Taçsız kraliçenin bu romanı Orta Avrupa'da 1820'lerde ve varolmayan bir coğrafyada geçiyor. Prusya egenmenliği altındaki Orsinya halkı katı sansür ve özgürlük gaspları içerisinde yaşamaktadır. Malafrena Vadisi'nin küçük toprak sahiplerinden birinin oğlu olan İtale, tüm naifliği ve idealizmi ile devrim yapma düşünceleri içindedir, ancak içinde bulunduğu taşra koşulları onu ülkenin atan kalbinden uzak bıraktığı için ailesinin ısrarlarına karşı çıkarak başkent Krasnoy'a gider. Daha iyi yaşam koşulları ve özgürlük hayalleri ile dolu olan İtale, sıla hasreti, burjuva kayıtsızlığı ve geçim derdi gibi sorunları devrim yapmadan önce aşmak zorundadır. Kendi gibi aykırı gençlerle bir araya gelen İtale zamanla yeraltının güçlü sesi olacaktır...
Eser boyunca sıklıkla Rousseau atfı bulunuyor. mektupların sansürlendiği gazete ve ifade özgürlüğünün gasp edildiği Orsinya için yasaklı kitapları okumak hem bir cüret göstergesi hemde orta sınıf çevrelerde statü belirtisi olarak kabul ediliyor. Küçük taşra beylerin olan Domey'lerden birinin büyük oğlu olan İtale üzerinden yazar çok sevdiği bir motif olan "kendi olma çabası" nı işlemiş. Varoluşçu esintiler kitabın tamamına hakim, yazarın imzası gibi olan uçma düşleri ile destekleniyorlar. Nietzche'nin "Güç arzusu" eserine gizli atıfta bulunan yazar, statü kısıtlamaları ve gizli kast sistemi ile desteklenen Viktoryen dönemin bütün sosyo-politik özelliklerini taşıyan bir coğrafya tasarlamış.
seçkin kastın züppeliği son derece güzel aktarılmış. İçi boşalmış kahraman motifini kullanan yazar, edebi özgünlük ve özgürlüğün ölümünü kaleme alırken açık sansür ve sosyal baskılara vurgu yapmış. Lazarus iması ise son derece trajik bir pasaja sürüklüyor okuru. İtale'nin aşk hayatı da sosyal hayatı da naifliğini zamanla yitirmesi ve farklı görüşleri yüzünden onu diğer insanlardan ayırırken kendi gibi olan özgürlük aşıklarına yaklaştırıyor. İtale ve Piera arasından filizlenmesi beklenen aşk kurgusu ise kendi çerçevelerinin dışına çıkamayan insanların kısıtlanmış hayatlarını vurgulamak için yarı yolda kalmış. Yazarın dili dönem koşulları gereği genelde resmi olsa da bahsettiği konular ve ifade tarzı samimi.
Yazar, aynı zamanda feminist vurgularla güçlü kadın karakterlerini sahneye sürmekten de çekinmemiş. Trajediye dönüşen roman ters psikoloji kullanarak okuru daha çok kamçılayan vurgularla süslü. Amadey karakteri üzerinden şiddetli depresyonu tanımlayan Guin, ortalama bir klinisyene yumruk ısırtacak bir psikolojik ve sosyolojik iç görüşe sahip olduğunu gösteriyor. Çıkarımları güçlü, insana dair çok şey barındıran bir eser. Edebi bakımdan "Lavinia" kadar güçlü bir yapıt. Ancak eserin bir tek eksisi mevcut akıcı bir yazım tarzına sahip değil ( esasen bu tarzın esere hakim olan o ilk atalete ulaşamayan, üzerine ölü toprağı serpilmiş ülke halkını ve koşulların altını çizen dahice bir yazın öğesi olduğunu düşündürdü.) Bu edebi şölen içinde bulunduğumuz durumu ve koşulları çok iyi kavramış bir yazarın okunması gereken eserlerinden birisi, gözüm kapalı öneriyorum. Keyifli okumalar dilerim. başka incelemelerde görüşmek üzere.
Teşekkürler :) Rousseau ile aram olmasa da keyif alır mıyım?
YanıtlaSilElbette alırsınız, atıf yapılan "Toplum Sözleşmesi", Rouseeau'dan alıntılar mevcut değil. Ben de okuyalı yıllar oldu, tekrar okumam gerek; ona rağmen çok keyif alarak bitirdim.
SilYazıyı beğendim. Ben de kitabı daha yeni okudum, bloguma yazmayı düşünüyordum. Fakat sizin kadar çıkarımda bulunabilecek miydim bilmiyorum, şimdi kendimi kopya çeken öğrenci gibi hissettim :))
SilBen başlarda pek ısınamadım, dilinin akıcı olmaması dediğiniz gibi etken... Feminist öğeler, güçlü kadınlar her zaman beni tavlıyor ve ULG kitabından beklentim de bunları görebilmek, bu yuzden sevindim. Fakat ben başlangıçta bu ülkenin "olmayan ülke" olmasına takıldım. Nedense kafamdan atamadım, kitabın içine giremedim. Yani bilimkurgu değil ama ülke aslında yok ama aslında Avrupa'da falan derken kafam karıştı?! O arada kitabı yarıladım.
Ayrıca bir Rus klasiği kadar olmasa da fazlaca karakter var, karışabiliyor. (Acaba ben tatilde okuduğum için mi böyle yaklaşıyorum?)
Yorumunuzda haklısınız, çok karakter var. Ancak Guin çok incelikli farklar vererek karakterlerini bölmüş. Hepsinin temsil ettiği kavramlar birbirinden net şekilde farklı, ve hepsini birbirine benzetmeden kurgusunu ve altyapısını koruyabilmiş olması da gerçekten takdire şayan. Yeterince belirttim mi bilemiyorum ama ben kitaptan "Lavinia" kadar keyif aldım.
SilSizin de bildiğiniz gibi Guin olmayan coğrafyalar tasarlamakta çok usta. "Hep Yuvaya Dönmek, Batı Sahili Yıllıkları" gibi eserlerinde bizim dünyamıza ait ama çok farklı öğelerle okurunu bombardıman etmeyi pek seviyor :) Umarım kitaptan benim kadar keyif almışsınızdır.