Yazar metnini samimi bir anekdotla açtıktan sonra, kibirli beynin pozitif ilüzyonlarını açıklamış. herhangi bir insanın kendisini bir totem direği veya kümenin en altında konumlandırmasının istatistiki olarak imkansız olduğunu belirtip zayıflıklarımızı sıradan ve insani olarak görürken güçlü yanlarımızı eşsiz ve olağanüstü olarak algılama eğiliminde olduğumuzu ifade etmiş. Potansiyel tehlike büyüdükçe beynin kendisini ve egoyu korumak adına çok daha fazla çaba harcadığını, kişinin kendi çirkin yönlerine dair yargılarının kaybedilmesinin bir yerde akıl sağlığını ( narsisizm ) kaybedilmesiyle eşdeğer olduğunu vurgulamış.
Karar verme anlarında geleceğimizi düşündüğümüzü, kendimizi ve hayatımızı gerçekçi bir şekilde değerlendirdiğimizi ifade eden yazar, bu fenomene " realizm penceresi" adı verildiğini okuruyla paylaşmış. Duygusal tepkilerin merkezi olarak " prefrontal korteks"i alan yazar, duygunun duygusal uyarılma ve duygusal düşüncelerden oluştuğunu belirtmiş. kişinin kendilik algısında ısrarlı ve yineleyici bir değişimi yanında getiren gerçeklik duygusunun geçici olarak yitirilmesiyle ortaya çıkan durumu " de personalization" olarak tanılayan Fine, bu durumun uç hallerinin "Cotard sendromuna " dek varabileceği uyarısını yapmış. Çok sayıda deney örneklemesi veren yazar, kişiye kendilik hissini kazandıranın duygusal beyin olduğunu ifade etmiş.
Ahlaki bir konuyu düşünürken içimizde basit bir duygu hissettiğimizi ve bunu verdiğimiz karara yansıttığımızı ifade eden yazar, ahlaki yargılarımızın kökleri derinlere uzanan bir "adil dünya inancıyla" kirlendiğini de ekleyip bu inacımızın çok güçlü olduğunu bu nedenle kötü şeylerin sadece kötü insanların başına geleceği yanılgısına kapılacağımızı belirtmiş. Milgram'ın otorite deneyine atıfta bulunan yazar, hiyerarşinin yarattığı psikolojik baskının çok yoğun olduğunun altını çizmiş. Kitty Genovese vakasına atıfta bulunup pozitif test stratejisini açıklamış. Yanıltıcı korelasyon ve Rorschach testinin uygulama lanlarına değinip Capgras sendromundan bahsetmiş. "İnanç kutuplaşması" fenomenini masaya yatıran yazar, inanışlarımızla uyum gösteren kanıtların kabul edildiğini , karşı kanıtların ise suçu ispatlanana kadar suçlu olduğunu belirtmiş.
Plasebo etkisini açıklayan yazar ardından, bir inancımıza veda etmenin kimliğimizin sevilen bir parçasına veda etmek anlamına geldiğini ifade etmiş düşlerin ve bilinçdışının hayatımıza yansımalarını irdelemiş. Bilişsel psikoloji ve şema kavramlarını açıklayıp reklamlar ve bilinçaltı ilişkisini sorgulamış. Bilinçli veto sürecini açıklayıp stereotiplerin ve önyargıların varolma nedenlerini, nörofizyolojik kökenlerini okuruyla paylaşmış. Sonsöz bölümünde tüm kitapta açıkladığı ve savunduğu fikirlerin özetini geçerek argümanlarını pekiştirmiş. akıcı dili ve samimi tonuyla, teknik jargonu konuya fazla hakim olmayanları soğutmamak adına az kullanarak metnini hazırlayan yazarın donanımlı olduğu ,detaylı bir çalışma kaleme aldığı açık. Konuyla ilgilenen herkes adına okuması keyifli bir makale olacaktır. Başka incelemelerde görüşmek üzere.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder