Yazar, fizyolojik yeterliliklerden bahsederek metnini açmış. Irkçılık ve seksizmi adabıyla yerdikten sonra, bir erkeğin kürtaj yaptırması söz konusu olmadığına göre bu konuda görüş bildirme hakkına da sahip değildir demiş. temel eşitlik ilkesini okurlarına tanıttıktan sonra, eşit ya da özdeş muameleyi değil eşit önemsemeyi gerekli kıldığını vurgulamış. Bireysel açıdan farklara sahip olunsa da cinsiyetler ve ırklar arasında fark olmadığını ifade eden yazar, "eşitliğin bir olgunun ifadesi olmadığını ahlaka dayanan bir fikir olduğunu" belirtmiş.
Ahlak felsefesine giriş yapıp çeşitli postulatlar sunduktan sonra, canlıların acı çekme veya haz duyma kapasiteleri üzerinden değerlendirilmesi gerektiğini ifade etmiş. Descartes'in "bilinçsiz otomatlar" olduğunu iddia ettiği hayvanların bilinçsiz olmadığını çeşitli örneklerle okuruna sunmuş. Acıya dair , fizyolojik ve davranışsal çeşitlendirmeler kurduktan sonra, Okkam'ın usturasını kulanmış: bilinçsiz olmadıkları sonucuna varmış ( her aklı başında insan gibi ). Nörologların ifadelerini paylaşıp, dil kullanma yeteneiğinin bir varlığa nasıl muamele edilmesi gerektiği ile ilgisi olmadığını vurgulayıp zor bir soru yöneltmiş okurlarına : " Zihinsel engelliler ve bebekler üzerinde deney yapmaya onay verir miydik?"
"Hayatın kutsallığı" değil " insan hayatının kutsallığına" vurgu yaptıktan sonra ötenazi ve kürtaj gibi konuları irdelemiş. hayvanlar üzerinde yapılan çok sayıda deneyin bilimsel makalelerden alınmış çirkin grafik detaylarını ve anlamsızlıklarını göz önüne serdikten sonra, bilimadamlarının klink kayıtsızlığını ( haklı olarak ) yermiş. Akıl almayacak zalimlikteki "işkence deneyler" i okumak gerçekten beton gibi bir mide ve yürek gerektiriyor. davranışçı kasapların mirası, Pavlov'un ve Descartes'in fikir çocuklarının yarattıkları yıkım o derece büyük çapta ve yararsız ki okura kimi zaman sadistçe dahi gelebilir. Özellikle " öğrenilmiş çaresizlik" deneylerinin üzerinde yürütüldüğü köpeklerin hali okurun yüreğini burkacaktır ( bir çok diğer detayla beraber).
Bu tarz deneylerin anlamsızlıkları baz çarpıcı örneklerle ortaya dökülmüş. Türler arası kimyasal uyuşmazlıkları hesaba katmayan araştırmacıların kimi zaman gerçekten nedensiz yere kan döktükleri ( tavşanlarda insülin deneyleri ) yazarın ve okurlarının gözünden kaçmayacaktır. Çoğu araştırmacının daha çok para alabilmek adına ( ve deneylerini yükselen tepkilere rağmen sürdürmek amaçlı ) araştırmalarını sadece kağıt üzerinde " kanser araştırmalarına" çevirdiklerini belirten yazar çoğu yerde tarafsız kalmaya çaba göstermiş. Milgram'ın otorite deneyine atıfta bulunan Singer, bilimadamlarının çoğu zaman amaçları yönünde sorgulanmadıklarını ( halk tarafından ) belirtmiş.
Bu pasajlardan sonra Endüstriyel çiftliklerin duruma yönelen yazar, tarımın, tarım sanayiine dönüştüğünü; doğa, bitkiler ve hayvanlar arasındaki uyumun dev şirketler ve onlarla rekabete zorlanan çiftçiler için önemsiz olduğunu, ancak karlılık söz konusu olduğu zaman hayvanların çektiği acılardan bahsedildiğini ve plastik ambalajla gelen gıda sayesinde hiç kan görmediğimizi belirten Singer, Konrsad Lorenz'in "gagalama düzeni" ne atıfta bulunmuş açıklamış. Orwell ve "Hayvan çiftliği" atfında bulunduktan sonra, ticari tarım lobisinin halkı sürekli "mutlu,sağlıklı ve iyi bakılan" hayvanlardan verim elde edildiğine inandırmaya çalıştığını belirtiyor. Bizim yarattığımız sorunlar yüzülen normalde görülmeyen hastalıklar ortaya çıktığının altını çizen yazar ( nakliyat humması, Bst hormonu yüzünden acılı ve irinli bir hastalık olan meme iltihabı mastitis vs.) vejetaryenliğin bir tür boykot olduğunu Türcülüğün gerçek yüzünün bu kara arifesinde kendini gösterdiğini vurgulamış.
Açlık sorunundan bahseden dev şirketlere yazar sormuş : " Bunca yıldır entansif tarımla açlığı sonra erdirdiniz mi?" Entansif tarımın çevresel etkileri ve protein dönüştürme oranlarına giren yazar, protein açısından yetersiz beslenme ve çözüm önerileri üzerine spekülasyonlar yürütmüş. Bitkisel ve hayvansal protein çeşitlemeleri arasından farka pek girmeyen yazarın eksik kaldığı tek argümanlar bu noktalarda ortaya çıkıyor ( kedilerin torine insanların da kazein / peynirde bulunan bir protein / gibi suplementlere ihtiyaç duyduğunu inkar etmiyor.) vejetaryenlik çizgisinin çok tartışmalı bir konu olduğunukişinin bu kararı kendisinin vermesi gerektiğini ama "hayvansever" olmadığı halde canlıların acı çekmesine katlanamadığı için vejetaryen olduğunu vurgulayan yazar, kendi diyeti ve kararlarını örnek olarak sunmuş. Türcülüğün kısa tarihine yer veren yazar kitabının son bölümünde çokça İncil alıntısı yapmış ve çağının ötesindeki çoğu filozof veya din adamının bile alaya alınmaktan çekindikleri için görüşlerini yeterince savunamadığının altını çizmiş.
Hayvan özgürleşmesi hareketinin tarihine ve alınan yola vurgu yapan Singer, Argümanlarını çoğu yerde mantıklı ve güçlü temellere oturtmuş. Okurunun gıdasına bakış açısını zorlayan yazar, hedefine ulaşmış gibi gözükmekle beraber insan ırkının erdemine fazla güvendiği de açık. Yedikleriniz hakkında doğumunuzdan bu yana gelen önyargıları yüzünüze vuracak bu metin okuması kolay bir kitap değil. orta sayfalarda verilen resimler çiftlik ve laboratuvarda neler olduğunu şüpheye yer bırakmayacak bir şekilde ortaya koymakta. cesur ve çağının ötesinde bir metin, biyoloji konusunda eksikleri olmasına rağmen çoşkusu ile açıklarını yeterince kapatıyor. Başka incelemelerde görüşmek üzere.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder