayağı ve zorunlu olması anlamını taşıdığını, determinist ve kaderci kişilerin Ben'lerini kaybetmiş umutsuzlar olarak sadece zorunluluğu yaşayabildiklerini, Tanrı'nın saf olabilirlik olduğunu ( zorunluluğun yokluğu ) ifade etmiş. Tanrı'yı bilmenin ben aracılığıyla mı, yoksa Ben'i bilmenin Tanrı aracılığıyla mı gerçekleştiği konusunda çok muğlak retorikler kullanan yazar kimi yerlerde totolojiye benzer önermelere dayandırmış çıkarımlarını.Tin'in en ciddi günahının yaşamdan kaçmak, intihar olduğunu ifade eden yazar, kimi yerde son derece seksist çıkarımlarda bulunmuş. Pagliavari bir tanılama kullanan ve doğayla kadını bir tutan yazar, etik dinsel ve medeni tüm yüceltmelerini erkeğe adamış. Son bölümlerde Günah ve tanılaması üzerinden detaylı duran yazar, Sokratçı tanımı ön plana çıkarıyor. Descaters, Shakespeare alıntı ve atıflarında bulunan yazar; Tanrı'nın "yığınları" değil "bireyleri" yargıladığını ifade ederken varoluşçu görüşlerini en yüksek tonlara taşıyor. Geçmiş ve gelecek özlemini eleştiren yazar ileride mantra olacak "Burada ve Şimdi ( here and now )" temasının tohumlarını atmış. 

Doğası gereği ağır bir kitap. paradoksal ve totolojik çoğu önerme okura çember çizdiği hissini yaşatabilir. Kimi yerdeki çeviri hataları açıkçası eserin doğasında alınacak zevki de engelleyecek kadar göz batacak seviyede. Ancak bunlar aşıldıktan sonra felsefenin en güçlü eserlerinden biri olan bu kitaptan okuru keyif alacaktır.